Ayaz bir gecenin sabaha doğru yaklaşan saatlerinde Nare, yattığı yerden kalkıp birkaç parmak kalınlığında açık olan mutfak kapısından usulca dışarı çıktı. Karlar, bahçeyi oldukça doldurmuş, yanan ışıklarda inci gibi parlıyordu. Nare’nin yaşadığı daire, apartmanın giriş katındaydı. Yaşı gençti. Sağ göz bölgesi siyah, diğer göz bölgesi ise beyazdı, Bu durum onu sevimli yapıyordu. Dışarıda bir sevdiği mi vardır, bilinmez ama her sabah dışarı çıkışları neredeyse hemen hemen aynı saatlerdeydi. Aklına takılmıyor değildi, mutfak kapısı her gün aynı saatlerde neden birkaç parmak aralık bırakılırdı, hırsızların kol gezdiği bir ortamda? Bunu uzun süre düşünse de yanıtını bir türlü bulamayacağı kesindi.
Nare, yine bir gün sabah ezanı okunduğu saatlerde uyandı. Yattığı yerde gerinerek etrafına yarı uykulu gözlerle bakındı. Kendisini sokakta bulan ve annesini, odasında kalmasına zorla ikna eden Yalçın’a baktığında bacağının teki yataktan aşağıya sarkmış bir halde mışıl mışıl uyuyordu. Nare, genelde onun yanına yaklaşır, yorganın altına girerek onun vücut sıcaklığı ile birleşirdi. Onu birkaç dokunmasıyla uyandırır ve uzun süre bakışırlardı. Bu kez öyle olmamıştı. Nare, koridorun loş ışığında sessizce yürüdü. Bir odanın önüne gelince durdu. Gece lambasının ölgün ışığında yatan Yalçın’ın anne ve babası, birlikte şarkı söyler gibi oldukça güçlü horluyorlardı. Onların her gece neden böyle ses çıkardıklarına bir türlü anlam veremiyordu. Hırsız adımlarla mutfağa yöneldi. Karnı da acıkmıştı. Masada akşamdan unutulup buzdolabına konulmayan iki but tavuğun olmasına sevindi. Birkaç hamleyle tavuğu bitirdikten sonra mutfak kapısının aralığından dışarı süzüldü. Hava dondurucuydu. Yalçın’ın sokak kedileri için yaptığı, üstü eskimiş bir kazakla örtülmüş karton kutuya yaklaştı. Açılan delikten içine baktı, siyah irice bir kedi vardı. Kulaklarını dikerek ürkmüş bir halde geri çekildi. Kuyruğunu yukarı doğru kaldırarak ona karşı dost olduğunu belli etmeye çalıştı. Karanlıkta keskin bakışlarıyla bir süre karşısında bekledi, kedide hareket yoktu. Soğuk, vücudunu esir almaya başladığında titrer gibi oldu. Bahçeye yöneldi. Karların arasından birkaç dalı görünen çimlere yaklaştı. Patisiyle karları öteleyip kopardığı çimi yemeye başladı. Çimler kediler için önemliydi. Onlar için folit asit kaynağı olan çimler, vücutlarını temizlerken yedikleri tüylerini sindirim yoluyla kolay atmalarını sağlıyordu. İyi bir de lif kaynağıydı. Nare, bahçedeki büyükçe çam ağaçların altına yaklaştı. Burası karlı değildi. Patisiyle karların neminden gevşeyen toprağı eşeledi. Ardından kıçını açtığı küçük çukura yaklaştırıp kakasını yaptı. Bittiğinde dönüp baktı. Eşelediği toprağı yaptığı pisliğin üzerine süratle kapattı. Balkonda bir köşeye çekilip önce patilerini daha sonra vücudunu yalayarak temizledikten sonra mutfağa yöneldi. İçeri girmek üzereyken kutuya baktı. Kuyruğunu yukarı doğru kaldırarak dostça selamını verdi. Oysaki hemcinslerinin koku alma duyguları oldukça gelişmişti. Onun uyanmamasına şaşırdı. Geri dönüp bir kez daha yanına yaklaştı. İki kez pati attı, yine hareket yoktu. Kutuya biraz daha yaklaştı. Patisiyle son bir dokunuş daha yaptı. Kedi sessizdi. Onun öldüğünü düşündü. Hızla aralanan mutfak kapısından Yalçın’ın yattığı odaya geldi. Yatağın üzerine çıkıp kulaklarını dikleştirerek Yalçın’ı uyandırdı. Hareketleri hızlanmış, bir yatağa çıkıyor, tekrar aşağıya iniyordu. Bunu birkaç kez tekrar edince Yalçın uyandı. Kötü bir şeylerin olduğunu sezmişti. Kalkıp hızla giyindi. Nare, ayakları etrafında dolanıyordu. Yalçın’ın önünden yürüyerek onu balkona doğru yönlendirdi. Hava hafiften aydınlanmaya başlamıştı. Birlikte kutunun başına geldiler. Yalçın, kutuya eğilerek baktı, her zaman mutfak kapısına gelip içeri girmekte ısrar eden ancak verilen yemekleri alıp başka yerde yiyen siyah beyaz kırçıllı kedi hareketsiz yatıyordu. Bıyıkları donmuş bir halde ölmüştü. Nare, Yalçın’ın etrafında dolanmaya devam ediyordu. Yalçın, kutudaki kediyi ensesinden tutarak kendine doğru çekti. İçeri geçip bir poşet buldu. Onun içine koyduğu kediyi apartmanların biraz ilerisindeki boş bir arsaya götürdü. Getirdiği keser ile toprağı derince kazıp ölen kediyi mezarına bırakırken gözyaşlarını da salmıştı…
***
Nare, bir ay içinde çabuk büyümüştü. Yalçın onun her türlü aşısını da yaptırmıştı. Cinsel özgürlüğü için kısırlaştırmayı düşünmemişti. Nare’yi istemeyen annesi öylesine alışmıştı ki, ona en iyi mamalar alıyor, günün büyük bir bölümünde ise birlikte oluyorlardı. Önüne bıraktığı oyuncaklarla oynamasını gülerek izliyordu. Nare, bu oyuncaklardan çok, salonun ortasına atılan kırmızı bir pipetten hoşlanıyordu. Onu ön patisi arasına alıp yukarı doğru kaldırarak fırlatıyor ve tekrar düştüğü yerden koşarak alıyordu. Onunla yoruluncaya kadar oynuyordu. Yalçın, ona saklambaç oynamayı bile öğretmişti. Nare, önce yatak odasına koşarak saklambaç oyununu başlatıyordu. Perdenin arkasına veya yatağın altına saklanıyordu. Onu arayan, “Nereye saklanmış benim kızım?” diyerek, şakadan aradığını söylediğinde Nare, birden ortaya çıkıp hızla diğer odaya koşarak orada tekrar saklanıyordu. Koşuşturmalardan yorulduğunda koridordaki tabaktan suyunu içiyor, sonra da koltuğun ucuna kıvrılıp orada saatlerce uyuyordu. Artık tuvaleti için dışarı çıkmıyordu. Mamasının yanına konulan bir leğen içindeki kuma tuvaletini yapmayı öğrenmişti. Bazen leğenin ucuna baykuş gibi tüneyip tuvaletini yaparken Yalçın ve annesi bu durumu komik buluyorlardı. Böylesi bir durumda fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmiyorlardı.
Nare, bir gün mutfaktan çıkıp gittiğinde onu çevrede günlerce aradılar. Yalçın, bilgisayardan hazırladığı fotoğraflı ilanları, insanların alışveriş yaptıkları yerlerdeki direklere astı. Ancak, arayan olmamıştı. Annesi, ona öylesine alışmıştı ki, onu yavrusu gibi kabullenmişti. Kaybolduğundan beri geceleri uyuyamıyor, üzüntüsünden ne evin temizliğini ne de yemek yapabiliyordu. İştahı da kesilmişti. Yalçın’ın aramadığı yer kalmamıştı. Hatta mahallenin çocuklarını harekete geçirerek çevrede büyük bir operasyon bile yapmışlardı. Bir çocuk, ona benzeyen bir kediyi getirmiş ve kendisine ödül verilmesini beklemişti. Annesi, Nare olmadığını anladığı kediyi kabul etmediğinde çocuk: “Ama teyze o kedi gitti. Bakın bu kedinin de bir yuvaya ihtiyacı var. Şimdi soğukta titresin mi?” diye, sorduğunda kediyi kucağına alarak sevmiş ve onu da sahiplenmişti. Aldığı kedi, Nare’nin yerini tutmuyordu. Oyun bilmediği gibi günün büyük bir bölümünü uyuşuk bir halde kıvrıldığı yerde uyuyordu. Zaten birkaç gün sonra da sokaklara geri dönmüştü.
Gelebilir diye, açık bırakılan mutfak kapısından bir gece yarısı sessizce girip Yalçın’ın odasında her zaman yattığı yere kıvrılıp uyumuştu. Sabah evin ahalisi kalkıp onu bulduklarında sevinçlerinden ne yapacaklarını bilemediler. Annesi çığlık attığında kocası korkudan hızla yanına gelmiş, kalbini tutuyordu. Kapıya gelen komşuları ise kötü bir şey olup olmadığını sormuşlardı. Nare’nin bir daha kaçmaması için pencerelere tel örgüler yapıldı. Mutfağın kapısını artık açık bırakmadılar. Yalçın ve annesi her an onun peşinde geziyorlardı. Nare, özgürlüğün tadını bir kez almıştı. Sık sık pencere kenarına geliyor, dışarıyı seyrediyordu. Pencereye yaklaşan sokak kedileri ile miyavlayarak anlaşıyordu. Pamuksu bir kedi Nare’ye âşık olmuşçasına pencere önünden hiç ayrılmıyordu. Nare, eve her ne kadar alışsa da özgürlüğün tadını almış, sürekli bulabileceği bir delikten kaçmak için uygun ortamı kolluyordu. “Elbet bir yerden açık verecekler” diye de umut ediyordu. Kaçtığı gün ilk işi, bahçede ikinci kata kadar ulaşan çam ağacına tırmanmak olmuştu. O gün kedi olduğunu anlamıştı. Pençeleri ile ağacı kavramış ve kimsenin kendisini görmemesi için en yukarılara çıkmıştı. Uzun bir süre inmeyip yüksekten aşağılara baktı. Herkes bulunduğu yerden bir gün bıkarmış, o da ağaçta uzun süre kalmayıp inerek önce sokakta park etmiş bir aracın altına girdi. Motor kısmına doğru yaklaştığında tekerleğin kıyısında sıcaktan mayışmıştı. Bir süre sonra uyuya kaldı. Sokakta adımların çoğalması ve araçların çalışmasıyla uyanan Nare, yola çıktığında hava da aydınlanmıştı. Adımları ürkekti. Araçlar vızır vızır önünden geçiyordu. Hep karşıları merak etti. Araçların azaldığı bir ortamda zor da olsa karşıya geçip evden epeyce uzaklaşmıştı. Sokakta, kedi ordusu gördü. Birçoğu da çöp bidonlarının kenarına bırakılan poşetleri didikliyorlardı. Nare de yanaştığında diğer kediler pati atarak yanlarına yaklaştırmadılar. İçlerinde erkek olanlar çevresinde dolaşıp onu rahatsız ediyorlardı. Çöplükte dolaşan iri yapılı siyah bir kedi Nare’ye serenat yaparcasına miyavladı. Nare, onun kulakları dikişinden neler yapacağını sezmişti. Oradan uzaklaşmak istediğinde beceremiyordu. Kendini kapana kısılmış bir fare gibi hissetti. Siyah kedi, azgın bir halde Nare’nin üstüne çıkıp ensesinden kavrayarak o gün ona sahip olmuştu. Nare, özgürlük hayalinin başına çok şeyler açtığını düşünerek daha fazla uzaklaşmadan bir gece eve dönmeye karar vermişti. İşte o günden sonra hamile kalmıştı. Gün geçtikçe karnı şişiyordu. Yürürken karnı beşik gibi sallanıyor, memelerinin şişkinliği ise kızarmış bir halde belli oluyordu.
Karların eridiği ve güneşin olduğu sıcak bir ortamda Yalçın, Nare’nin rahat bir doğum yapması için yattığı odanın banyoya yakın bir bölümüne büyükçe bir kutu hazırladı. Annesi her gün onu takip ediyor, hareketlerinde farklı değişiklikler görüyordu. Nare, koltuk, kanepe etrafta ne varsa iki patisi ile sinirli bir şekilde tırmalıyordu. Doğumu yaklaştığı saatlerde kendini sürekli yalıyor ve yüksek sesle miyavlayıp yakında doğum yapacağını ima ediyordu. Bir sabah kutusuna geçti. Kırmızı bir akıntı bıraktı. Yalçın bu rengi görünce annesini çağırdı. Annesi Nare’nin halini görünce bağırmaya başladı:
“Geliyor! Geliyor! Yavrular geliyor!”
“İyi de anne ne yapmamız lazım?”
“Oğlum, onlar bizim gibi değiller. Doğuma kendilerini hazırlarlar.”
“Anne bak! Bak! Yavrunun teki göründü! Şu Allah’ın işine bak ya!”
Nare’nin yüzünde acı belirmişti. Gözlerini bir süre kapatıp daha sonra irice açtı. Anneliğin gururu yüzüne yansımıştı. Çıkan yavrusuna baktı. Yalçının annesi, yavruyu kavrayıp memesine doğru yaklaştırdı. Nare, onu hızlı hızlı yalamaya başladı.
“Anne ikinci de geliyor, ikinci!”
“Daha dur oğlum, dört de olur, beş veya daha fazlası da…”
“Anne bunun rengi farklı, neden?”
“Ne bileyim oğlum, babasını mı gördük? Öyle olurlar öyle… Onlar rengârenk doğum yaparlar…”
“Hey Allah’ım ne mucize! Anne, bak Nare’nin gözlerinden yaşlar geliyor. Garip garip sesler çıkartıyor.”
“Kolay mı evladım kolay mı? Seni doğururken ki acım tarif edilmez ki… Doğum anında ortalığı inletmişim. İşte bu nedenle annelik çok kutsaldır. Cennet, annelerin ayakları altındadır, sözü boşuna söylenmemiştir.
Farklı renklerde Nare’nin dört çocuğu olmuştu. Doğum yaptığı her bir yavrusunu gözleri henüz açılmamış bir halde yalıyordu. Doğan yavrular, meme arayışı içerisindeydiler. Annelerinin zorla kavradıkları meme uçlarını. minik patilerini bastıra bastıra emiyorlardı. Yalçın, doğum anını ve yavruların meme emişlerini videoya çekmişti.
Neyse ki ilkbaharın gelmesi yavruların sağlığı için umut olmuştu. Yalçın, balkonda hazırladığı güvenli bir yere kutuyu taşıdı. Yavrular, gün geçtikçe kendilerine geliyor ve sevimli bir yüz ifadeleriyle çevredeki komşuların ilgisini çekiyorlardı. Hatta sahiplenmek isteyenler de oluyordu. Yalçın, henüz meme emiyorlar gerekçesiyle isteyenleri geri çeviriyordu. Nare, bunu sezmiş olacak veya yavruları alınabilir korkusuyla onları arka bahçedeki ağaçların bol olduğu geniş boruların içine taşımış ve orada emzirmeye devam etmişti. Evden getirdiği yiyecekleri ise yavrularına taşıyordu. Kediler, insanlar gibi değildi. Önüne konulan uygun bir yiyecek olduğunda yiyor, doyduklarında ise bırakıp gidiyorlardı. Yalnızca yavruları için yemek taşıyorlardı. Hiçbir yiyeceği daha sonra yerim diyerek, açgözlüler gibi istiflemiyorlardı. Rızklarının Tanrı’dan geldiğinin de bilincindeydiler.
Nare’nin iki yavrusu kayıptı. Yan apartmanda oturan orta yaşlarda bir kadın, sürekli gelip gidiyor ve Nare’yle yavrularına bir kap içinde süt bırakıyordu. Yalçın, yavruların kayıplarından o kadını sorumlu tutuyordu ancak, aldığını da ispat edemiyordu. Nare, kaybolan yavrularına çok üzülmüştü. Yemeden içmeden kesilmişti. Bir akşam Yalçın’ın odasına geldiğinde karın bölgesinde geniş ve derince bir yara izi vardı ve kanıyordu. Ağzında ise göbek bölgesinden kopan et parçası vardı. Yalçın ve annesi Nare’yi kucakladıkları gibi veterinere götürdüler. Genç veteriner, kedilerin yavrularını kaybettiklerinde strese girebileceklerini ve kendilerine bile zarar vereceklerini belirtmişti. Yalçınla annesi eve döndüklerinde diğer iki yavruyu da bulamamışlardı. Anne oğul, perişan bir halde ne yapacaklarını bilemediler. Nare, bir haftaya yakın veterinerde kalıp tedavi görmüştü. Çıktığında dikiş atılan yerini tekrar tahriş etmesin diye, kafasına huni şeklinde bir plastik takılmıştı. Odasına geldiğinde masumca mama ve su kabının yanında yatıyordu.
Yalçın, yattığı yerden Nare’ye baktığında masum duruşuna ve yavrularının kaybolmasına içerliyordu. Annesi koltukta Nare’nin yaralı bölgesine bakıp gözyaşlarını bırakıyordu. “Yavrularını alıp götürenler, insan olamaz! Onların hiç mi yavruları yoktur?” diye, dizlerine vurarak söyleniyordu. Yalçın, ortamı yumuşatmak adına annesine sordu:
“Anne kedileri seviyoruz ama onlar hakkında neler biliyoruz ki?”
“Doğru söylüyorsun oğlum. Hiç araştırmadım. Nare’yi sevmekten ve onunla oynamaktan aklıma mı geldi ki?”
“Geçenlerde araştırdım. İstersen aklımda kalanları sana anlatayım.
Annesi gözyaşlarını sildi.
“Sevinirim.”
“Kedilerin evcilleştirilmesi Pliyosen Çağında yani bundan 5,3 veya 3,6 milyon sene öncesine dayanıyormuş. Günümüze çok az değişiklikle geldiği bilinmektedir. Bundan dokuz bin yıl öncesinde Antik Mısır’da evcilleştirilmiş kedilerin fosilleri bulunmuş. Bu ülke Ortadoğu’nun tahıl ambarıymış. Tahıllara fareler dadanınca vahşi kedileri üstlerine salmışlar. Daha sonra onları evcilleştirerek; İran, Hindistan derken Avrupa’ya kadar yayılmalarını sağlamışlar. Öyle zaman olmuş ki, Antik Mısır’da kediler kutsal sayılmışlar. Onları kasten veya kaza ile öldürülenlere ölüm fermanı çıkartılıyormuş.”
“İlginç bilgiler oğlum. Bak Nare’nin karnı acıkmış, mamaya gitmek istiyor.”
Yalçın, kalkıp mama kabını Nare’nin önüne doğru getirdi. Bir süre mamasını yedikten sonra su kabını da ağzına yaklaştırdı. İçerken yılan dokunmaz derler ama Yalçın sırtını sıvazlıyordu.
Minderine bıraktığında Nare’nin gözleri süzülerek kapanmıştı.
“Anne, çok sevimli hayvanlar. Nerde kalmıştık? Kedi öldürenlere ölüm fermanı demiştim. Bazı ülkelerde kediler şeytanlaştırıldı. Özellikle siyah kediler… Günümüzde biliyorsun onlara hâlâ uğursuzluk gözüyle bakılır. İnsanlar bence ırkçılık yapıyorlar. Bizler siyahilere böyle bir şey diyor muyuz? Hayır! Evcil kedilerin otuz sekiz kromozom ve yaklaşık yirmi bin gene sahiplermiş. Şimdiye kadar iki yüz elli genetik bozukluk tespit edilmiş ve Maine Coon gibi türdeki evcil kedilerin boyları ise bir metreye kadar yaklaşırmış. İki yüz otuza yakın kemikten oluşan iskelet yapılarıyla en fazla on beş yıl veya iyi bakıldığında yirmi yıl yaşarlarmış.
“Nare ölmez değil mi?”
“Daha genç. Umarım uzun yıllar yaşar. Anne, kediler Hristiyanlık yayılana kadar kutsal görülüyorlardı. Cuma günleri onlar için “Freya Günü” ilan edilmiş. Freya isminde arabasını kedilerin sürdüğü bir Tanrıçaya inanlar varmış. Daha sonra Orta Çağ Hristiyanlığında Freya lanetlendi ve kediler, cadılıkla ilişkilendirilip yakılarak öldürüldüler. Böyle olunca bu kez şehirlerde fareler her yerde cirit atmaya başladılar. Tahılları yiyerek kıtlığa neden olmuşlar. Veba salgını bütün Avrupa’ya oradan da dünyaya yayılmış ve tarihteki o büyük ölümler meydana gelmiş. Daha sonra Rönesans döneminde kedilerin kıymeti tekrar önemsenmiş.”
Yalçın’ın annesi, kafası plastik huni içindeki Nare’ye uzunca ve şefkatle baktı. Kalkıp onu kucağına aldı. Sırtını okşadı. Etini kopardığı bölgeye baktı, dikişleri yavaş yavaş kayboluyordu.
“Kuzum, seninle yine saklambaç oynayacak mıyız?”
Nare’nin bakışları masumlaşmış, gözlerine yaş dolmuştu.
Kim bilir belki de yavrularını özlemişti…
Ertuğrul ERDOĞAN