Horasan’dan Balkanlara BİN YILLIK ASİMİLASYON Kıyımlarla Üstü Örtülen İnsancıl Kültür.
Kitabın Tam adı budur.
Bu, güzel seçilmiş bir başlık, yer-zaman ve içerik bildirmektedir.
375 sayfalık bir toplumsal tarih çalışması. Puslu Yayıncılık, Birinci Baskı, Ocak 2024 ve 11 Bölümden oluşmaktadır.
İlk baştaki “Sunu” da; neyi, niçin ve nasıl yazdığını açıklıkla belirtmektedir yazar..
Konu; “…Türkler ‘in kendi kurdukları feodal monarşik erkler tarafından asimile edilme süreçleridir.”(sayfa 9)
Yazar bu konuya yönelmesini, “…aydınlık ve gerçekten uygar bir dünyada yaşama isteğine ve bunun da toplumları derinlikli tanımakla mümkün olduğuna…” inandığına bağlıyor.
Yöntem ise, “…statükoların kurgularla dolu cafcaflı tarihine hayranlıkla bakmak yerine, halkların gerçek tarihini diyalektik yöntemle anlamak” biçiminde açıklar.(sayfa 4)
Burada elbette tarih felsefesi üzerinde çok durabiliriz, ancak konuyu daha ileriki geniş yazılarımıza bırakarak, bu kitaptaki tarihe yaklaşımın bilimsel olduğunu öne sürebiliriz.
Tarihe halkların gerçek yaşam dinamikleri açısından yaklaşılmaktadır.
Bunlar da başta iktisadi, sosyal, ekonomi politik, kültürel, eşitlik, özgürlük, adalet ve toplumsal refah gibi insanlık değerleridir.
Kim bunları baskılıyorsa despotik, kim geliştirip genişletiyorsa insancıl bir tutum içindedir.
Yazar da bu yönde çalışmasını derinleştirmekte ve gelecekte bu konularda daha kapsamlı yapıtlar sunacağı umudunu şimdiden vermektedir.
İnsanlığın üretim, üretkenlik, adil bölüşüm, eşitlik, özgürlük çizgisinde ilerlemesi gerektiğini söylemektedir.
Ancak yaşanan tarihin, yönetimler açısından hep, “…toprakları, madenleri, parayı, ganimeti, köleyi ele geçirme hesaplarından kaynaklandığını…” vurgulamaktadır. (sayfa 26)
Din ve Toplum Sosyolojisinin anlatıldığı 2.nci Bölümde, sayfa 26’da; “A. Smith, Keynes, Karl Marks, F. Engels ya da M. Friedman, iktisadi modelleri akademik düzeyde formüle edip anlattılar. Sistem yönetimleri de o formülleri alıp kullandılar…” denilmiştir.
Burada Marks ve Engels hariç diğer yazarların yaptıkları bir biçimde ortaklaştırılabilse bile, yine de her yazarın toplumsal katkısı farklıdır ve daha derinliğine ele alınmalıdır.
Marks ve Engels’in katkısı ise çok daha kapsamlı olarak toplumsal gelişmenin ve değişmenin- özellikle kapitalizmin- gelişme yasalarını saptamak ve bunlar üzerinden analizler ortaya koymaktır.
Yazarın burada dinlerin hangi toplumsal gereksinimlerle ortaya çıktığını ve yine egemen politik güçlerce nasıl ve niçin kullanıldığını genişçe araştırıp yazmış olması çok yerinde ve bilimseldir.
Yine hem alıntılarla hem de yazarın özgün yaklaşımıyla belirtilmiştir ki, dinsel ilkelerden hareketle farklı dinlere ve mezheplere sahip olan insanlar arasında eşit bir vatandaşlık ilişkisi düzenlenemez.
Bunun gibi bu yapıtta günümüze de göndermeleri bulunan çok sayıda saptama bulunmaktadır.
Kitabın çok sayıda bilimsel saptamalarından biri de, Türk kültür dünyasının bilimsel diyalektik işleyişi benimseyen bir yaşam kültürüne sahip olmasıdır.(sayfa 63)
Bir diğer önemli bulgu ise, “Alevilik ve Bektaşilik Felsefesini” anlayabilmek için; Şamanizm’e, tengriciliğe, maniheizme, Budizm’e, zerdüştlüğe inmek gerektiğidir.
Asya dinleri evrensel barış düşüncesini esas alan felsefi inançlardır.
“Atalarımızın tarihini öğreneceksek, bizim atalarımız halkın kendisidir.”(sayfa 250)
Burada gerçek bir tarih felsefesi olduğunu söylemek gerekir.
Kanımca sosyal tarihçilik budur.
Çünkü tarihsel ve toplumsal süreçlere, halkın yaşamına, egemen sınıflara diyalektik bir yaklaşımla ve “ekonomi politik” bakışla yaklaşılmaktadır.
Örneğin halkın merkezi feodal yapıyı tanımlaması şu şekildedir;
“Şalvarı şaltak Osmanlı/eyeri kaltak Osmanlı/ekende yok biçende yok/ yemede ortak Osmanlı”(sayfa 284)
Bir sistemin bölüşüm fotoğrafı ancak bu kadar güzel anlatılır.
Sayfa 285’de olması gereken bir yönetim felsefesi sunulmuştur.
Çalışma, adına da uygun olarak egemen güçler tarafından bin yıllık bir asimilasyon, kıyım ve diğer yok etme süreçlerini temelleriyle birlikte güzel, anlaşılır biçimde derlemiş ve ortaya bütünlüklü, bilimsel bir yapıt çıkmıştır.
Kaynakçaları güvenilir, günümüze olan göndermeleri yerinde ve yol göstericidir.
Yazarı Nayim Gül’ü bu kapsamlı, güncel konuyu derinlikli biçimde ele alıp kitaplaştırdığı ve toplumun hizmetine sunduğu için tebrik eder, yeni çalışmalarını da ilgiyle bekleriz.