“Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” anlayışından, “Öldürdüklerim öldürdüklerinden daha fazladır” anlayışına varmak ve bu anlayıştan kıvanç duymak…
Daha fazla öldürdüm diye övünmek, övülmeyi beklemek…
Başarılı olmanın ölçüsünü ‘daha fazla öldürdüğüne’ indirgemek…
Oysa öldürmenin her türlüsüne karşı olmak ve her ölünün ölümüne üzülmek erdemin ve kemalin nişanesidir…
Bunu boyalı bir bez ve boyasız çocuklar ile sen mi sağır vicdanlara duyuracaksın? Hatta bunu söylemenin zamanı değil diyenler de olabilir…
Tamam da bu kadar insan öldürülüyorken 'O zamanı' kim belirleyecek?
Evet, “Sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin? 10/42" ayetinden haberdarım fakat bu ayetin ilk kısmında işlenen "Onlardan sana kulak verenler de vardır.” kesimini hedef kıldım ve onlara seslenmeyi amaç edindim… Ötesi Allah’a kalmış bir şey…
Hatırlayanlar vardır, eskiden evlerimiz kilitsizdi. Sonraları tek anahtarlı olmaya başladı. Şimdiler de ise evde yaşayan her bireyin bir anahtarı var. Çünkü artık evde sürekli kalan olmuyor. Eve gelişler belli değil. Kimi çalışıyor, kimi öğrenci, kimi dershanede ve liste uzayıp gidiyor… Günümüzde ise kilitlerin ötesinde tedbirler alınmakta ve buna rağmen ne can ne de mal güvenliğinden emin olunmamaktadır…
Kilitsiz dönem emniyetin kaim olduğu yani herkesin ‘Emin’ olduğu dönemdi. Eminlik sıfatı insanı şemsiye gibi hayatın sıkıntılarından koruyan bir iksirdir. Emin insanların çok olduğu toplumda emniyet güçlerine de iş düşmemektedir
Kaldı ki emin toplumlarda emniyet tedbirlerine de gerek kalmayacaktır. Allah’ın Basir sıfatına olan iman, mobese ihtiyacını en derin anlamıyla karşılamaktadır zaten. Tek anahtarlı dönemler ise annelerin çalışmadığı dönemdi. Sonraki dönemi de anlatmamıza gerek yok, çünkü bizatihi yaşamaktayız.
Evet, ne ‘emniyet’ kaldı ne de düzen…
Kaçımız evden çıkınca komşumuza anahtarımızı verebiliriz? Onu da geçtim, kaçımız komşumuzu tanırız? Komşumuzun evini haftada bir temizliğe geleni camdan görmekten başka orada kim oturur, kim yaşar, nasıl geçinir, engelli mi, yaşlı mı haberdar olanımız var mı?
“Evinizde pişen yemekten, komşunuzun hakkını verin. Allah’a ve kıyamete inanan, komşusuna iyilik etsin!” diyen Peygamberin ümmeti değil miyiz?
Ya komşusuna iyilik etmeyenler! Onlar iman etmemişler mi? Bırakın yardım etmeyi tanıyor muyuz?
Yoksa bizler de mi komşumuz kokuşunca öldüğünden haberdar olma yolundayız.
Kokuşan cesetler ancak ve ancak kokuşan kültürlerde olur. Ve unutmayın ki, kokuşan kültürler kokuşmuşların eseridir.
“Vallahi mü’min olamaz ve sebebini de “Şerrinden, komşusu emin olmayan kimse ” diye açıklayan Muhammedî ahlakı ne kadar da yozlaştırmışız. Bunun gibi yozlaşan birçok değerimiz var.
Madem komşusu şerrinden emin olmayan mü’min değildir; komşumuz şerrimizden emin mi? biz komşumuzun şerrinden emin miyiz? ve bu ‘küfür sıfatının’ sınırına nasıl geldik? Artık bunları kendimize sormamızın zamanı geldi sanırım.
Oysa göğsümüz kabara kabara söylediğimiz bir şey vardı, bilmem onu da hatırlayan var mı?
Müslüman olmayanların dine neden girdiklerini sorgulayan o cümle; “Niçin Müslüman oldular?” Ve… Hayat! Bunun aksini sorgulamamızı gerektirdi, farkında mısınız? Farkına vardırmak adına ben de bunu tersten sormak isterim; “Niçin İslâmî ahlaktan uzaklaştılar? Niçin İslam’a ve Müslümanlara yabancılaştılar?”
Aslında bu minvalde sorulması ve sorgulanması gereken o kadar çok neden ve niçinlerimiz var ki!
Coğrafyamızın, toplumumuzun ve haliyle gençliğimizin hali pür melali ortada…
Madem yabancılar dinimizdeki güzelliği fark ederek dinimize girmektedir. Peki, ben size şu soruyu soruyorum; gençliğimizin ve toplumumuzun dinden ve dindardan uzaklaşma sebebi nedir?
İslam’ın teorisiyle İslam’a ısınıp dâhil olanlar, Müslümanların pratiğiyle İslam’dan soğuyup uzaklaşmaktadırlar.
Herkes düşüncesinde elbette ki özgürdür, fakat bu değişimde ne kadar sorumluluğumuz var, hatta bizler bu değişimde ne kadar ‘sebebiz’? Bunları düşünmemiz ve cevap vermemiz gerektiğini hatırlatmak istedim sadece.
“Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer'den onu.”
Gerçi coğrafyamızda ne Ömer kaldı ne de kuzu; fakat olur umuduyla ve bu sorumluluk hissiyle başta kendime olmak üzere herkese peş peşe birkaç soru sorma gereği hissettim.
Bu yozlaşma ve vurdumduymazlıkta bizim rolümüz nedir?
Gençliğimizi küfür ve dinsizlik ile itham etmekteyiz, fakat bunun sebeplerini es geçmekteyiz.
Niçin kötü yola düştüler?
Niçin dağa, bayıra çıktılar, niçin inemiyorlar?
Dicle kurudu, etrafında otlayan ne koyun ne de kuzu kaldı, haberiniz olsun!
Kurda gerek kalmadı, Dicle’nin yeşerttiği topraklar çölleşme safhasında bilginiz olsun.
Ne oldu da “Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” anlayışından/kültüründen kardeş katili olan bir toplum yarattık/oluşturduk?
Ne oldu da “Niçin Müslüman oldular?” dan, kendi iç dinamiklerinin dahi “Niçin İslam’dan uzaklaştılar?”ı sorgulama gereği duyan bir hal aldı bu toplum?
Nerden nereye, niçin?
(M. Burhan HEDBİ)