Felsefeci ve edebiyat eleştirmeni Füsun AKATLI’ya göre mutluluk, bazı felsefi akımların konusu olduğu kadar gündelik yaşamın da sorunu olmuştur hep. Mutluluk üzerine söylenenler, yazılanlar, verilen reçeteler çok ve çeşitlidir. Örneğin mutluluk bir yaşama biçimi midir, bir tavır alış mıdır? Anlık mıdır, sürekli midir? Durgun mudur, atılımlı mıdır? Kavramsal mıdır, olgusal mıdır ve giderek amaç mıdır, araç mıdır? Bu sorulara yöntemli bir düşünüşle cevap ararken birbirine hiç benzemeyen iki durum, iki mutluluk anlayışı çıkar karşımıza. Bunlardan biri sahtedir. Sahte mutluluk bireylerin ve toplumun önüne yaşamın tek amacı olarak konulan aldatıcı ve uyuşturucu balondur. Bu tür mutluluk anlayışı; tuzu kuru olmayı, gününü gün etmeyi, sorumsuzluğu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ilkesini önemser, benimser. Bu tür erdemsizlikleri içeren, insanın özüne aykırı ve hazıra konucu mutluluk anlayışı, kafası ve yüreği yozlaşmamış bir insan için değildir. Diğer mutluluk anlayışı ise insanın doğa, toplum ve kendisi ile olan çelişkilerine, çatışmalarına, sorunlarına gerçekçi, ölçülü ve uyumlu çözüm yolları bulmasını, bu amaçla mücadele etmesini gerektirir.
Mutluluk, insanın çevresiyle ve kendisiyle her türlü çelişkisini, çatışmasını, sorununu aşması ve bir uyuma ulaşması olarak algılandığında, sürekli bir durum, bir son durak değildir. Bir aşama ya da uğrak noktasıdır. Buna göre başarıyla sonuçlanan her mücadele insanı mutlu eder ama bu bir son değil aynı zamanda yeni bir başlangıçtır. İnsan, yaşamın her alanında mücadele ettiği, kendi özüne uyan işlevini yerine getirdiği ve kendini gerçekleştirdiği sürece mutlu olur. Böyle algılandığında mutluluk, hiçbir zaman ulaşılamayacak bir düş olmaktan çıkar; gerçekçi, erdemli ve ulaşılabilir bir amaç ve yaşam olarak tanımlanabilir. (Füsun AKATLI; Niçin Diyalektik, s. 13-15)
Mutluluğun bir de ekonomik, toplumsal ve psikolojik boyutları vardır. Günümüzde pek çok kişi; içinde bulunduğu toplumu, ailesini ve kendini yeterince ve gerçekçi biçimde algılayamadığı için, sahip olduğu ekonomik olanakların, beceri ve yeteneklerin ötesinde ve üzerinde bir yaşam biçimi düşlediği için mutsuzdur. Bu yanılgılı algılama; insanı yaşadığı gerçeklerden koparmakta, düşler dünyasına götürmektedir. Örneğin; işsiz ya da düşük ücretli birinin çok pahalı otomobillere sahip olmak istemesi, bir genç kızın beyaz atlısını beklemesi, yeteneksiz bir gencin milli sporcu olmayı arzulaması, bir başka gencin kendisini müzik ya da sinema alanında bir yıldız (star) olarak düşünmesi, insanı gerçeklerden koparan ve çoğu kez mutsuzluğa götüren birer yanılgıya, hayal kırıklığına dönüşebilir.
Psikoloji alanında düşlerini abartan ve gerçeklerden kısmen kopanlar nevrotik (nevroz), tümüyle kopanlar ise psikotik (psikoz) olarak adlandırılır. Nevrotikler, uyumsuzluğun hafif olanlarıdır. Nevrotiklerin, toplumsal ilişkilerinde bazı uyumsuzlukları ve sorunları vardır ama bu durum onların iş ve evlilik yaşamlarını sürdürmelerine engel olacak düzeyde değildir. Psikotikler ise uyumsuzluğun ağır olanlarıdır. Psikotikler; iş ve aile yaşamını çoğu kere sürdüremezler, saldırgan ve tehlikeli olabilirler. Nevrotiklerin ve psikotiklerin çok farklı türleri ve düzeyleri vardır.
Ruh sağlığını korumak ve mutlu olmak için bulunduğumuz her yerde, her ortamda ve her durumda tüm insanlarla iyi ilişkiler içinde olmalıyız. İnsan ilişkilerinde önyargılardan uzak, yıkıcı ve incitici değil yapıcı, birleştirici ve kibar olmak, insanın kendisini daima daha iyi, daha huzurlu ve daha mutlu hissetmesini sağlar. Denilebilir ki içinde yer aldığı toplumsal gruplarla uyum içinde olmak, hayatta insanı en çok mutlu eden tutumdur. Bu grupların ilki ve en önemlisi ailedir. Aile bireyleriyle, yakınlarımızla, arkadaşlarımızla ve tüm insanlarla ilişkilerimizde uyumsuz ve çatışma içinde olmak insanı en çok mutsuz eden tutumdur. İnsan ilişkilerinde ortaya çıkabilecek çatışmaların ve sorunların çözülememesi, uyumsuzluğun sürekli olması ise davranış bozukluğunun başladığının (ruh sağlığının bozulmaya başladığının) belirtisi sayılabilir.
Yıllarca psikologa ya da psikiyatriye gidin, yüzlerce kez bireysel ya da grup terapisi seanslarına katılın, sonuçta size söylenecek olan şudur: “Uyumlu olun”. Ama size bu doğrudan söylenmez. Hani, avukatın oğlu da avukat olunca, babasının 25 yıldır sürdürdüğü davayı ilk duruşmada sonuçlandırınca, koşmuş da babasına heyecanla; “Baba, baba senin davayı ilk duruşmada bitirdim, kazandık.” deyince, babasının “İyi halt ettin, ben 25 yıldır evi nasıl geçindirdim, seni nasıl okuttum, hiç düşündün mü?” demesi gibi, katıldığınız terapilerin ilk seanslarında size hemen “Uyumlu olun.” denmez. Bu, zamana ve seanslara yayılarak, yavaş yavaş söylenir. Ama yaşamın gerçeği ve mutluluğun yolu bu kadar da yalındır: “Uyumlu olmak.”
Mustafa HAYIRLI