2011 verilerine göre 70 milyar US$ tarımsal ihracat fazlasıyla Brezilya dünyanın sayılı gıda ambarlarından biri. Monsanto ise tohumculuk konusunda dünya lideri (Tablo!). Bu ikilinin ticari partnerliğinin zirvede olacağı bir gerçek. Fakat hızla gelişen tarımsal biyoteknolojiye ayak uyduramayan ticari hukuk, özellikle ıslahçı hakları (biyolojide fikri mülkiyet hakları) konusunda, toplumun her kesiminde özümlenememiş olmasından nedeniyle, farklı yorumlara sebep olabilmektedir. İşte Monsanto’nun başı bu nedenle derttedir.
Olay, tohumu geliştirilen ve pazarlanan çeşidin koruma altın alınması ve ıslahçısı firmanın ıslahçı hakları çerçevesinde tohumu kullanan üreticiden para talep etmesi ile başlar. Tohumda hukuki anlamda iki farklı kavram vardır. Birincisi tohumluğun bir ticari meta oluşu, ikincisi ise tescilli bir çeşit tohumunda, o çeşidi geliştiren kişi veya kuruluşun yıllarca verdiği emek, yaptığı masrafın oluşturduğu “fikri mülkiyet hakları” karşılığı olan “ıslahçı hakları (royalite)”nin varlığıdır. Yeni bir çeşit, yıllarca süren emek ve yatırımın ürünü TEKNOLOJİK bir eser, yenilik, bir bulgudur. Ancak söz konusu tohumluk “çeşit” olarak tescil edilmeli ve yasalara göre “koruma altına” alınmalıdır. U P O V (Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği) sözleşmesinin ilkelerine dayanan yeni bitki çeşitlerinin korunması tarımın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Uluslar arası firmalar bir ülke UPOV sözleşmesini imzalayana kadar hiçbir ülkeye hibrit (mısır gibi tek yıl kullanım olan) dışı örneğin soya, buğday gibi türlerin yeni çeşitlerini ihraç etmezler. Bu uygulamalar sayesinde ıslahçılar geliştirdikleri çeşitlerin gelirleri ile yeni çeşitlerin ıslahı için kaynak elde etmekte, yetiştiriciler ise yeni geliştirilen çeşitlerde hastalıklara daha dayanıklı, daha kaliteli daha güvenli ve daha verimli tohumluğa kavuşmaktadırlar. Batıda tohumculuk endüstrisi, bu sistemlerle sahte tohum kullanımının engellenmesinden ıslahçı haklarının korunmasına bir seri yasa – yönetmelik çıkarılmış ve bu mevzuatın yürütülmesi için birçok kuruluşlar oluşturulmuştur. UPOV, WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), TRIPS (Ticari Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), CPVO (AB Topluluk Bitki Çeşitleri Ofisi) ve PVPO (Bitki Çeşitlerini Koruma Ofisi). Bu uluslar arası organizasyonlar desteği ile dünya tohumculuğu sorunsuz bir şekilde sürdürülmektedir.
Tohumculuk firmaları ürününü eken çiftçinin elde ettiği ürün miktarına veya satış fiyatına göre royaliteyi belirleyebilir. Royalitenin tahsilinde de genelde çiftçi örgütleri ile anlaşmalı çalışır. Bu bağlamda “Küçük Çiftçi 1 İstisnası” gibi uygulamalara da rastlanmaktadır.
İşte bu bilimsel ve yasal çerçevede iki partner ticari ilişkileri sorunsuzca sürdüredurmuşlardır. Bilindiği gibi Brezilya ilk biyotek ürün tarımına 2003 yılında soya fasulyesi ile başlamıştı. 1996 yılında devreye giren transgenik çeşitlerin ekimi ülkede yasaktı ve çiftçi tohumu Arjantin’den kaçak olarak getirtiyordu. Çünkü transgenik çeşitlerin kullanımı ile yılda iki ürün alma şansı yakalanabildiği gibi ilaç kullanımında tasarruf nedeniyle % 30 civarında maliyet düşüklüğü, yani kar sağlanıyordu. Brezilya, dünyada ekilen alanların %12’sine karşılık gelen 160 milyon Hektarlık transgenik ekim alanının % 17sine sahip. 18 milyon Hektar soya, 8 milyon Hektar da mısırın yanında bir miktar da biyotek pamuk ekilmektedir. Ülke kamusal araştırmalar sonucu 2011 yılında ilk GDO baklayı tescil ederek adeta dünyada gelişmiş ülke özel sektörünün hegemonyasında bulunana tarımsal biyoteknoloji tekeline son vermiştir.
Rio Grande do Sul eyaletinde açılan davanın konusu Monsanto’nun 5 milyon soya çiftçisinden tahsil ettiği 6,2 milyar Euronun iadesi. Hala devam eden davayı üreticiler birliği açıyor, fakat tarım işçileri örgütü de müdahil oluyor. Davada üreticinin tohumu tekrar ekmesi halinde, hatta tohum değişiminde dahi royalite ödeme durumunda kalınmasından yola çıkılarak şirketin yasal olmayan tahsilâtta bulunduğundan hareket ediliyor. Her ne kadar çiftçi örgütü uluslar arası hukuka göre firmanın tohum satışından aldığı royaliteyi kabul ediyorsa da, ürünlerinin satışından royalite taleplerine karşı çıkıyorlar.
Ülkemizde “Islahçı hakları” ile ilgili olarak tüm düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle dünyadaki tüm yeni çeşitler ülkemize girebilecektir. Ne var ki her sektörde görülen “kötüye kullanıma” tarımsal üretim ve ihracatında da rastlanmaktadır. Macaristan gümrüğünde el konulan, uluslar arası koruma altına alınan, fakat ülkemizde izinsiz üretilen ve ihraç edilmeye çalışılan “çiçek yüklü dört Türk tırı” örneğinde olduğu gibi!
Nazimi Açıkgöz (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim)
Küçük Çiftçi her ülke yasalarına göre değişmekle birlikte yaklaşık 100 ton veya eşdeğerinden daha az ürün elde eden çiftçi).
2011 verilerine göre 70 milyar US$ tarımsal ihracat fazlasıyla Brezilya dünyanın sayılı gıda ambarlarından biri. Monsanto ise tohumculuk konusunda dünya lideri (Tablo!). Bu ikilinin ticari partnerliğinin zirvede olacağı bir gerçek. Fakat hızla gelişen tarımsal biyoteknolojiye ayak uyduramayan ticari hukuk, özellikle ıslahçı hakları (biyolojide fikri mülkiyet hakları) konusunda, toplumun her kesiminde özümlenememiş olmasından nedeniyle, farklı yorumlara sebep olabilmektedir. İşte Monsanto’nun başı bu nedenle derttedir.
Olay, tohumu geliştirilen ve pazarlanan çeşidin koruma altın alınması ve ıslahçısı firmanın ıslahçı hakları çerçevesinde tohumu kullanan üreticiden para talep etmesi ile başlar. Tohumda hukuki anlamda iki farklı kavram vardır. Birincisi tohumluğun bir ticari meta oluşu, ikincisi ise tescilli bir çeşit tohumunda, o çeşidi geliştiren kişi veya kuruluşun yıllarca verdiği emek, yaptığı masrafın oluşturduğu “fikri mülkiyet hakları” karşılığı olan “ıslahçı hakları (royalite)”nin varlığıdır. Yeni bir çeşit, yıllarca süren emek ve yatırımın ürünü TEKNOLOJİK bir eser, yenilik, bir bulgudur. Ancak söz konusu tohumluk “çeşit” olarak tescil edilmeli ve yasalara göre “koruma altına” alınmalıdır. U P O V (Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği) sözleşmesinin ilkelerine dayanan yeni bitki çeşitlerinin korunması tarımın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Uluslar arası firmalar bir ülke UPOV sözleşmesini imzalayana kadar hiçbir ülkeye hibrit (mısır gibi tek yıl kullanım olan) dışı örneğin soya, buğday gibi türlerin yeni çeşitlerini ihraç etmezler. Bu uygulamalar sayesinde ıslahçılar geliştirdikleri çeşitlerin gelirleri ile yeni çeşitlerin ıslahı için kaynak elde etmekte, yetiştiriciler ise yeni geliştirilen çeşitlerde hastalıklara daha dayanıklı, daha kaliteli daha güvenli ve daha verimli tohumluğa kavuşmaktadırlar. Batıda tohumculuk endüstrisi, bu sistemlerle sahte tohum kullanımının engellenmesinden ıslahçı haklarının korunmasına bir seri yasa – yönetmelik çıkarılmış ve bu mevzuatın yürütülmesi için birçok kuruluşlar oluşturulmuştur. UPOV, WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), TRIPS (Ticari Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), CPVO (AB Topluluk Bitki Çeşitleri Ofisi) ve PVPO (Bitki Çeşitlerini Koruma Ofisi). Bu uluslar arası organizasyonlar desteği ile dünya tohumculuğu sorunsuz bir şekilde sürdürülmektedir.
Tohumculuk firmaları ürününü eken çiftçinin elde ettiği ürün miktarına veya satış fiyatına göre royaliteyi belirleyebilir. Royalitenin tahsilinde de genelde çiftçi örgütleri ile anlaşmalı çalışır. Bu bağlamda “Küçük Çiftçi 1 İstisnası” gibi uygulamalara da rastlanmaktadır.
İşte bu bilimsel ve yasal çerçevede iki partner ticari ilişkileri sorunsuzca sürdüredurmuşlardır. Bilindiği gibi Brezilya ilk biyotek ürün tarımına 2003 yılında soya fasulyesi ile başlamıştı. 1996 yılında devreye giren transgenik çeşitlerin ekimi ülkede yasaktı ve çiftçi tohumu Arjantin’den kaçak olarak getirtiyordu. Çünkü transgenik çeşitlerin kullanımı ile yılda iki ürün alma şansı yakalanabildiği gibi ilaç kullanımında tasarruf nedeniyle % 30 civarında maliyet düşüklüğü, yani kar sağlanıyordu. Brezilya, dünyada ekilen alanların %12’sine karşılık gelen 160 milyon Hektarlık transgenik ekim alanının % 17sine sahip. 18 milyon Hektar soya, 8 milyon Hektar da mısırın yanında bir miktar da biyotek pamuk ekilmektedir. Ülke kamusal araştırmalar sonucu 2011 yılında ilk GDO baklayı tescil ederek adeta dünyada gelişmiş ülke özel sektörünün hegemonyasında bulunana tarımsal biyoteknoloji tekeline son vermiştir.
Rio Grande do Sul eyaletinde açılan davanın konusu Monsanto’nun 5 milyon soya çiftçisinden tahsil ettiği 6,2 milyar Euronun iadesi. Hala devam eden davayı üreticiler birliği açıyor, fakat tarım işçileri örgütü de müdahil oluyor. Davada üreticinin tohumu tekrar ekmesi halinde, hatta tohum değişiminde dahi royalite ödeme durumunda kalınmasından yola çıkılarak şirketin yasal olmayan tahsilâtta bulunduğundan hareket ediliyor. Her ne kadar çiftçi örgütü uluslar arası hukuka göre firmanın tohum satışından aldığı royaliteyi kabul ediyorsa da, ürünlerinin satışından royalite taleplerine karşı çıkıyorlar.
Ülkemizde “Islahçı hakları” ile ilgili olarak tüm düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle dünyadaki tüm yeni çeşitler ülkemize girebilecektir. Ne var ki her sektörde görülen “kötüye kullanıma” tarımsal üretim ve ihracatında da rastlanmaktadır. Macaristan gümrüğünde el konulan, uluslar arası koruma altına alınan, fakat ülkemizde izinsiz üretilen ve ihraç edilmeye çalışılan “çiçek yüklü dört Türk tırı” örneğinde olduğu gibi!
Nazimi Açıkgöz (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim)
Küçük Çiftçi her ülke yasalarına göre değişmekle birlikte yaklaşık 100 ton veya eşdeğerinden daha az ürün elde eden çiftçi).
2011 verilerine göre 70 milyar US$ tarımsal ihracat fazlasıyla Brezilya dünyanın sayılı gıda ambarlarından biri. Monsanto ise tohumculuk konusunda dünya lideri (Tablo!). Bu ikilinin ticari partnerliğinin zirvede olacağı bir gerçek. Fakat hızla gelişen tarımsal biyoteknolojiye ayak uyduramayan ticari hukuk, özellikle ıslahçı hakları (biyolojide fikri mülkiyet hakları) konusunda, toplumun her kesiminde özümlenememiş olmasından nedeniyle, farklı yorumlara sebep olabilmektedir. İşte Monsanto’nun başı bu nedenle derttedir.
Olay, tohumu geliştirilen ve pazarlanan çeşidin koruma altın alınması ve ıslahçısı firmanın ıslahçı hakları çerçevesinde tohumu kullanan üreticiden para talep etmesi ile başlar. Tohumda hukuki anlamda iki farklı kavram vardır. Birincisi tohumluğun bir ticari meta oluşu, ikincisi ise tescilli bir çeşit tohumunda, o çeşidi geliştiren kişi veya kuruluşun yıllarca verdiği emek, yaptığı masrafın oluşturduğu “fikri mülkiyet hakları” karşılığı olan “ıslahçı hakları (royalite)”nin varlığıdır. Yeni bir çeşit, yıllarca süren emek ve yatırımın ürünü TEKNOLOJİK bir eser, yenilik, bir bulgudur. Ancak söz konusu tohumluk “çeşit” olarak tescil edilmeli ve yasalara göre “koruma altına” alınmalıdır. U P O V (Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği) sözleşmesinin ilkelerine dayanan yeni bitki çeşitlerinin korunması tarımın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Uluslar arası firmalar bir ülke UPOV sözleşmesini imzalayana kadar hiçbir ülkeye hibrit (mısır gibi tek yıl kullanım olan) dışı örneğin soya, buğday gibi türlerin yeni çeşitlerini ihraç etmezler. Bu uygulamalar sayesinde ıslahçılar geliştirdikleri çeşitlerin gelirleri ile yeni çeşitlerin ıslahı için kaynak elde etmekte, yetiştiriciler ise yeni geliştirilen çeşitlerde hastalıklara daha dayanıklı, daha kaliteli daha güvenli ve daha verimli tohumluğa kavuşmaktadırlar. Batıda tohumculuk endüstrisi, bu sistemlerle sahte tohum kullanımının engellenmesinden ıslahçı haklarının korunmasına bir seri yasa – yönetmelik çıkarılmış ve bu mevzuatın yürütülmesi için birçok kuruluşlar oluşturulmuştur. UPOV, WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), TRIPS (Ticari Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), CPVO (AB Topluluk Bitki Çeşitleri Ofisi) ve PVPO (Bitki Çeşitlerini Koruma Ofisi). Bu uluslar arası organizasyonlar desteği ile dünya tohumculuğu sorunsuz bir şekilde sürdürülmektedir.
Tohumculuk firmaları ürününü eken çiftçinin elde ettiği ürün miktarına veya satış fiyatına göre royaliteyi belirleyebilir. Royalitenin tahsilinde de genelde çiftçi örgütleri ile anlaşmalı çalışır. Bu bağlamda “Küçük Çiftçi 1 İstisnası” gibi uygulamalara da rastlanmaktadır.
İşte bu bilimsel ve yasal çerçevede iki partner ticari ilişkileri sorunsuzca sürdüredurmuşlardır. Bilindiği gibi Brezilya ilk biyotek ürün tarımına 2003 yılında soya fasulyesi ile başlamıştı. 1996 yılında devreye giren transgenik çeşitlerin ekimi ülkede yasaktı ve çiftçi tohumu Arjantin’den kaçak olarak getirtiyordu. Çünkü transgenik çeşitlerin kullanımı ile yılda iki ürün alma şansı yakalanabildiği gibi ilaç kullanımında tasarruf nedeniyle % 30 civarında maliyet düşüklüğü, yani kar sağlanıyordu. Brezilya, dünyada ekilen alanların %12’sine karşılık gelen 160 milyon Hektarlık transgenik ekim alanının % 17sine sahip. 18 milyon Hektar soya, 8 milyon Hektar da mısırın yanında bir miktar da biyotek pamuk ekilmektedir. Ülke kamusal araştırmalar sonucu 2011 yılında ilk GDO baklayı tescil ederek adeta dünyada gelişmiş ülke özel sektörünün hegemonyasında bulunana tarımsal biyoteknoloji tekeline son vermiştir.
Rio Grande do Sul eyaletinde açılan davanın konusu Monsanto’nun 5 milyon soya çiftçisinden tahsil ettiği 6,2 milyar Euronun iadesi. Hala devam eden davayı üreticiler birliği açıyor, fakat tarım işçileri örgütü de müdahil oluyor. Davada üreticinin tohumu tekrar ekmesi halinde, hatta tohum değişiminde dahi royalite ödeme durumunda kalınmasından yola çıkılarak şirketin yasal olmayan tahsilâtta bulunduğundan hareket ediliyor. Her ne kadar çiftçi örgütü uluslar arası hukuka göre firmanın tohum satışından aldığı royaliteyi kabul ediyorsa da, ürünlerinin satışından royalite taleplerine karşı çıkıyorlar.
Ülkemizde “Islahçı hakları” ile ilgili olarak tüm düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle dünyadaki tüm yeni çeşitler ülkemize girebilecektir. Ne var ki her sektörde görülen “kötüye kullanıma” tarımsal üretim ve ihracatında da rastlanmaktadır. Macaristan gümrüğünde el konulan, uluslar arası koruma altına alınan, fakat ülkemizde izinsiz üretilen ve ihraç edilmeye çalışılan “çiçek yüklü dört Türk tırı” örneğinde olduğu gibi!
Nazimi Açıkgöz (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim)
Küçük Çiftçi her ülke yasalarına göre değişmekle birlikte yaklaşık 100 ton veya eşdeğerinden daha az ürün elde eden çiftçi).
2011 verilerine göre 70 milyar US$ tarımsal ihracat fazlasıyla Brezilya dünyanın sayılı gıda ambarlarından biri. Monsanto ise tohumculuk konusunda dünya lideri (Tablo!). Bu ikilinin ticari partnerliğinin zirvede olacağı bir gerçek. Fakat hızla gelişen tarımsal biyoteknolojiye ayak uyduramayan ticari hukuk, özellikle ıslahçı hakları (biyolojide fikri mülkiyet hakları) konusunda, toplumun her kesiminde özümlenememiş olmasından nedeniyle, farklı yorumlara sebep olabilmektedir. İşte Monsanto’nun başı bu nedenle derttedir.
Olay, tohumu geliştirilen ve pazarlanan çeşidin koruma altın alınması ve ıslahçısı firmanın ıslahçı hakları çerçevesinde tohumu kullanan üreticiden para talep etmesi ile başlar. Tohumda hukuki anlamda iki farklı kavram vardır. Birincisi tohumluğun bir ticari meta oluşu, ikincisi ise tescilli bir çeşit tohumunda, o çeşidi geliştiren kişi veya kuruluşun yıllarca verdiği emek, yaptığı masrafın oluşturduğu “fikri mülkiyet hakları” karşılığı olan “ıslahçı hakları (royalite)”nin varlığıdır. Yeni bir çeşit, yıllarca süren emek ve yatırımın ürünü TEKNOLOJİK bir eser, yenilik, bir bulgudur. Ancak söz konusu tohumluk “çeşit” olarak tescil edilmeli ve yasalara göre “koruma altına” alınmalıdır. U P O V (Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği) sözleşmesinin ilkelerine dayanan yeni bitki çeşitlerinin korunması tarımın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Uluslar arası firmalar bir ülke UPOV sözleşmesini imzalayana kadar hiçbir ülkeye hibrit (mısır gibi tek yıl kullanım olan) dışı örneğin soya, buğday gibi türlerin yeni çeşitlerini ihraç etmezler. Bu uygulamalar sayesinde ıslahçılar geliştirdikleri çeşitlerin gelirleri ile yeni çeşitlerin ıslahı için kaynak elde etmekte, yetiştiriciler ise yeni geliştirilen çeşitlerde hastalıklara daha dayanıklı, daha kaliteli daha güvenli ve daha verimli tohumluğa kavuşmaktadırlar. Batıda tohumculuk endüstrisi, bu sistemlerle sahte tohum kullanımının engellenmesinden ıslahçı haklarının korunmasına bir seri yasa – yönetmelik çıkarılmış ve bu mevzuatın yürütülmesi için birçok kuruluşlar oluşturulmuştur. UPOV, WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), TRIPS (Ticari Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), CPVO (AB Topluluk Bitki Çeşitleri Ofisi) ve PVPO (Bitki Çeşitlerini Koruma Ofisi). Bu uluslar arası organizasyonlar desteği ile dünya tohumculuğu sorunsuz bir şekilde sürdürülmektedir.
Tohumculuk firmaları ürününü eken çiftçinin elde ettiği ürün miktarına veya satış fiyatına göre royaliteyi belirleyebilir. Royalitenin tahsilinde de genelde çiftçi örgütleri ile anlaşmalı çalışır. Bu bağlamda “Küçük Çiftçi 1 İstisnası” gibi uygulamalara da rastlanmaktadır.
İşte bu bilimsel ve yasal çerçevede iki partner ticari ilişkileri sorunsuzca sürdüredurmuşlardır. Bilindiği gibi Brezilya ilk biyotek ürün tarımına 2003 yılında soya fasulyesi ile başlamıştı. 1996 yılında devreye giren transgenik çeşitlerin ekimi ülkede yasaktı ve çiftçi tohumu Arjantin’den kaçak olarak getirtiyordu. Çünkü transgenik çeşitlerin kullanımı ile yılda iki ürün alma şansı yakalanabildiği gibi ilaç kullanımında tasarruf nedeniyle % 30 civarında maliyet düşüklüğü, yani kar sağlanıyordu. Brezilya, dünyada ekilen alanların %12’sine karşılık gelen 160 milyon Hektarlık transgenik ekim alanının % 17sine sahip. 18 milyon Hektar soya, 8 milyon Hektar da mısırın yanında bir miktar da biyotek pamuk ekilmektedir. Ülke kamusal araştırmalar sonucu 2011 yılında ilk GDO baklayı tescil ederek adeta dünyada gelişmiş ülke özel sektörünün hegemonyasında bulunana tarımsal biyoteknoloji tekeline son vermiştir.
Rio Grande do Sul eyaletinde açılan davanın konusu Monsanto’nun 5 milyon soya çiftçisinden tahsil ettiği 6,2 milyar Euronun iadesi. Hala devam eden davayı üreticiler birliği açıyor, fakat tarım işçileri örgütü de müdahil oluyor. Davada üreticinin tohumu tekrar ekmesi halinde, hatta tohum değişiminde dahi royalite ödeme durumunda kalınmasından yola çıkılarak şirketin yasal olmayan tahsilâtta bulunduğundan hareket ediliyor. Her ne kadar çiftçi örgütü uluslar arası hukuka göre firmanın tohum satışından aldığı royaliteyi kabul ediyorsa da, ürünlerinin satışından royalite taleplerine karşı çıkıyorlar.
Ülkemizde “Islahçı hakları” ile ilgili olarak tüm düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle dünyadaki tüm yeni çeşitler ülkemize girebilecektir. Ne var ki her sektörde görülen “kötüye kullanıma” tarımsal üretim ve ihracatında da rastlanmaktadır. Macaristan gümrüğünde el konulan, uluslar arası koruma altına alınan, fakat ülkemizde izinsiz üretilen ve ihraç edilmeye çalışılan “çiçek yüklü dört Türk tırı” örneğinde olduğu gibi!
Nazimi Açıkgöz (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim)
Küçük Çiftçi her ülke yasalarına göre değişmekle birlikte yaklaşık 100 ton veya eşdeğerinden daha az ürün elde eden çiftçi).