Son Yaşanan Cinayetler adlı projemizin Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den birçok uzman ve akedemisyenden oluşan katılımcılarla bu meseleyi birçok yönden ele alan ve Mardin’de 3 gün süren ve İçişleri bakanlığı dernekler dairesi başkanlığının da desteklediği çalıştay kısmına katılmıştı Müfit bey.
Sebep – Sonuç ve Çözüm Önerileri ile beraber alınan sonuç bildirgesinin basınla paylaşılmasından sonra son bulmuştu çalıştay…
Çalıştay kısmı diyorum zira bir yıl süren seminerler serisi, Artuklu üniversitesi AKM’sinde gösterimi yapılan belgesel filmi ve daha birçok evresi olan bir projeydi bu.
Evet, birini öldüren aslında kendini öldürüyordu… Katillere yeni katiller, maktullere yeni maktuller, dul kalan kadınlara ve yetim kalan çocuklara yeni dul ve yetimler, mahkumlara yeni mahkumlar ekleniyordu ama ne sorun çözülüyordu ne de ilkin gidenler geri geliyordu mesajı net bir şekilde veriliyordu…
Neydi bu?
Bölgede bu son yaşanan cinayetlerden sonra Müfit bey bir tivit atmış ve 2015 yılında başlatılan bu projenin mimarı olan OHAK-DER’e destek çıkılması gerektiğini deklare etmiş.
Evet, artık adını koyalım bunlar Kan Davaları değil bunlar CİNAYET. Herkesin sözüm ona kendi “adaletini” sağlama peşinde olduğu bir çıldırma hali/durumu.
Bilinçli veya bilmeden sanki birileri bu cinayetlere Kan davası deyip basitleştirmek birileri de meşrulaştırmak istiyor bu cinayetleri. Hatta böylesi cinayetlerin ardından illa da bir sebep öne sürülüyor. Yok efendim arazi, yok intikam vs.
İlk olarak bölgede yayın yapan mardinlife haber sitesinde görünce haberim oldu. Dokuz can! Peki, sorunları çözülmüş müydü? Ne gezer? Dul kadınlar, yetim yavrular eklenmişti sadece.
Adeta şok olmuş beynimden vurulmuştum. Donmuştum adeta.
Sonra bir arkadaşımın Müfit Yüksel’in bir tivitini watsaptan bana attığını gördüm. Müfid yüksel tivitinde aynen böyle demişti: “Acımasızca kan akıtıp birbirlerini öldürüp, sonra da barışmak için 250 koyun keserler. 2015’te Mardin’de Ohak-Der’in bu konda düzenlediği bir çalıştaya katılmıştık. Bu konuda Ohak-Der’e destek verilmeli. Bu kanı durdurma yönünde çabalar artmalı.”
Zira bir yıl süren çalışmamızda biz projemizin her safhasında “Bir koyun için birbirini öldürüp barışmak için de egolarına doksan dokuz koyun kurban etme kültürüne HAYIR” sloganını kullanmıştık. Müfit hoca da ona atıf etmişti herhalde.
Bu tiviti görünce de yıllardır nasıl bir boşluğu doldurmaya çalıştığımızı ve yine bu korkunç boşluğu tek başımıza yalnız olarak doldurmamızın, kapatmamızın ne denli zor olduğunu anımsadım ama ümitsiz de olmadım. Tam o sırada Diyarbakır’da birçok STK’da aktif olan ve yönetici olarak rol alan Eyyüphan Kaya beni aradı ve Bismil meselesi merkezli olmak üzere benzeri birçok meseleyi konuştuk. Yıllardır “Kötülere alanı bırakmamak gerekir. Öldürmek için davet beklemeyen kötüler varken kendini iyi sayanlar barış ve çözüm için neden hala davet bekliyorlar. Bu samimiyetsizlik alameti değil mi? Zalim bizden de olsa karşı durmak gerekmiyor mu?” Diyorum demiştim ki kendisi, siteminizi anlıyorum bu konuda çok çaba sarf ettiğinizi yakinen biliyorum Ohak-Der’in çalışmalarına katıldığını hatırlatınca yeni şafakta yayınlanan röportajım da hatırlatıldı. Bu olaylardan sonra ortaya çıkan sözüm ona kanaat liderleri vesaireler olaydan önce nerelerdeler!
Belki çok ağır konuşmuşum ama çok muzdaribim belki de ondan.
Zira Bismil’de öldürülen 9 kişinin akrabası ve yaralı kurtulan Alyamaç: “HER YERE BU MESELENİN BÖYLE OLACAĞINI SÖYLEMİŞTİK” diyor.
Şimdi timsah gözyaşını dökenlere ne demeliyiz.
Şimdi bu vahşeti yapanları kınamak elbette ki basit ve kolay olduğu kadar tabirimi mazur görün ki ucuz kahramanlık ve tribüne oynamaktır. Ya engel olabilecekken olmayanlar!
Kenarda olmak, daha doğrusu seyretmek! Çünkü böyle bir olay olunca birçok kişi böyle olacağını biliyorduk diyor pişkin pişkin.
Adını koyalım, Bir cinayetin olacağını bilip engel olma imkanı olduğu halde o olayın dışında kalmak, ortak olmak sayılmaz mı maazallah.
Arepkend’de müderris olan Şeyh Abdülkerim yanımda oturan Medav başkanı Muhammed Tayip Elçiy’le konuşurken şu acı, ağır ve bir o kadar da hakikat fışkıran sözü söyledi: Ben bir kanaat liderine dedim ki artık haberimiz var. Şayet el atmazsak ve yeni olaylar doğurursa Allah bize haberiniz oldu ne yaptınız derse ne cevap veririz dedi. Bunu dediğinde gerçekten irkilmiş ve samimiyetinden çokça etkilenmiştim.
Zira bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir ve sen kalk sadece sessiz kaldın diye ona ortak ol veya mes’ul ol… Allah korusun!
Evet, Arkadaşlar: MES’ULUZ! Ve bu samimiyet fışkıran sese ses vermemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Hata etmemek için dünyanın, toplumun ve hatta yaşamın dışında kalmak da kendi başına bir hata, bir yanlış değil mi? Oysa O’na hiç karşı gelmeyen itaat eden, hep O’nu tesbih ve takdis eden melekler olmasına rağmen Allah, günah yapabileceğimizi bile bile bizi yaratıp dünyaya göndermedi mi? Vardır bir hikmet deyu başlıyoruz… Hatalarımızdan ders çıkaralım ve birlik olup hep birlikte kangrenleşmeden bu sorunlara el atalım.
İlla bizim canımız mı yanmalı? İlla başımıza mı gelmeli?
Toplum mühendisliği yapmak…
“Ne derler” korkusunu “Kınayıcıların kınamasından korkmazlar” ilahi fermanıyla toplumsal baskılara göğüs germeliyiz. İşte bu yüzden dünyanın içinde olup dünyayı içine almamak her babayiğidin harcı değil…
Peki, ama ne zaman!