Hz. Peygamberin hayatı boyuncu mücadelesiyle oluşturduğu yeni İslam toplumunun kendi yarım adasından çıkıp dünyaca belirli bir güce ulaşmaya başladığında hayal bile edemedikleri pastadan pay kapma sevdaları, içlerine toplumu içten içe kemirecek fitne (bu tüm fitnelerin başlangıcı da olmuştu) tohumunu düşürmüştü. Peygamber Efendimizin eşi Hz. Aişe etrafında yoğunlaşan bir grup Müslüman güç, Hz. Ali’yle karşı karşıya gelmişti. Makul bir ortamda birbirlerinden ayrı güç odakları olarak devam edeceklerken fitne kışkırtmasıyla yıllar sonrasına ertelenmiş gibi görünen kıvılcım hemen orada erken ve geceden çakmıştı. Hak ettiği üzere bu güç çatışmasında galip gelen Hz.Ali olmuştu.
Ancak, Ali’ye karşı asıl büyük güç pusuda yatıyordu. Hz. Ömer’in bile dokunmadığı, yıllardır aynı bölgede valilik yapan Hz. Peygamberin sahabesi Hz. Muaviye ümmetin bir çoğunluğunu kendi safına çekmeyi başlangıçtan kurgulu olarak başarmıştı. Suriye’deki bu güç, Hz.Aişe ve etrafındakilerin Cemel vakasına sürüklenmelerinde belirleyici etken olmuştu.
Hz. Osman’ın yine müslümanlarca şehadeti sonrası, Cemel vakasıyla, üçüncü güç hükmündeki etken Hz. Ali tarafından pasifize edilerek bir açıdan ortadan kalkmıştı. Sonrası, Halife’nin şehadeti fitili ateşleyici olarak İslam ümmeti, iki farklı sarmalda, iki farklı güce doğru kutuplaşmıştı. Nihayetinde Sıffin’de karşı karşıya gelen Hz. Muhammed’in Ümmeti, güce sahip olma menfaatinde Bedir ve Uhud’ların tersine birbirleriyle savaşmışlardı.
Savaşı kaybedeceğini anlayan Hz. Muaviye, onları ümmet haline getiren en hassas noktaya müracaat ederek Kuran nüshalarını askerlerinin mızraklarının ucuna taktırmıştı. Gözlerini menfaat kaplayan askerler Kuran’ı görünce Allah’ı, Peygamber’i, asıl mükâfat mekanı ahireti hatırlamışlar ve yanlışlarını görür gibisine kılıçlarını yere indirerek Kuran’ın hakemliğine razı olmuşlardı.
Hz. Ali gerçeği anında görmüş; ancak, bunun bir savaş taktiği olduğunu o hırs dolu insanlara anlatamamıştı. Kuran adına yapılan siyasal bir oyunla Hz. Ali zayıflatılmıştı. Bu siyasal oyuna Kuran’ın alet edilmesini eleştirenler, bir grup olarak, ahir zaman fitnelerine tohumluk edercesine Hz. Ali’nin ordusundan ayrılmışlardı.
Elbette bu olaylarda münafıkların başı İbn-i Sebe ve ekibinin payı büyük olsa da onlar sadece ümmet fotoğrafını görüyorlardı. Yani kendi küçük menfaatleri ve kadim Şeytandan gelen Tanrı düşmanlıklarının peşindeydiler.
Ahir zaman İbn-i Sebe’leri kendi coğrafyalarıyla birlikte dünya fotoğraflarına da vakıflar. Onlar gibi dünyaya hükmeden daha büyük ve güçlü şeytani İbn-i Sebe’lerle birlikte onların tilmizi olarak çabalıyor, gayret gösteriyor ve oyun kuruyorlar. Oyun kurucular her zaman avantajlı ve bir adım önde olarak oyunu kazanırlar. Oyunu ve fotoğrafın tamamını göremezseniz başınıza geleni bile hiçbir zaman anlamadan hep kaybedersiniz.
Müslümanlar yıllardır bilip tanıdıkları müşriklerin baskılarından kurtulup Peygamberimizin vefatından çok kısa bir süre sonra varlığın, zenginliğin, gücün kapıları onlara açılmaya başlayınca masumca da olsa bu imkan ve nimetlerden pay almak istediler. Bu, “pastada benimde hakkım var” düşüncesi, müslümanları Hz Ali gibi bir halife döneminde maalesef karşı karşıya getirmişti. Yıllarca süren ‘Mekke müşrik cenderesini’ çabuk unutmuşlardı. Düşman ve tehlike ortadan kalkınca hissettikleri üzere, güçlü birer askerler, komutanlar olarak düşmanı diğeri öbürüne karşı oluşturmuştu.
Artık iyice gün yüzüne çıkan Cemaat-Ak parti kutuplaşması, bu ümmetin başlangıçta çok erken yaşadığı güç mücadelelerini hatırıma getirdi.
Ak parti iktidarı döneminde ittifakla atlatılan ‘Mekke müşrik cenderesi’ sonrası ortaya yeni çıkan güç, elbette ki belli bir süre sonrası kutuplaşmaya gidecekti. Ancak bu yine bir erken gelişti ve serlevhaları dershaneler oldu.
Elbette burada da İbn-i Sebe’ler mevcut ve kol geziyor. Ama bu İbn-i Sebe’ler ilk gerçeklerinden çok daha uyanık, etkin ve dünya büyük İbn-i Sebe’leriyle tüm harita üzerinde oyunlarını oynuyorlar.
Taraflar elbet bunun farkındalar ama, fitne ateşi bir koy verildiğinde bir korkunç kaos başlayıverir. Bu tür kutuplaşma sonrası ortaya çıkan ateşlerden her iki tarafta büyük zarar görecektir.
Hz. Peygamberin sahabelerinin mücadelesi, birbirlerine karşıda olsa verdikleri savaş gerçekti; fikirleri, görüşleri, hataları, kusurları kendi hakikatleri ve kazandıkları kendi bileklerinin hakkıydı. İnsanların sanal alemde dolaştırıldığı yaşadığımız bu dönemde adeta her şey sanal. Önceden kurgulanmış ve bu, yazılan senaryoya göre adım adım gerçekleştiriliyor.
Aslında küresel İbn-i Sebe’lerce bir rüyanın içinde rüya gördürülüyoruz. Pek azımız bunun sanal rüya içinde rüya olduğunu fark ediyoruz ama, bir türlü rüyadan uyanamıyoruz.