Doğu bilimci Philip K. Hitti’nin ‘’Arap Tarihinin Mimarları’’ adlı eseri, Hz. Muaviye’nin tarihteki yerini kavramaya yönelik yerinde bir sınıflandırma içerir. Hitti’nin tasnifi oldukça ilgi çekicidir. Birincisi din, cemaat ve devletin kurucusu Hz. Muhammed ise, bu devleti imparatorluğa dönüştüren ve kuran Hz. Ömer’dir ve son olarak bu imparatorluğun mimarı da Hz. Muaviye’dir.
Hz. Muaviye, peygamberin vahiy kâtiplerindendir. Peygamberden 163 hadis rivayette bulunmuştur. Hz. Peygamber’in onun için özel dualar ettiği bilinir: ‘’Onu doğru yoldan sapmaz bir rehber kıl’’ ya da ‘’Ona hesap kitap öğret’’ Halifeliği ise Hz. Peygamber’in bir tavsiyesine dayanır ki o’na şöyle demiştir: ‘’Hükmettiğin zaman adaletle hükmet.’’ Heybetli ve uzun boyluydu, bu nedenle Hz. Ömer onun için ‘’Arapların Kisra’sı’’ ifadesini kullanmıştır. Hz. Ali’nin ise şöyle dediği aktarılır: ‘’Muaviye’nin iktidarına karşı gönülsüz davranmayın; çünkü onun kaybettiğini gördüğünüzde, başların omuzlardan düştüğünü göreceksiniz’’. Bu bilgileri İmam Sûyutî, ‘’Halifelerin Tarihi’’ (s. 201, Ötüken) adlı eserinde kaynaklarıyla birlikte zikreder.
Hepimizin bildiği gibi ‘’Asr-ı Saadet’’ dört halife dönemini kapsar, buna Hz. Hasan’ın altı aylık hilafeti dâhildir. Ancak dönemin fitne fesadı arasında öldürülen binlerce sahabe ve samimi insan vardı, bu nedenle Hz. Hasan kendi hakkından vazgeçerek halifeliği Hz. Muaviye’ye devretmiştir. Bu devrediş zaten başlı başına bir meşrutiyet kaynağı olup yeni bir dönemin habercisiydi, bu Emevi Döneminin başlangıcı sayılır. Yezit bin Muaviye başlangıçta halk arasında iyi tanınırdı; birçok fetih ordusunu komuta etmiştir. Bu nedenle Hz. Muaviye onu kendi varisi olarak düşünmüş olabilir. Ancak ilerleyen yıllarda Kerbela Faciasının patlat vermesi üzerine, yeni mezheplerin doğmasını geciktirmemiş, bu facia bugün dahi güncelleniyor. Hz. Hüseyin’in durumu Şeyh Said’in durumuna oldukça benzer yönler taşıyor. İkisi de yönetimi devirebileceklerini düşünerek hareket etmişler ancak, kendilerine söz verenler bağlılıklarını bozmuşlar. Bu bir seçime girip başarısız olmaya benzer bir olay olup tümüyle tarihi bir vakıadır.
Tarihi ve sosyolojik hakikatler göz önünde bulundurulduğunda, Ehl-i Sünnet’in tavrı, duygusal ya da aşırı değildir. Tersine nesnel ve tarafsızlık ilkesini esas alır.