Mülkiye’deki öğrencilik yıllarımda- 78’gençliği dönemlerimizde- adını bilir, dizelerini okur, kitaplarını görür ve okurduk.
Şair, yayıncı, düşünür, araştırmacı, editör, yazar..
Konuşmalarını dinlediğimiz de oldu, çocuklarımız adına imzalı kitaplarını da aldık..
İlk karşılaşıp konuşmamız Dikmen’de Keklik Pınarı Pazarında idi.
Eşiyle birlikte Pazarda alış veriş yapmışlar, yol kenarında bekliyorlardı.
2000’li yılların başı olmalı..
Yanaşıp arabayla, sağ pencereyi açıp, “abi merhaba, bırakalım sizi evinize” dedim.
Teşekkür ederek geçtiler arka koltuğa ellerinde dolu fileleriyle..
Dikmen Caddesinden biraz devam edince solda tepedeki siteyi işaret etti.
Çıktık oraya, arabadan inip bir kaç dakika ayak üstü sohbet ettikten sonra, “görüşmek üzere” ayrıldık.
Dönüp bize, Kızılay’da İlhan İlhan Kitabevinde olduğunu söyledi ve kahve içmeye davet etti..
Bir kaç gün sonra uğradık Kitabevine, sohbet ettik, yeni kitaplarından bir kaçını imzaladı.
Bir kaç ay sonra ben, yine bir akşam işten dönerken, Keklik Pınarı Pazarının önünden geçerken yol kenarında pazar çantasıyla beklediğini gördüm Muzaffer Abinin..
Yine durup davet ettim.
Geldik, Ankara’ya yüksekten bakan Dikmen sırtlarındaki evinin önüne.
İndik. Güneş batmış karşı ufukları bir kına kızıllığı sarmış ve beri yanda çeşitli renklerde gece ışıkları yanmıştı Batıkent taraflarının..
Dedi ki, bana; eliyle karşı tepeleri ve ışıkları göstererek..
“Şu ışıkları görüyor musun, ne muhteşem, Ankara Işıkları isimli bir yazı kaleme alacağım, sanki “Kuvayı Milliye Atlıları gibi”…
Sonra da,” varsa vaktin eve geçelim, hem iki tek atar hem de sohbet ederiz biraz..”
Ben; “abi bir yere yetişeceğim, bir başka akşam yapalım” diyerek izin istedim..
Keşke.. keşke… geçseydim..
Nasıl bir “muhteşem geceyi” kaçırdığımı sonradan anladım..
“İkinci Yeni” yi sorardım, elbette yazılarını-kitaplarını, yaşanmışlıklarını… Dostlarını..
Ekonomi Politiğin edebiyata yansımalarını..
Yaşamımda, beyinsel hazların doruğundan döndüğüm anlardan biri de budur.
Toprağın Türkiye topraklarınca bol olsun sevgili ağabey..