“Gecesi sabahında unuttuğum sevgili”
“En büyük hata, hayata güvenmemektir.”
Canım yanıyordu, gördüklerim insanlık dışıydı. Korkmuş,ürkmüş ve kendimde dahil tüm insanlardan iğrenmiştim.Kusmak istiyordum, terle karışık soğan kokusu mide bulantımı daha da azdırıyordu.Kendimi ayağa kalkmaya zorluyordum, fakat ayaklarım beni dinlemiyor ve yerimden kıpırdayamıyordum o anda. Sanırım yanımdaki ihtiyarda fark etmişti bendeki tedirginliği ve dönüp bana;
“İyi misin evlat?” diye sordu.
O an konuşabilseydim eğer, büyük ihtimalle haykıracaktım. “HAYIR HİÇ İYİ DEĞİLİM, SENDEN DE TÜM İNSANLARDAN DA İĞRENİYORUM.” Diyemedim.
Sadece gözlerimi kırptım, bunu görüp görmediğini bilmiyorum, fakat bir süre sonra eski rutine döndük. O anlattı, ben dinledim. Ben dinledikçe o anlatmaya devam etti.
Bir süre yolculuğumuz böyle sürdü.
Yolun bir kısmında otobüs durdu, yeni bir yolcuyu aldı ve yola devam ettik. Yeni yolcuyu pek net seçemedim. Sadece bir an o da çok kısa bir süre şoförün tepe ışığından gördüm. Uzun boylu, zayıf, avurtları çökmüş, yüzünde en azından 3-4 günlük sakal olan kısa saçlı, sırtında askeri kaban olan birisiydi. Şoförle kısa bir an bakıştıktan ve birkaç kelimeden oluşan sohbetlerini ettikten sonra süzülerek (evet yürümek denemezdi, daha çok süzülüyor gibiydi) yanımızdan geçti ve en arka sıraya yerleşti. Yanımızdan geçerken çok kısa bir an göz göze geldik onunla. Çok kısa bir an!
Tanıdık gelen bir şeyler vardı onda, fakat bilmiyordum ne olduğunu.
Yolculuğumuzun sonuna geldiğimizi en azından yakında geleceğimizi umarak sıkı sıkıya hayata tutunmuş yoluma devam ediyordum, tüm diğer yolcularla. Bir yandan da bugün gördüklerimi (düşlerimi) düşünüyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Otobüs yavaşladığında yine bir şeylerin başlamak üzere olduğu anladım. Çünkü terle karışık korkuyu duyumsamaya başlamıştım.
Bir anda etrafımı insanlar sarmıştı. Ellerinde her türlü alet vardı. Sopalar, baltalar, bıçaklar, çapalar ve bana kim olduğumu soruyorlardı. Bir an şaşırıp kaldım ve ardından adımı söyledim. Bana kimlerden olduğumu sordular ve o anda fark ettim ki onlarla birlikte Kürtçe konuşuyordum (Kürtçe bilmediğim gerçeğini düşünürsek bu oldukça garip bir durumdu). Bana kimlerden ve nerede yaşadığımı sordular, onlara kimlerden olduğumu ve onların nerede yaşadıklarını söylediğimde beni de yanlarına alarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladık.
Nereye gittiğimizi sormaya çekiniyordum. Fakat biliyordum ki bu işin sonunda yine kötü bir şeyler olacak. Bir köye yaklaşıyorduk. Her adımda sanki yanımdaki insanlar daha da hırslanıyorlardı. Adımları sıklaştıkça nefes alıp verişleri de aynı ölçüde artıyor ve ellerindeki aletleri hızla sağa sola sallıyorlardı. Ve artık koşmaya başlamışlardı. En öndeki adamın önüne gelen bir çocuğa hızla elinde sopayla vurduğunu gördüğümde yaşadığım şok hiçbir kelimeyle anlatılmazdı. İçlerinde bulunduğum garip topluluk yaklaşık olarak elli ve belki de daha fazla kişiden oluşuyordu. Ve hepsinin de gözünü hırs ve nefret bürümüştü. Ve hep bir ağızdan “Allah” diye bağırıyor ve ekliyorlardı. “Hepsine ölüm” kimseye acımayın. “Kafirlere ölüm, Ermenilere ölüm.”
Daha fazla dayanamazdım bu acıya ve ileri doğru atıldım.“YETER ARTIK, KIYMAYIN DAHA FAZLA, ÇOCUK ONLAR YALNIZCA……” cümlemi tamamla şansı bulamadım. Bir anda birisi üzerime atıldı, ona birkaçı daha katıldı. Beni sürüklemeye ve bir yandan da tekmelerle canıma okumaya başladılar. Duvarın dibine sürüklediler. Son gördüğüm şey kafama doğru inen baltaydı.
Ve otobüsteydim yine. Bir an arkama bakma ihtiyacı hissettim. Arkamı döndüğümde yeni binen adamın bana baktığını hissettim ama onu göremedim. Sadece belli belirsiz vücut hatları görünüyordu, otobüsün loş ışığında.
KESINLIKLE DEVAM ETMEYECEK.
–
Bu yazı dizisini benim için çok değerli olan Belgin Yıldız’a ithaf ediyorum!