Cumhurbaşkanımız geçen gün bir konuşmasında böyle dedi; “Mü’min acıyı bal eyler”.
Yani sıkıntılardan doğan acıyı, Allah’tan gelen acıyı, hani “kader” denilen bir olgu var ya, işte o kaderden gelen acıyı bal eyler mü’min ve “Allah’tan gelen başla göz üstüne” der, sıkıntıya, acıya katlanır. Evet. Kast ettiği acı buysa eyvallah.
Okurlarım da çok iyi bilirler ki; toplumumuzun büyük bir çoğunluğu kadercidir. Hatta o kadar büyük bir teslimiyet var ki; çalışmadan, ter dökmeden, önlem almadan, her şeyin sahibi olmak, varlıklı olmak, lüks bir hayat sürmek isterler…
İşte böyle tembel, aciz, asalak, her şeyi kadere bağlarken; haliyle gelen, oluşan musibetleri de savuştur(a)madığından Allah’a havale eder, şükreder, nasibe bağlar! Kurtulur!
Öyle ki; bu saydığımız musibetler nedeniyle hem kendisi, çevresi, hem de şayet varsa bakmakla mükellef olduğu kesimi acılara boğar, bunun da Allah’tan geldiğini söyler, inanır mı bilemem amma inandırır!
İşte bu; bal edilecek acı değildir. Bunu yazmak istedim bugün.
Örneğin aile reisi ise kişi, eşine, çoluk çocuğuna acı çektirir!
Yönetici ise, mahiyetinde çalışanlara acı çektirir!
Grup başkanı, idareci ise astlarına acıyı çektirir!
Örneği çoğaltabiliriz… Komutansa emrinde ki askerlere, hükümetse ülke halkına, yani beceriksizliğin faturasını, acısını, kendisi ile birlikte mahiyetindekilere çıkarır…
Ve şu bir gerçek:
Kuldan gelen acı ne kaderdir, ne yazgıdır, ne de “bal edilecek” bir tarafı vardır!
Hele ki bir kitleyi temsil ediyorsa, bilerek ve isteyerek bir sorumluluk üstlenmiş ise, idareci, yönetici, lider, başkan, müdür, genel müdür vs. sıfatları almış bir kişinin bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatalardan kaynaklı bir acı var ise; bu “bal” edilecek, Allah’tan geldiğine inan(dır)ılacak, kadere bağlanacak bir olay değildir!
Bunun Allah’tan geldiğini söylemek de şirktir, günahtır, kimsenin haddi de olmamalıdır.
Yaratan; bu denli basit, insan kaynaklı hatalara alet edilemez, edilmemelidir.
Kişinin kendinden kaynaklı olabilir.
Görevlendirdiklerinden kaynaklı olabilir.
Görevi yapmayanlardan kaynaklı olabilir.
Yanlış hesaplardan kaynaklı olabilir.
Kaçak, göçeklere göz yumulduğundan kaynaklı olabilir.
Yani ÜST KADEME’den tutun da ALT KADEME’ye kadar sayabileceğimiz bir sürü, makam – mevki görevlilerinden kaynaklı olacak iken; Allah’a bağlamak ve Allah’ı sorumlu tutmak olur ki; bu büyük bir günahtır… Haksızlıktır… Şirktir… vs.
Asılsız bazı “hadis” üreten cinsler ne kadar hatalı ise, Peygamberimizi ne kadar zan altında tutuyorlarsa, hadisleri de “ayet”miş gibi göstererek dinimizi yozlaştırıyorlarsa, Allah’ı kendi menfaatleri doğrultusunda, çıkarları için, sorumlu tutmak ta şirktir, affedilmez hatadır.
Bu kadar YOZLAŞMAYI, acıyı ve acı vereni ancak ve ancak Allah biliyor, kimin ne derece sorumlu olduğunu da O, biliyor. Ancak kul bunu bilemez, bilse de bilmezden gelir! Fakat unutmayalım ki kulun bilmediğini de, sakladığını da yine Allah biliyor ve hesabını mutlaka soracaktır. Her kim bu acılara sebebiyet veriyor ise bunun hesabını mutlaka verecektir.
Kul; Allah’tan gelen dışında “acıları bal eylemez” ya da “bal eylememelidir”! Yok böyle bir teslimiyet. Mücadele edecek, çalışıp çabalayacak ve o acıyı ortadan kaldıracaktır. İnancım odur ki işte bu uğurda Allah o kuluna mutlaka, amma mutlaka yardım edecektir. Bir şirke ortak olmadığı için de ayrıca mükafatlandırılacaktır.
Sözün Özü!
Lütfen ne kendimizi kandıralım ne de yönetiminden, idaresinden, geçiminden, çalışmasından, varlığından, ihtiyaçlarından, her türlü anayasal haklarından sorumlu olduğumuz mahiyetimizdekileri kandıralım. Bu aile içi de olabilir, tüm ülke ve Dünya içi de olabilir. Herkes üzerine düşeni yerine getirmeye gayret etsin. Canlı cansız, dağ bayır, köy şehir, hayvan insan, her konuda yapılan ve yapılacakların takdiri Allah’ındır… Gerisi laf.
gazete2000@hotmail.com
Okurlarım da çok iyi bilirler ki; toplumumuzun büyük bir çoğunluğu kadercidir. Hatta o kadar büyük bir teslimiyet var ki; çalışmadan, ter dökmeden, önlem almadan, her şeyin sahibi olmak, varlıklı olmak, lüks bir hayat sürmek isterle