Muslukları açık tutmakta ısrar etmek, toplumu tüketime zorlamaktır. “Hazıra dağ dayanmaz,” sözüne rağmen, üretmeden tüketmeyi benimsemek, günümüz insanının çıkmazıdır.
Ülkelerin tüketici konumuna düşmesini isteyen, uluslararası küresel şirketler, pazar paylarını artırmanın peşindeler. Bu manada “Ulus devletleri” öncelikle tüketim toplumu haline getirmenin yolunu açmaya çalışmaktadırlar.
Ulus devletlerin amaçlarına uygun bir düzene gelmeleri için çeşitli sosyal uygulamalar yapmaktadır. Bunlar arasında; toplumu israf ve aşırılığa teşvik etmektedirler. İsraf ve aşırılığı; farklı reklam ve moda tasarımlarıyla insanların duygusallığına şırınga etmektedirler.
Çok uluslu şirketler, israfı “İtibardan tasarruf edilmez,” gibi sözlerle toplumsal bilince kabul ettirirler. Bunun sonucunda, israfın getirdiği sosyal ve psikolojik sorunları kullanarak ulus devlette kargaşa çıkarırlar. Cezayir, Tunus, Libya, Irak, Filistin, Suriye ve Ülkemiz gibi.
Küreselleşme adına girdikleri ülkelerde kan ve göz yaşından başka hiçbir şey vermeyen bu insansılara; ulus devlet yönetimlerinin, Cumhuriyet, egemenlik, özgür olma, hukuk ve adalet ile üretimle, cevap vermesi gerekir.
Bu değerleri ters yüz edip küreselleşmeye “Yeni dünya düzeni” şeklinde bakanların halkı yoksullaştırmak ve özgürlüğünü kısıtlamak gibi başka düşüncelere hizmet ederler.
Muslukları açık tutmakla, tüketime yönelmek, gayet masum gibi görünmektedir. Fakat küresel güçlerin gerçekleştirdiği, sosyal tasarımlar olayı çözümsüz hale getirir. Dikkat edilirse çözümsüzlüğün boyutu büyüktür.
Liberal ekonomiyi işler hale getirmek isteyen küreselciler, Ulus devletlerde üretimi engellemektedirler. Örneğin, köylerde toprakların işlenmemesi ve şehirlere göçme anlayışı getirildi. Bu anlayışın bilinçli yapıldığına inanıyorum. Memur olan şehirlere gitti. Yaşlı ana ve babalarını da yanına aldılar. Böylece topraklar boş kaldı. Böylece topraklar çoraklaştı. Aile ekonomisi denilen kendilerine yeterlilik anlayışı da bitmiş oldu. Bugün köylerde dahi günlük ihtiyaçlar marketlerden alınır oldu. Toprak işlenmediği gibi hiçbir hayvan da beslenmiyor. İnek, koyun, keçi, tavuk ve arı artık mazide kaldı. Süt ve yumurta gibi köylünün temel besin maddeleri marketlerde alıcısını beklemekte.
Bu durumda yeni nesil, topraktan uzak kaldı. Büyük baş ve küçük baş hayvan kavramı bilinmez oldu.
Üretimin aksaması için önemli sosyal değişim deneyen uluslararası şirketler amacına ulaşmış oldu. Toplum ister istemez, “Tüketici” devlet ise “İthalatçı” durumuna düştü. Muslukları açık tutan, israftan kaçınmayan, aşırılığı üstünlük olarak kabul eden, yöneticiler tüketim toplumu oluşumunda rolünü çok iyi oynadılar.
Ulus devletlerin düşürüldüğü sıkıntının çözümü kolay değildir. Çünkü sıkıntı öyle bir problem haline gelmiştir ki üzerine yenileri eklenerek karşılarına çıkmıştır. Toplumsal problemlere neden olan etkenler, çeşitli reklamlarla, sosyalleşme adı altında kabul ettirilmiştir. Örneğin moda dünyasının gösterişli giyecekleri üstünlük adı altında insanlara sunulmuştur. Yapılan israf, ayrımcılığı da tetiklemiş ve sınıfsal problemler doğurmuştur.
Tüketim toplumunda, çağın vebası olan israfın boyutlarına dikkat etmelisiniz, demekten kendimi alamıyorum.
Ailede çocuklar tüketicidir. Belki de aile bireylerinin en çok masraf çıkaranıdır. Bir ailenin günümüzde peş peşe üç çocuğunun olduğunu düşünebiliyor musunuz? Aile ve daha geniş kitleler battı demektir. Ana ve babaya iş imkânı sağlamadıktan sonra söylenen her şey boşuna olmaktadır.
Toplumu eğitimli hale getirip tüketim yerine üretimi ön plana almak gerekmektedir.
Hasan TANRIVERDİ