“Gecesi sabahında unuttuğum sevgili”
Gözlerimi açtığımda yeniden otobüsteydim ve doğrusu tüm o gördüklerimden sonra buna şükretmemek elimde değildi. Hepsinin bir rüya olduğunu düşünebilirdim, ta ki terle karışık soğan kokusunu duyana dek. Amcam halen anlatıyordu savaş yıllarında yaşadıklarını.”Arkadaşlarıyla nasıl kahramanca çarpıştıklarından bahsediyor, cesaretinden dem vuruyordu. O anlatırken gözlerim ara sıra cama doğru, camdan dışarıya doğru kayıyordu.
Ağaçlar görüyordum, hızla ilerliyorlardı sanki yanımızdan. Yollar, dağlar tepeler hızla değişiyordu biz ilerledikçe, zaman çok hızlı akıyordu ve biz ona yetişmenin çabası içindeydik. Şoföre seslendim tekrar “Şimdi hangi yıldayız?” hiç bakmadan cevapladı benim sorumu.
“Yıl 1920 savaşı görmek istiyorsan bundan daha iyi bir mevsimi yakalayamazsın bir daha”
Ondan durmasını rica ettim tekrar!
Ter, kanla karışık tüm vücudumu sarmıştı ve ben “KORKUYORDUM”
İlk fark ettiğim şey insanların nizami bir şekilde sanki rutin bir iş yaparmış gibi, bir ordu gibi hareket edişiydi. Kadın- erkek, çocuk demeden… Herkes tek bir bilek halinde hareket ediyordu. Ne Türkü vardı, ne Kürdü, ne Çerkezi, ne Lazı…
Tek bir beden, tek bir millet, tek bir vücut gibi. Herkes bir şeyler yapıyordu. Kadınlar ve çocuklar cephane taşıyor, erkekler tüm cesaretleriyle ölüyorlardı. O anda birisi elime silahı tutuşturdu.
“Haydi! durma giderken bu hayattan, cesurca, mertçe vatanın ve toprağın için, namusun ve Allah’ın için öl.”
“Fakat ben …”
Söylediklerimi duyamadan koşmaya başladı cepheye doğru, her yanda ölmek üzere olanların nidaları yükseliyordu.
Kimse geriye doğru kaçmıyordu. Herkes ilerliyordu, bu çılgınlık tüm benliğimi sarmıştı ve bende onlarla beraber koşuyordum, fakat sanki kurşunlar bana değmemek için özen gösteriyorlardı, yanımda her adımda birileri yıkılırken ben koşmaya devam ediyordum. Her yandan kan ve dehşetin kokusu yükseliyordu. Yağmur sağanak şeklinde yağıyor, sağanak yağmur eşliğinde ben terle karışık kan kokusunu ve korkudan arınmış ruhumun cılız kokusunu duyuyordum.
Her yandan Allah, Allah nidaları yükseliyordu, her yıkılan kişiyle beraber saldırının şiddeti artıyordu sanki, düşman bellediğimiz insanları önümüzü sürmüş hızla yol alan ve önündeki her engeli yıkan bir nehir olmuş taşıyorduk.
Kadın, çocuk demeden, ölüyorduk, öldükçe öldürüyorduk ve düşmanı sürüyorduk önümüze.
“Allah, Allah, Allah… Ya özgürlük, ya ölüm…” Kendimi bu savaş çılgınlığına kaptırmıştım. O anda ölüm hiçte kötü bir düşünce gibi gelmiyordu bana da. Namus, vatan ve insanlarım için ölmek. Şehit olmak bu yolda… Ruhumun karanlık bir yanı aynı zaman ölümden ve öldürmekten zevk almaya başlamıştı ve bunu hissedebiliyordum. O anda üzerime düşman askerlerinden birisi atladı ve süngüsünü göğsüme sapladı.
Ve yine terle karışık, soğanın o enfes kokusunu duyumsadım. Yaşıyordum.
Otobüsteydim.
Devamı gelecek.