Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, öncelikle mezhepler konusunda temel dini bilgi mahiyetinde kategorik açılım yapmak gerek.
Diğer dinlerde olduğu gibi, İslam dininde de mezhepler bulunmaktadır. İslamdaki mezhepler, iki kategoride ele alınır. Birinci Kategori, Amelde yani uygulamada veya pratikte mezhepler, diğer kategori de, İtikad’da yani inançta/akaidde mezhepler.
Amelde mezhepler, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli ve farklı boyut ve açılımlarıyla Şia veya Şiilik tir. Buna karşın, itikattaki mezhepleri, en başta Maturidi Eş’ari, Mu’tezile olarak üçe ayırabiliriz. İtikadda başkaca mezhepler olsa bile, bu üçü insanlar arasında biraz daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumda Mu’tezile İslam dininde itikadi mezhepler arasında bulunan bir çeşittir. Mutezileci akım, amelde kendilerine göre diğer ameli mezheplere göre daha rasyonel gördükleri için “Ehl-i Sünnet vel Cemaat’i tercih etmişlerdir. İstisnaları olsa da.
Mu’tezile ile Protestanlığı ilişkilendirmek için öncelikle Mu’tezile’den kısaca bahsetmek isterim. Mu’tezile, miladi 8. yy da, Hasan Basri’nin öğrencisi, Vasıl Bin Ata’nın Allah’ın sıfatı ve zatıyla farkı ve de iradenin tecellisi noktasında farklı görüşleriyle ortaya çıkmıştır.
Mezhebin temel hareket noktaları, Tevhid, Adalet, Va’d ve Vaîd (Söz ve tehdit, kişinin amelinin yaratıcısı oluşu), el Menziletu beyne’l-menzileteyn (büyük günah işleyenlerin iman ve inançsızlık arasında bir yerde bulunmaları), amelin imandan bir cüz (bölüm) olarak görülmesidir. Başta Vasıl Bin Ata olmak üzere, mezhebin takipçileri, Allahın sıfatları ve zatı konusunda, kaderin açıklanması konusunda [kişimin amelinin (fiilinin) yaratıcısı olması] el Menziletu beyne’l-menzileteyn (büyük günah işleyenlerin iman ve inançsızlık arasında bir yerde bulunmaları) vb. yönlerden Ehl-i Sünnet ten ayrı düşünürler. Allahın zatıyla sıfatları birleşiktir, ayrılmasının kişiyi şirke kadar götüreceğini vurgularlar. Bu ve bunun gibi farklı görüş ve düşüncelerinden dolayı özellikle de günah-ı kebair (büyük günah) işleyen birinin mü’min kalamayacağı üzerindeki tartışmadan dolayı Vasıl Bin Ata hocasından farklı düşündüğünü ifade etmiş, bunun üzerine, Hasan Basri Vasıl Bin Ata için, “gad i’tezele Vasıl” (Vasıl bizden uzaklaştı/ayrıldı) demiştir. Mezhebin ismindeki Mu’tezile kelimesi H. Basri’nin “i’tezele” betimlemesiyle ortaya çıkmıştır.
Bir kısım din bilimcisi ve düşünür, mu’tezile’nin başlangıcını Hz. Ali ye kadar dayandırmışlardır. Bu noktadan ameli mezheplerden şiilik mu’tezileyi daha yakın görmüştür. Bu yaklaşım dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de adı tam olarak konularak veya konulmayarak sürdürülmüştür. Günümüzün reformist İslam düşünürleri üzerinde de bu rasyonalist yaklaşım tarzı çoğunlukla görülmektedir. Kendi çıkış zamanında Hint ve Yunan felsefesinden de etkilenen bu itikadi mezhep, felsefeyle olan yakınlığından dolayı, “kelam” ilminin/biliminin doğmasına neden olacaktır.
Bu temel bakışlarıyla, Mu’tezile, ortaya çıktığı dönemden başlamak üzere, İslami düşünce tarihinde “Rasyonalizm” akımının başlangıcını oluşturmuşlardır. Akıl ile “nakil” (nas/ayet hadis) çakışmasında aklı bunlara göre biraz daha üstün tutmuşlar, ya da nakli akla göre yorumlamışlardır. İslam dininin “efela ya’kilun“, (akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, ayet bölümlerini desteğine referans göstererek.
Mu’tezile Batının Karanlık Çağına Işık Tutmuş ve Rasyonalizm’e Öncülük Etmiştir:
Mu’tezile, Batı dünyasının “karanlık çağı”nda “rasyonalizm” düşün sisteminin, teokratik yaklaşımlı başlangıcını oluşturmuştur. Bu başlangıç ta, İslam’ların Endülüs Emevi devletinin de etkisiyle “Gırnata/Granada” “kurtuba” da bulunan medreselerinde İslami temelli rasyonalist açılımları tanımışlardır. Bu etkinin ürünü olarak, yine din bilimcisi olan Martin Luter 15 ve 16. yüzyılda, batı İsevi inanç sisteminde Katolik ve Ortodoks’luk mezheplerine yeni bir açılım veya açıklama getirerek Protestan lığın otraya çıkmasını sağlamıştır.
Martin Luter, Von der Freiheit des Christenmenschen (Hıristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) adlı kitabıyla Kilise engizisyonları vb. uygulamalar nedeniyle adeta mutad İsevi öğretisine meydan okumuştur. Luter Protestanlık ile, Dogma olan İseviliği (Hristiyanlığı) biraz olsun dünyevileştirmiş ve tam anlamıyla rasyonalist çerçeveye sokmaya çalışmıştır. İşte bu bağlamda, miladi 8. yüzyıllardaki Mu’tezile, miladi 15-16. yüzyılda temelleri atılan protestanlığa ve de Avrupa Rönesans hareketine esin kaynağı olmuştur. Protestanlık, ekonomik alanda “protestan” ahlakını da beraberinde getirmiş ve bu günün servet birikimine ve bu günün kapitalizmine dinsel boyutta kaynaklık etmiştir.
Ne gariptir ki, kar paylaşımı ve servet birikimini desteklemeyen veya kerih gören İslam dini, Mu’tezile ile kapitalizme kaynaklık etmiştir. Ve aynı şekilde ne gariptir ki, Martin Luter ve sonraki dinsel kaynaklı ekonomi politik düşün adamları K. Marx ve Hegel vb. lerini etkilemiş ve buradan da özde servet birikimine karşı olan materyalist tabana oturmuş “sosyalizm” düşün sistemi ortaya çıkmıştır.
Hem İslam’ın hem Sosyalizm felsefesinin özündeki servet birikimine karşı olma, özel mülkiyetin sahipliği hariç birbirine hayli yakın düşünceler oluşturmuştur. Bu dinsel ve/veya materyalist akımları takip eden kitleler de asırlardır dev küresel sermayeler aracılığıyla birbirini kırmış veya yemiştir.
Hal bu olunca, hangisinin “iyi” hangisinin “kötü” şeyler olduğu konusunda ciddi tereddütler bulunmaktadır. İyi ile kötü kavramları siyah ile beyaz renkleri gibi net bir şekilde birbirinden ayırt edilemese bile, ketegorik düşüncenin verdiği rahatlıkla sanatçılar “iyi” ile “kötü” arasında kocaman bir fark var demişlerdir.
“İyi ile “kötü” arasında irice bir fark var,
“İyi ile “kötü” arasında iyice bir fark var,
“İyi ile “kötü” arasında kocaman bir fark var, der rep sanatçısı müziğinde.
İyilerden olmamız dileğiyle esen kalın efendim.
Not:
Bu yazı, http://www.bilgiagi.net, http://www.timeturk.com, http://www.bilgievreni.com, http://www.haberanaliz.net http://www.siyasalforum.net, http://www.gunesgazetesi.net, http://www.kamudanhaber.com http://www.gercekgazete.web.tr, ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Balıkesir Demokrat, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.
İslam’ın kar paylaşımını ve servet birikimini kerih görmeyen…. ifadesine katılmadığımı belirtmek isterim.
Çünkü islam herşeyden önce çalışanın kazanacağına dair garantinin verildiği en önemli din olarak karşımıza çıkar. Buradan bakınca çalışanın servet biriktirmesi de mubah hatta seveptır bu babta.
Mutezile’nin felsefe ve dinler tarihi üzerindeki etkisine gelince;
Aklıma gelen ilk şey; Mutezile’nin özellikle kaza ve kader gibi konularda ve akıl-nakil dualizminde insan iradesi ve insan aklını öne çıkaran bir anlayış olmasıdır.
Mutezile bu haliyle hem batıdaki rasyonel arayışların felsefi dayanaklarından birisi olmuştur hem de doğudaki Eşarilik Mzehebi ve Cebriyye gibi teslimiyetçi akımların önündeki en büyük engel olarak İslam filozofisi içerisinde önemli tarihsel roller üstlenmiştir.
Yazınızın üzerine bu saydıklarımı da eklediğimiz zaman Mutezile akımını bir mezhepten ziyade aydınlanmacı (rasyonalist = akılcı) bir felsefi düşünce akımı olarak görmek -bence- daha yerinde olur.
Mutezile deyince aklıma hep değerli hocalarımızdan Niyazi Öktem gelir. O’ndan derslerinden edindiğim bilgileri de tartışmaya kattığımda Mutezile karşımda Fahrettin Razi’nin akılcı düşüncesinde vücut bulan ve Avrupa’ya karanlıklarda yol bulan bir ışık olarak görünür.
Her ne kadar akla tefrit derecesinde önem veren Mutezile zaman içinde tarihsel rolünü kaybetmiş olsa da kendisinden etkilenen ve İslam Aydınlanmacı düşüncesinin göz bebeği olarak kabul edilen Fahrettin Razi gibi bir düşünür ve filozofu hediye etmiştir.