Sık sık vaizlerin vaazlarında, hutbelerde, dualarda, konferanslarda konuşulan, kitapların sayfaları arasında yer alan ancak toplumumuz tarafından pek önemsenmemiş veya pek dikkate alınmamış, üzerinde düşünce yürütülmemiş “milli ve manevi değerlerimiz…” cümlesinin içeriği, bu yüzden pek su yüzüne çıkmamıştır.
Yahut bu ifade dinden imiş gibi algılayarak dine olan saygılarından dolayı araştırılması ve üzerinde konuşulması pek uygun görülmemişte olabilir. Hatta şunu üzülerek belirtelim ki; kulaklara hoş gelen bu cümle, sessiz sedasız halkın benliklerine yerleşmiş vaziyettedir. Herhangi birileri tarafından “Milli ve manevi değerlerimizi koru Ya Rabbi” denildiğinde düşüncesiz bir şekilde topluluktan “âmin” sesleri yükselmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hutbe konusu edilen, yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan kitaplarda da yer alan bu konu hakkında Dini Sorular Komisyonuna sorulan soru üzerine alınan cevapta gördüğümüz kavram kargaşasını gidermek için bu konuya eğilmek istedik. Verilen cevap aynen şöyle:
SORU: Uzun süredir merak ettiğim bir soru vardı. Halen cevabını bulamadığım soru bir imam kardeşimizin hutbesi esnasında meydana geldi. Hutbeyi veren kardeşimiz hutbesinin sonuna doğru; “…Yarabbi milli ve manevi değerlerimizi de koru” şeklinde duada bulundu. Daha önceleri de bazı imam kardeşlerimizin vaizlerinde de bu cümleyi duymuştum. Düşündüm içeriğini çözemedim. Sizlerden ricam; “MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZ”den kasıt nedir? Detaylı bir şekilde cevaplarınızı bekliyorum. Yardımlarınızdan dolayı şimdiden teşekkür ederim…
CEVAP: “Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamasını ve milli kimliğiyle tarih sahnesinde yer almasını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu değerleri gelecek kuşaklara aktardığı oranda varlıklarını sürdürürler. Tarih, bize milli ve manevi değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip milli şahsiyetlerini kaybedenlerin dünya coğrafyasından silinip yok olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlak ve milli değerleri yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler.
Yüce dinimizle milli kültürümüz adeta bütünleşmiş ve dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedakârlığın geliştirilmesinde, toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin ve milli kültürümüzün katkısı büyüktür. Özellikle genç kuşakları bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü gençlerin dini ve ahlaki değerlerden uzaklaşmaları, örf ve adetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzağına düşmelerine yol açmaktadır. Bu itibarla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi, milli, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba eğitimci ve toplum olarak hepimizin görevidir. Nitekim Yüce Allah, dini ve ahlakî prensiplere sahip çıkarak kimlik ve şahsiyetimizi korumamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“İşte bu din, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder.” ( En’am, 6/153)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bizleri ahlakî çöküntüye neden olabilecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak başka milletlerin örf ve adetlerini benimsemekten sakındırmıştır. Bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı allında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları milli ve dini değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca milli ve manevi değerlerimize ters bu tür eğlence ve adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır. Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya çalışalım. Dini ve milli değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim. Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dinin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadiste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları Müslümanlara yasakladı.”
Bazı kesimlerde; milli değerlerden ulusçuluğun, manevi değerlerden bütün dinlerin ortak yönlerinin (dinler arası diyalogun) ağır bastığı ortaya çıkmıştır.
Aslında konu üzerinde dikkatlice durulduğunda, cümleye ilk bakışta iki ayrı değerden bahsettiği ve iki ölçünün bir arada zikredildiği göze çarpar. Bilinçli ve üzerinde uzun bir araştırmanın sonucu hazırlanmış ve ortaya çıkarılmış bu cümlenin gidişatında şunlar göze çarpmakta:
A- Laikliğin başka bir versiyonu/sürümü olarak topluma yerleştirilmeye çalışıldığı anlaşılacaktır. En azından “milli bayramlar” ve “dini bayramlar” ayrıştırması bu minvaldedir. Cumhuriyet Bayramının, 23 Nisan Egemenlik Bayramının, 19 Mayıs Bayramının, 30 Ağustos Zafer Bayramının içeriği, milli mücadele, Misakı Milli, Milli Kültür, Milli Güvenlik Kurulu “Milli Değerler” kapsamında ele alınmış, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı da “Manevi Değerler” kapsamında ele alınmıştır. Birisinde kaynak milletin iradesidir, diğerinde kaynak İlahidir. Ayrıca milli maç, milli piyango, milli gelir gibi millilerin dizildiği kurumlar ve uygulamalar da millete mal edilmiştir. Bu değerler ve uygulamalar laik Türkiye Cumhuriyetinin uyguladığı sistemden kaynaklanan değer ve ölçülerden doğan uygulamalar olduğunu şimdiden söyleyelim.
B- Milli değerden maksat; egemenliği halka vermenin başka bir adıdır. Yani “halkın iradesine saygı duyulmalı, halkın iradesinin ortaya koyduğu değerler korunmalıdır” bağlamında değerlendirilmiştir. Halkın üzerinde tatbik edilen cumhuriyet, laiklik, demokrasi milli değerler addedilerek dışlanmamıştır. Aşağıda da ele alacağımız gibi ‘Millet’ ulus demekse, ulusun kabul ettiği o değerler ne ise ona saygı gösterilmesi hedeflenmiştir.
C- ‘Manevi’ kelimesinden kastedilen ise halkımızın anladığı şekli ile doğrudan İslam değildir. Her ne kadar bu kelimeden din anlaşılsa da manevi kelimesin içerisi laikler tarafından doldurularak başka mecralara çekilmiştir. Bunun tarifine de aşağıda değineceğiz.
Aslen batıda doğan bu manaları “Milli Değerler” ve “Manevi “Değerler” kelimesi altında adlandırarak, ekler yaparak, anlam yükleyip bu ümmete taşımacılığını yapan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisidir. Bunu anayasasında da görmek mümkündür: T.C. Anayasa kitabında;
– Türkiye Cumhuriyetinin maddî ve manevî mutluluğu,
– (Başlangıç bölümünün 5. Paragrafında); Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesi ile bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı,
– (15. Maddede); Kişinin maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, denilmektedir.
Her iki kelimenin de resmi birer anlamları vardır. Nasıl ki “Cumhuriyet” kelimesi batılılar tarafından mefhum haline dönüştürüldüyse “Milli” ve “Manevi” kelimeleri de batının fikir adamları tarafından kavramlaştırılmıştır. İçeriği ve şekilleri dahi batının öncülüğünde ortaya konmuştur. Belki çok cüzi noktalarda karton devletçiklere hak tanınmış olabilir.
“Milli” ve “Manevi” kelimesi tek başlarına anlam değişikliğine uğrayabilir, değişik şekillerde tarifleri yapılabilir. Nitekim “Milli” kelimesi İslam literatüründe farklı bir şekilde tarif edilirken laikler tarafından farklı tarif edilmiştir. Ama ikisinin bir arada ifade edilmesi kavramlaştırıldığına işarettir. İsterseniz her iki halde, nasıl tarifi yapıldığına bir bakalım:
-Milli kelimesinin sözlükteki manası; Millete ait, millete has, milletle ilgili ulusal, millete mensup demektir.
Sözlükte bu kelimenin kökünün, aslının Arapça olduğu inkâr edilmiyor. Ancak tarif etmeye kalkışıldığında saptırma başlıyor. “Arapçadan benimsediğimiz” diye başlayan bazı tariflerin arkasından; “asıl Türkçe karşılığı ‘ulusal’ olan ‘millî’ kelimesi, “millete/ulusa ait, millete/ulusa özgü, ulusal” olarak veriliyor. Bu tanım yapıldıktan sonra temel atılmış oluyor ve arkasından binanın inşasına başlanıyor. ‘Millî ekonomi’ , ‘millî gelir’, ‘millî güvenlik’ gibi kavramlar bu kelime üzerinden üretiliyor. İşi daha da kökleştirmek için ‘millî şuur’ kavramı ortaya atılıyor. Ki, o da; milletin/ulusun ortak duyuş, anlayış ve sezgisi anlamında ‘ulusal bilinç’ manasında kullanılıyor. Millî Savunma, Millî Eğitim, Millî Edebiyat, Millî Kütüphane, Millî Meclis, Millî Piyango kavramları da bu düşünceden hareketle üretilmiştir. Yeni kurulmuş bir düzen için elbette ki temellerini oturtacağı esaslar lazımdır. İslam hayattan kaldırıldıktan sonra egemen güç veya bir değer/mikyas oluşturulması gerekir. Nitekim Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü (28 Aralık 1920) şunları söylemiştir: “Bu sebeple teşkilatımızda milli güçlerin etken ve milli iradenin egemen olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli egemenlik…”
Batı müptelası oldukları için yaptıkları işler ve fikirleri de batıdan esinlenerek tarif etmeye kalkışmışlardır. Bu doğrultuda; ‘millî irade’ yi de kısaca şu şekilde izah ederler:
“Kendini oluşturan bireylerden ayrı bir hukukî varlığa ve kişiliğe sahip olduğu varsayılan ulusa ait olarak kabul edilen ve birey iradelerinin üzerinde yer alan en üstün emredici güç ya da irade olarak ifade edilebilir. Yerine göre ‘genel irade’ olarak da anılan millî irade, ulusal egemenlik kavramından ortaya çıkmıştır. Yasa genel iradenin ifadesidir.”
Bütün bu kurallar Rönesans’la/Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan düşüncelerdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulması aşamasında ve sonrasında laiklik çerçevesinde milli irade ve meclisin iradesi benimsenmiş, bu düşüncenin topluma kazandırılması için bir sürü kelime oyunları oynanmıştır.
Türkiye’de “milli ve manevi değer” diye her şey birbirine karıştırılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın netlikten uzak verdiği cevabında bunu görüyoruz. Karmaşık hale getirilenler içerisinde dil, din, tarih, örfler, adetler, normlar, aile, mekânlar, bayrak, vatan, istiklal marşı v.b. şeyleri bulmak mümkündür. Neyin nereden kaynaklandığı, bunlar hakkında doğan değeri kimin belirlediği açık değildir. Ümmetin kaynaklarına has olmayan bu düşünce ve kavramlar batılılara aittir. İslam’dan uzaklaşıp batıya meyletmenin neticesi, batı düşüncesi ve ondan türeyen fikirler yönetimce benimsenmiş, uygulamaya konulmuş ve de hala ümmete benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bunun yanında net bir tarifin aksine kavram kargaşası ve fikir kirliliği olduğu meydandadır veya bu çatışmanın olması istenmektedir.
“Milli” kelimesi ulus anlamına çevrilmesi kabul edilse dahi (edilmesi mümkün değil) tarifinde yine netlik göremiyoruz. Türk ulusu, Alman ulusu, Fransız ulusu denildiğinde bunun içerisinde insanların zati sıfatları (Alman anne babadan doğma gibi) kastedildiği gibi onların kültürleri de bu (ulus) kelimesinin içerisine sıkıştırılmaktadır. Her devlet kendi anlayışına göre “ulus” tarifi yapmakta böylece de farklı farlı manalar ortaya çıkmaktadır. Yani tek bir tarif görmek yine mümkün değildir. “Türk ulusu” kelimesinin de Fransa’dan Jön Türkler tarafından getirildiği bilinmektedir.
-İslam kaynaklarında milli kelimesinin tarifine gelince;
مل Milli kelimesi aslen Arapçadır. Anlamı; Şeriata ilişkin Şer’i anlamındadır.
“Millî”kelimesi Kur’an’da ملة “Millet” kelimesinden gelir. Milli kelimesi din manasının dışında başka bir yerde kullanılmamıştır. Toplumu, bir kavmi veya aşireti belirtirken Arapçada; أمة ümmet (Araf 181), قوم kavmin (Enfal 53) gibi kelimeler kullanılmıştır.
İmam Fahruddin er-Râzî (rh. a.);”Millet, din demektir” (1) derken, İmam Kurtubî (rh. a.) şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Millet (din): Yüce Allah’ın, Kitaplarında ve Peygamberlerin aracılığı ile kulları için koyduğu şeriatın adıdır. O bakımdan millet ile şeriat arasında fark yoktur.” (2)
Şehristânî’nin, “el-Milel ve’n-Nihal”deki beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şeylerdir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere milli veya millet; bir topluluğun üzerinde yürüdüğü, alakalarını düzenlediği değerler topluluğudur veya adıdır. Elmalı M. Hamdi Yazır’ın tefsirinde de buna yakın bir açıklama vardır:
“Şu hâlde millet, bir cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, içtimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takip edilen gidişattır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akıbete götürür. Demek ki; millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona, cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet denilir.” (3)
İslâm âlimlerinin açıklamalarından da anlaşıldığı üzere millet; “din” demektir. Aynı inancı paylaşan insanlar için millet vasfı verilmiştir. Halil İbrahim Milleti gibi.. Bu, toplumlar hangi akîde etrafında bir araya gelmiş ve o akîdenin gereği gibi davranmışlarsa, o akîdenin milleti anlamını taşır. Burada ayrı dilleri olsa da, ayrı renkleri olsa da, soyları, kavimleri ve bölgeleri ayrı ayrı olsa da aynı dinde olanlar için aynı millet tabiri kullanılır.
Kur’an’ı Kerimde bunun Yahudi milleti, Hıristiyan milleti, İslam ümmeti için “vasat ümmet” diye net bir şekilde ayırımı yapılmaktadır. Rabbimiz Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de, Yahudi ve Hıristiyanların milletine, yani dinlerine tabi olunmadıkça, onların inandığı gibi inanmadıkça, onların hareketleri gibi hareket etmedikçe, asla mü’minlerden razı olamayacaklarını şöyle beyan buyurur:
“Sen onların milletlerine (dinlerine) uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar, senden kesinlikle hoşnut olmazlar.” (6)
Ayrıca bu ayetlerde geçen “millet” kelimesinin din anlamına geldiği de açıkça beyan edilmektedir. Bundan dolayı Yusuf Aleyhisselam, Allah’a iman etmeyen ve ahireti de tanımayan, böylece kâfir olan bir toplumun milletini (yani dinini) terk ettiğini beyan eder. Kâfirlerin milletini, yani dinini terk ettiğini beyan eden Yusuf Aleyhisselam, “Tevhid milletinden” olan ataları İbrahim, İshak ve Yakub’un Aleyhisselam’ın milletine, yani dinine uyduğunu söylüyor. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“(Yusuf) dedi ki: ‘Size, rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa ben, mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların tâ kendileri olan bir topluluğun milletini (dinini) terk ettim.
Atalarım, İbrahim, İshak ve Yakub’un milletine (dinine) uydum. Allah’a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır. Ancak insanların çoğu şükretmezler.“(5)
Yine başka bir Ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ;
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (6) buyururken, iki milletten bahsedilmektedir: “Küfür milleti” ve “Tevhid, yani İslâm milleti.”
Hangi vasıfta, hangi isimde ve hangi iddiada olursa olsun İslam’ın dışında kalan bütün ideolojiler, felsefeler ve düzenler küfürdür. Yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan, iki milletten meydana gelir. Küfür etrafında toplananlar tek millettirler ve İslâm etrafında bulunanlar tek millettirler.
Kur’ân-ı Kerim’de, hayatî bütün meseleler bütün açıklığıyla beyan olunmuş ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem tarafından uygulanması da örnek olarak gösterilmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet ve rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (7)
Böylece görüyoruz ki “Milli” kelimesi başka alanlara çekilerek aslından uzaklaştırılmıştır. Bununla da kalınmayarak bu kelime üzerinden saptırmalar ve siyaset güdülmüştür. “Milli” kelimesi gibi manevi kelimesi de aynı yönteme tabi tutulmuştur. Onun için manevi kelimesini de burada açmak gerekir. Önce bu kelimenin nasıl saptırıldığına bir bakalım:
Manevi değer’e gelince;
Önce bu konuda yapılan izahlara bakıldığında meselenin ne kadar çarpıtıldığını görürüz. Tam izah edilememiş olsa da genel mana itibari ile ve en çok üzerinde durulan; -Vatan, ahlak, milli sevgi, bayrak sevgisi, demokrasi aşkı, devletin kutsallaştırılması, cumhuriyet ve cumhuriyeti kuranlara karşı sevgi beslenmesi, laikliğin tek çözüm görülmesi gibi esaslardır. Buna anayasa maddesinde geçtiği gibi; “Türkiye Cumhuriyetinin maddî ve manevî mutluluğu” deniyor. Manevi değerden kastın ne olduğuna şu madde ile de sınır getirilmektedir: “…Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmayı yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı..” Kanun Numarası: 2709 Resmi Gazetede Yayım Tarihi ve Sayısı: 09.11.1982-17863
-Aslında T.C. yasalarında manevi değer sınırlandırılmıştır. Diyanet bu yasayı delmiş değildir, o sadece Müslümanlara yönelik hitap ettiğinden dolayı manevi kelimesini din anlamında kullanmıştır. Bu camiada manevi değerlerden bahsedilirken İslam açık bir dille değer/mikyas kabul edilmediği gibi manevi değere de açık tarif getirilmiyor. T.C.’nin bir kurumu olması ve bu ülkede laikliğin tek değer kabul edildiği göz önünde bulundurularak, farlı dinlerinde olmasından dolayı yuvarlak ifadeler kullanılmıştır. Manevi değeri şu şekilde anlatıyorlar: “Burada şu husus gözden kaçırılmamalıdır; elbette maddi kalkınma önemlidir. Ancak maddi gelişme için yapılacak faaliyetler millî ve manevi değerler feda edilerek değil, aksine birbiriyle uzlaştırılarak gerçekleştirilmelidir. Toplum bünyesine uygun, dil, din, âdet, gelenek, görenek ve kültürüne uygun projeler uygulanmalıdır.” Bayram Uçakoğlu www.diyanet.gov.tr/
“Milletleri ayakta tutan unsurların başında hiç şüphesiz milli ve manevi değerler gelir. Din, dil, tarih, örf, âdet ve gelenekler, aile kurumu, bayrak, vatan gibi millî ve manevî değerler, birbirinden ayrılamayan ortak değerlerdir.” (İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Saffet Sancaklı Türk).
“İnsanlar arasında sevgi, saygı, hoşgörü ve fedakârlığın gelişmesinde, toplumu meydana getiren tüm fertlerin birbirleriyle dayanışma ve kaynaşma içinde hayatlarını düzenli bir şekilde devam ettirmelerinde, ayrıca, genç kuşaklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizle birlikte milli kültürümüzün katkısı da olukça büyüktür” (İnönü Üniversitesi Yardımcı Doç. Dr. Abdurrahman Ateş)
Bariz bir şekilde İslam’ın kastedildiğini söylemek mümkün değildir. Bazı yerlerde manevi değer yerine insanın mutluluğu ve saadeti kelimeleri kullanılmış ve buna da Devletin resmi kurumu olan Diyanet sınırlama getirmiştir. İzah getirmek gerektiğinde de zorlandıkları aşikârdır. Buna göre de manevi değerden anladıkları; “İslam’ın getirdiği hükümlerin ve koyduğu prensiplerin amacı; insanı ahlaken olgunlaştırarak dünyada huzur ve mutluluğa, ölümden sonra devam edecek olan ahirette ebedi saadete kavuşturmaktır. İslam Dini’nin getirdiği hükümleri ve temel prensipleri kısaca üç maddede toplayabiliriz: İman İbadet Ahlak.” www.ankaramuftulugu.gov.tr
Kısaca vaizlerde, hutbelerde dinlediğimiz ve piyasada dolanan çeşitli bazı kitap ve eserlerde okuduğumuz manevi değerden kast açıkça İslami değerler değildir. Bunun camilerde konuşuluyor olması İslami olduğu anlamına gelmez. Günümüzde İslam düşünce ve fikirlerine taban tabana zıt birçok düşünceler maalesef camilerde rahatça konuşulur hale gelmiştir.Bu açıklamalardan sonra birde kelimenin yapısına bir bakalım. Aslı Arapça olan “Manevi” kelimesinin sözlük anlamı; görülmeyen, duyularla sezile bilen, anlam, önemseme, soyut, kavram, fikir, düşünce, tinsel olarak tarif edilmektedir. “Maneviyat kelimesi her ne kadar günlük dilde bazıları için İslam’a özgü bir kavram olarak algılansa ya da gözükse de etimolojik (kelimenin dinsel tarihi anlamda) geçmişi dikkate alındığında onun kuramsal olarak İslâmî olmadığı görülür. Yaygın olarak kullanılabilir Türkçe bir karşılığı olmayan, bu kelimenin Arapça kökü ma’nan’dır ve bunun türevleri de manevî ve maneviyattır. Bununla uyumlu olarak manevî kelimesinin “anlamla, düşünceyle, soyut, zihinsel (maddî olanın karşıtı olarak) olanla ilgili” gibi anlamları bulunmaktadır. Kelimenin maneviyat türevinin ise ideal, maddî olmayan şeyler gibi içerikleri vardır. Kelimenin eylem kipi olan a’nâ “zihinde bir şey edinmek” anlamına gelmektedir. Böylece bireyin zihniyle dış dünya arasındaki ilişki ve etkileşime vurgu yapılmış olmaktadır.” (Yrd. Doç. Dr. Üzeyir Ok, “İslamî Araştırmalar Dergisi)
Geleneksel açıdan, halkın gözüyle bakıldığında ise maneviyattan “din” kastedilmiştir veya anlaşılmıştır. Din kelimesi yerleşik bir kavramdır. Bir bütünlüğü ortaya koyduğu gibi dinden kastedilen (İslam olsun, Hıristiyanlık olsun, Musevilik olsun) semavi dinler zikredilir. Bu dinlerin içerikleri de bellidir. Avrupa’da laikliğin doğuşundan sonra “din” hayattan kaldırıldığı gibi “dine” farklı bir anlam kazandırılarak insanların hayatında tesiri olmayan bir hale getirilmiştir. Manevi kelimesinden önce “inanç” kelimesi üzerinde durulmuş fakat bu kelimenin yalnız başına akideye yönlenilmesi veya “imanın” kastedileceği anlaşılmasından dolayı vazgeçilmiştir. “Manevi” kelimesi bu çerçevede uygun görülmüş ve bu kelimenin altına sistemin istediği anlayış yerleştirilmiştir.
“Maneviyat” batıda “spirituality” olarak kullanılır ve bu kelime altında birçok kurumsallaşmalar ortaya çıkar. “Spirituality” bazen de ruhsallık diye de tarif edilir. Manevi psikologlar, maneviyat dernekleri, manevi öğrenciler birliği vb. birçok kuruluşlar batıda faaliyet sürdürmektedir. Ayrıca Hind felsefesi bu kelimenin içerisinde ruhanilik bazında değerlendirilir. Laikler de fıtrattan kaynaklanan inanç içgüdüsünü bu kelime içerisinde, sınırlandırdıkları veya kendi akıllarına göre dizdikleri manevi çizgiler etrafında doyuma ulaşmaya çalışırlar. Örneğin; Türkiye’de Cumhuriyetin manevileştirilmesi, Atatürk ilkelerinin yüceltilmesi gibi.. “Spirituality” kelimesine Batının yüklediği manayı “manevi” kelimesi altında T.C. halka taşımaktadır. Cumhuriyetten önce “maneviyat” kelimesi halkın arasında pek kullanılmıyor ve din anlamına da gelmiyordu. Fakat Türkiye Cumhuriyeti din ve dinle alakalı kavramları kaldırabilmek için böylesi bir yola başvurmuştur. Dikkat edilirse “maneviyat” altında dini kavramlar unutturulduğu gibi farz, sünnet, Şer’i hüküm, cihad gibi kelimeleri anlatılmanın ötesinde kaldırılmak için de mücadele verilir. Manevi değerler üç alana (İman, ibadet, ahlak) sıkıştırılmıştır. Bu da; huzur, mutluluk, saygı, vicdan gibi kelimelerle anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Yani maneviyat ibadet veya dindarlık halinde görülür, hayat sahasında görülmez.
-“Değerlere” gelince;
Değer kelimesi; ölçü, mikyas, kıymet, bir şeyin önemini belirleyen ölçü, dayanılan anlamına gelir. Milli değer, manevi değer, maddi değer, ruhi değer, ahlaki değer, insani değer vb. daha onlarca sıralayabileceğimiz değerlerden bahsedilebilir. Şunu belirtelim ki milliden bizim anladığımız toplum, ümmet veya halktır. Buna göre; toplum sadece kişilerden meydana gelmez. Milleti (toplum kastediliyorsa) oluşturan sadece bireyler değildir. Milletin sahip olduğu değerler de milletin cismi ve sıfatından oluşmaz. Her hangi toplum veya millet aralarında alakalar olmadan bir arada duramazlar. Yani millettin/toplumun alakaları bir nizama göre yürür. O nizama göre de değerler doğar ve insanlar o nizamdan kaynaklanan değerler etrafında bütünleşirler. Toplumu meydana getiren; insan, düşünce, duygu ve nizamlardır. Türk milleti, Arap milleti, İngiltere milleti vb. kendi başına bir değer değildir. Milli değer bağlamında ortaya konan hayatla alakalı hükümler ve değerler olup dinden ayrıştırılmıştır. Şöyle ki; milletin iradesi bir değer kabul edilmiş ve yasama yetkisi millete bırakılmıştır! Dolayısı ile millet kendi kanunu kendi yapar, demokratik seçimler gerçekleştirir ve meclisten çıkan kanunları tatbik eder. Bayrağını kendi seçer (her milletin kendi bayrağının olması gibi). Ümmet kavramından uzaklaştıran ne var ise milli değer kavramının içerisine sokulmuştur. Bu ve buna benzer hususlar milli değerler kapsamına alınmıştır.
Milli değer dedikleri değerlerin birleştirici olmadığı sadece Türkiye coğrafyasında dahi bariz bir şekilde ortadadır. Ne milli dili, ne milli marşı, ne milli bayrağı ne milli bayramları bu coğrafyada yaşayan insanları birleştirmede etkin rol oynayabilmiş değildir. Manevi değerlerden eğer kasıt din ise bu ümmet için tek din vardır o da İslam’dır. Müslümanlar için tek değer vardır oda İslami ölçülerdir. Hayatın bütün alanında İslam akidesinden neşet eden Şer’i ölçüler geçerlidir. İslam ümmetinin hayatında helaller ve haramlar vardır. Bu milletin değerlerinde namussuzluk haramdır. Faiz, zina, kumar, içki, İslam dışı kanunlara itaat etmek haramdır…
İnsan nevini, aklını, haysiyetini, özel hayatını, ferdi mülkiyeti, dini emniyeti, devleti ve toplumu korumak için yüksek değerler vardır. Bunlar; Maddi değerler, ruhi değerler, ahlaki değerler, insani değerlerdir.
Yani insanın toplumsal yaşamında, başka bir deyimle sosyal ilişkilerinde bu değerlerin hepsi de etkin olup ve insan onlara rahatça ulaşma imkânı bulabiliyorsa, o toplum sağlıklı kalkınmıştır. O toplumda insanlar mutmain olurlar, huzur bulurlar.
1- Maddi değerler: Kişinin çeşitli şekillerde elde ederek maddi ihtiyaçlarını gidermek için uğraştığı mal, para, kazanç, mülk gibi hususlar ve bunlardan kaynaklanan hizmetlerdir. Sağlık, eğitim, güvenlik hizmetleri gibi. Bir toplumda bunlara ulaşmak bireyler için çok zor olursa, bu değerler toplumda sadece bir avuç insanın tekelinde olursa, o toplum sağlıklı kalkınmış bir toplum olamaz.
2- Ruhi değerler: İnsanlar arası ilişkilerde Allah ve Ahiret inancının etkin olması halidir. Yani sevap, günah değerlerinin etkin ve de yaygın olması halidir. Bu durum insanlar arasında dar görüşlülüğü, bencilliği, menfaatperestliği ortadan kaldırır. İnsanları birbirinin kuyularını kazma peşine düşmekten kurtarır. Toplumda güven ortamını artırır.
3- Ahlaki değerler: Doğruluk, dürüstlük, ahde vefa, emanete riayet gibi değerlerdir. Bunların yaygınlığı da toplumda güven ortamını artırır. İnsanlar arası ilişkilerdeki çarpıklık, aldatmaca, yolsuzluk, dolandırıcılık ve sahtekârlıklar ortadan kalkar.
4- İnsani değerler: Merhamet, sevgi, saygı, şefkat değerlerinin yaygınlaşması, insanları birbirinin canavarı olmaktan kurtarır.
Bütün bu değerlerin toplumda bolca yaygın ve etkin olması, ancak İslam nizamının hâkimiyeti ile gerçekleşir. Çünkü bu nizam, insanların yaratıcısı Rahman ve Rahim olan Allah-u Teâlâ’dan gelmiştir ve Ona iman esası üzerinedir. Bu nizam, o değerlerin hepsini de gerçekleştirir. Böylece toplumu sağlıklı kalkındırır. Allah’ın emir ve nehiyleri ile amelleri yürütmekteki gaye Allah’ın rızasını kazanmak olmuştur. Amelin değeri ise, onun yapılışında kastedilen şeydir. Bu değerin ortaya çıkışı; bunların Allah’tan gelen emir ve yasaklar oluşundan dolayıdır. Böylece Müslümanlar devlet işlerini milletin iradesi doğrultusunda değil Allah’ın emir ve yasaklarına göre yürütür. Çünkü insanların bütün işlerini (ister bu toplumun işleri ve birlikteliğini sağlayan işler olsun, isterse ibadetler hususu olsun) düzenleyen emir ve yasaklardır. Bunlar Allah’ın istediği şekilde yürütüldüğü zaman insanı mutlu kılar. Böylece ortaya çıkmıştır ki; milli ve manevi değerler diye bir ayrışım olmadığı gibi buna çağırmakta haramdır. Bunun yerine din kelimesi kullanılmalı ve dinin içeriği topluma yerleştirilmelidir. Müslümanlar için tek değer vardır; oda İslami değerlerdir.
Kaynakça:
1.Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir – Mefatihu’l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1988, C.3, Sh.405.
2- İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.301.
3- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Sadeleştirenler: Doç. Dr. İsmail Karaçam, Vdğ. İst. T.Y. C.1, Sh. 399-400. Orjinal Metin: Yenda Yayınları, C.1, Sh. 397-398.
4- Bakara, 2/120.
5- Yusuf, 12/37-38.
6- Kafirun, 109/6.
7- Nahl, 16/89.
8- Bkz. Bakara, 2/79.
VAY ALLAH SENDEN RAZI OLSUN GÜZEL ABİM . TEK KELİMEYLE ANLAMAK İSTEYENE İLİM SOFRASININ BÜTÜN ÇEŞİTLİLİKLERİYLE DONATILMIŞ , DOYURUCU BİR YAZI . ÇABLARININ DÜNYA VE AHİRETTE GÜZELLİKLERE GARK OLMASI DİLEĞİYLE . SELAM VE DUA İLE
çok faydalı bir yazı olmuş, kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. ve bu tarz konuların devamını bekliyoruz … ellerinize sağlık