Müzeye yapacağımız ziyaret aylar öncesinden belliydi. Ziyaret günü yaklaştıkça, içim içime sığmıyordu. Hep şunun hesabını yapıyordum. Acaba duygusallığım o efsunkâr havada nasıl bir yol izleyecekti.
Kurtuluş savaşıyla ilgili fotoğraflarda karşıma neler çıkacaktı. Duygularım tavan yapmış, belleğim yeni bilgiler pompalıyordu.
Bedenim belleğime esir olmuş, gayrı ihtiyarı hareketler sergiliyordu.
Müze yolunda, herkes gibi sessizdim. Rehberimiz gelene kadar, belki de on defa müzenin giriş merdivenini çıktım ve de indim.
Dikkat çekmek diye hiçbir olgu aklıma gelmedi. Sinirlerim mi zayıflamıştı, bilemiyorum. İçeri girdiğimde o efsunkâr hava gerçekten beni yıktı.
İçeride çıt yoktu. Ayak sesleri bile kesilmişti. Rehberimiz elini kaldırdı. Koro yöneticisi gibi, ziyaretçileri yönetmeye başladı.
Fotoğraflardan gelen; “Ey yolcu” nidasıyla sarsıldım. “Allah Allah” sesleriyle yere yığıldım. Bir süre yanda uzandım. Kendime geldiğimde, “Bu topraklar şehit kanıyla sulanmıştır, çiğnetmeyeceğiz.” Sözüyle ayağa kalktım ve hep bir ağızdan:
Çiğnetmeyeceğiz, dedik.
Rehberimiz, Baş Komutan ATATÜRK ve silah arkadaşlarını fotoğrafta tanıttı. Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Rafet Pele ve arkadaşlarını saydı.
Arka sırada Baş komutan ATATÜRK ve silah arkadaşlarına yakışır, başları dik duruş sergileyen komutanlara sıra geldi. Birincisinden sonra ikinci komutanın adını söyleyemedi.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. “Dedem Osman Öztürk” dedim.
Resmin orijinalini çantamdan çıkardım ve rehbere gösterdim.
İşte, o benim DEDEM dedim.
Rehber, mikrofonu uzattı ve duygusallığımı yenebildiğim kadarıyla konuştum.
İçimdeki sevgi ve de saygıyı haykırdım…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularına ve Türk Milleti adına şükranlarını diledim.
Müzedeki ziyaretçilerle çok güzel diyaloglar yaşadım.
Günün mana ve önemini yaşayarak kutladık.





















