Bu ülkenin yakın geçmişinde yıktığı en büyük toplumsal tabu Kürtçeye ve Kürtler’e tanınan haklardır kuşkusuz…
Çok değil daha 10-15 yıl önce Kürtçe konuşan kişilerin maruz kaldığı linçler, Kürtçe yayınların başlarına gelenler ile bugünkü Kürtçe gazeteler, kitaplar, şarkıların yayınlanabildiği, televizyon kanalları, Kürt Dili fakültelerinin açılabildiği ‘normalleşme’ süreci karşılaştırıldığında, sıçramanın ne denli büyük olduğu görülebilir. Bunu anlamakta zorluk çekenlere, Ahmet Kaya için çekilen “Uçurtmam Tellere Takıldı” belgeselini seyretmelerini salık veriyorum.
Anadili Kürtçe olan seçmenlerle, onların temsilcisi olan Kürt politikacılara kendi dillerinde propaganda yapma serbestliği de tanındığı gün, bu tabunun son kalıntıları da yok edilecek…
Kürt hak mücadelesine terör, kan, anaların, babaların, eşlerin, evlatların gözyaşları, yıkılan ocaklar, faşist çığlıklar, intikam yeminleri, emperyalizmin vahşi emelleri, devletin, bürokrasinin, ordunun ve hükümetlerin zincirleme hatalı politikaları, Kürt aydınları ve kanaat önderlerinin yetersiz kalması -ya da bırakılması- , sidik yarışları, iki taraflı vampirlik ve çözümsüzlük bulaştı… Belki de bu yüzden, çözüme giden yolun her aşamasını yüreğimizde, iliklerimize kadar hissettik.
Oysa sosyal yaşamımızda, toplumsal tarihimizde başka ayıplar da gizli ve bunlar bastırıldıkları yerde hatırlanmayı, çözülmeyi bekliyorlar. Muhataplarının seslerinin cılız çıkması ya da özellikle susmayı tercih etmeleri, ilelebet böyle kalacakları, kalabilecekleri anlamına gelmiyor.
Ertuğrul Özkök, “Yedi Ölümcül Günah” isimli kitabında Türkiye’de lezbiyen bir Cumhurbaşkanı adayının çıkması ve -az daha- seçimi kazanacak olması senaryosunu anlatır…
Elbette LGBT fobisi, yıkmak için hepimizin birer ‘iç savaş’ vermesi gerekenlerin başında…
Ancak bir tablo daha var ki, onu görmeden “Türkiye demokrasiyle yönetilen, vatandaşlarının eşit olduğu, eşit yaşadığı bir ülkedir.” cümlesini kurmam mümkün değil;
Silahlı Kuvvetler içerisinde gayrimüslim, azınlık mensubu bir paşa!
Son bir kaç gündür elimde bir kitap var; “Gayrimüslim Mehmetçikler”. Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkmıştı, ben okumaya yeni fırsat bulabildim. Yazarı; Rıfat N. Bali…
Türk vatandaşı olan ve askere giden Ermeni, Yahudi, Rum ya da Süryanilerin anılarından bir derleme…
Anlatılanlar baştan sona kötü değil elbet; hakarete uğrayanlar, Ermeni olduğu için sürgün edilen, başıbozuk takımlarına atılan, mutfağa patates soymaya yollananlar var ama ya kendi uyanıklıklarıyla ‘durumlarını’ çaktırmayıp ‘rahat ettiklerini’ ya da açık açık ‘pozitif ayrımcılık’ gördüklerini, halden anlayan üst rütbeli subaylar tarafından nasıl ‘kayırıldıklarını’ aktaranlar da var.
Ancak hepsinin söz birliği etmiş gibi değindiği tek bir konu var; “Gayrimüslim ya da azınlık mensubuysan, yedeksubay yapılman hayal, sınava da girsen, tüm soruları doğru da cevaplasan ‘kazanamadı’ diye sonuç gelir. İki-üç dili anadili gibi bilenimiz vardı, tercüman sınavını geçemedi… Normal er olarak gidenlerimizden onbaşı yapılmaz, çavuş sınavına sokulmaz, ‘birliği arkadan vurur, arkadaşlarına kurşun sıkar’ diye operasyonlara, harekatlara, tatbikatlara bile gönderilmez, geri hizmette bırakılır.”
Anlatılana göre, azınlık mensupları askere alındığında üniversite mezunu bile olsa yedeksubay olarak değil, kısa dönem er olarak görevlendiriliyor. Geçtim asteğmeni, teğmeni, er iken mucize eseri sınava girip de koluna ‘çavuş pırpırı’ takabilenler bunu öyle bir gönençle, gururla anlatmışlar ki, paşa olmuşlar sanırsınız…
Eskiden bu böyleymiş, şimdi de böyle… Özellikle kitap elinize geçerse, Er Bedros’un kıvrak bir kalemle anlattığı hikayesini okuyun, ağlanacak hale gülmeniz işten değil…
Konumuzun başına dönelim… Anne-babası Karaman göçmeni bir Yörük çocuğu kadar yasalar önünde Türk olan, herkes gibi Türkiye Cumhuriyeti yasalarına tabi tutulan, herkesle aynı cezayı alıp, aynı vergiyi veren, aynı haklara sahip olan bir azınlık mensubu ya da bir gayrimüslim Türk genci, askere alınıp da asteğmen, teğmen olursa; askeri okul sınavlarına girip de yüzbaşı, binbaşı hatta paşa rütbesine erişirse işte o zaman son tabu yıkılmış, demokrasinin, eşitliğin önündeki son engel çiğnenmiş olur!
Osmanlı’nın güzel oğlanları…
Başbakan Erdoğan Muhteşem Yüzyıl dizisinin hikaye bütününe ve bazı sahnelerine çatarak “Bizim öyle bir tarihimiz yok, biz ecdadımızı öyle bilmeyiz.” deyince konu gündeme oturmuş, popüler tarihçiler de epey kalem (ve de çene) oynatmışlardı… Taraf Gazetesi’nden Ertan Eltan konuyla ilgili çok güzel bir derleme kaleme almış. Osmanlı’nın seks hayatına dair, özellikle Murat Bardakçı’nın “Osmanlı’da Seks” isimli kitabı ve diğer kaynaklar üzerine eğlenceli bir seçki yapan Eltan, Hamamcılar Kethüdası’nın içoğlanı Yemenici Bali Oğlan’dan, Tokmakçı Kalyoncu Süleyman’dan, İstanbul’un namlı fahişeleri Arap Fatı, Giritli Narin, Kirteli Nefise’den, Sadaret Kaymakamı Osman Paşa’nın çingene bir rakkaseye gönül kaptıran lezbiyen karısından bahsetmiş…
Aslında ben ‘ecdat’ konusu açılınca Engin Ardıç’tan da iki kelam bekledim…
Zira kendisinin zamanında Erkekçe’de çıkan yazılarından bir araya getirdiği “Şengül Hamamı” isimli kitabı, eğlenceli üslubuyla ecdadın yediği herzeler konusunda güzel bir kaynaktır. Osmanlı devri İstanbul Hamamcılar Kethüdası yani İstanbul’daki tüm hamamlardan sorumlu olan “Derviş” İsmail Ağa’nın “Gönül Açan Tellaklar” kitabında anlattıklarını aktaran Ardıç, hamamların göbek taşlarında, odalarında dönen ‘muhabbetleri’ diline dolar.
Bu konuya muttalli olanların bildiği bir başka isim de Enderunlu Fazıl’dır. Sarayda delikanlılarla yaşadığı aşk maceralarını ve saraydan nasıl kovulduğunu Defter-i Aşk kitabında anlatan Fazıl, imparatorluğun çeşitli coğrafyalarında tanıştığı erkekleri “Güzel Oğlanlar Kitabı” isimli eserinde bir bir sıralar, Çenginame’de İstanbul’un köçeklerini yani erkek dansözlerini metheder… Eşcinsel olduğunu tüm eserlerinde açıkça dile getiren Fazıl’ın yine de bir “Kadınlar Kitabı” vardır, burada da Osmanlı kadınlarının ve yabancı kadınların “ayırt edici özelliklerini” sıralar…
Daha detaylara inmek isteyenler, Ahmet Rasim’in Fuhş-i Atik / Eski Fuhuş Hayatı ve Ergun Hiçyılmaz’ın Avrat Pazarından Hareme, Eski İstanbul Meyhaneleri ve Alemleri, Eski İstanbul Geceleri ve Kantolar gibi kitaplarını ya da işi abartıp kadı sicillerini (o zamanın mahkeme kararlarını, kayıtlarını) okuyarak ecdadımız hakkında detaylı bilgi sahibi olabilir…
Zonguldaklı gencin cesareti
Haberlerde izledim; Zonguldak’ta bir toplantı salonu… Lise çağındaki öğrencileri doldurmuşlar, büyük ihtimalle zorunlu olarak sürükleyip getirmişler, kasabanın Yeşilay Başkanı ve aklımda yanlış kalmadıysa “Uyuşturucuyla, Kumarla Mücadele Derneği” Başkanı konuşma yapıyor. Konu, sigaranın, alkolün, uyuşturucunun, internetin, özetle bağımlılık yapan her şeyin zararları…
Derken, konuşmacılardan biri sırasını beklerken koridora çıkıyor, bir sigara tellendiriyor. Bu hazin manzara, bu tiraji-komik çelişki zehir gibi gençlerin gözünden kaçmıyor. Salona dönünce biri “Siz deminden beri bizim kafamızı ütülüyorsunuz ama az önce koridorda gizli gizli sigara içiyordunuz.” diye kazan kaldırıyor.
Suçüstü basılan dernek başkanı önce mırın-kırın ediyor, bir iki beylik bahaneyle kendini aklamaya çalışıyor, yetmeyince “Sen neden ayağa kalkmadan konuşuyorsun bakayım büyüğünle?” diyerek topu taca atıyor, üste çıkmaya çalışıyor. Ama nafile… Ne yaparsa o gence ve arkadaşlarına meram anlatamıyor, sus-pus kalıyor.
İşte o gençler, bu ülkenin aradığı, ihtiyacı olan kahraman adaylarıdır. İster sigarayı emzik yapsınlar, ister alkolün dibine vursunlar!
Kaan Göktaş
twitter.com/kaangkts | facebook.com/kaangkts