Türkiye’de siyasal Kürt hareketi, Demokrat Parti (DP) iktidarının sonlarında ortaya çıktı. 27 Mayıs Darbesi’nin ardından kabul edilen 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlük ortamı, ‘Doğu Meselesi’ni üzerinde en çok konuşulan konulardan biri haline getirdi. Özgürlükçü ortamda gelişen sol akımlar, o güne kadar meşru siyasi zeminde örgütlenme şansı bulamayan Kürtler için iyi bir fırsat oldu.
Devletin doğuda uygulamaya koyduğu komando baskınlarına tepki olarak 1967’de bölgede başlayan gösteriler, Kürtlük bilincinin geliştiğinin göstergesi haline geldi. İşte bu dönemde TİP önderliğinde Diyarbakır, Silvan, Batman, Tunceli, Siverek, Ağrı, Erzurum ve Ankara’da düzenlenen mitingler, hem Kürtlerin Cumhuriyet sonrası kitlesel olarak gerçekleştirdikleri ilk demokratik hak arama eylemi olmuş, hem de Kürt Sorunu’nun o dönemki sol ve sosyalist hareket içerisinde yer bulmasının yolunu açmıştır.
BÖLÜCÜLÜĞÜN ADI: BİRLEŞİK BİR KÜRDİSTAN HAYALİ
12 Mart 1971 muhtırasının ardından yaşanan baskı dönemi de sol hareketin gelişmini engellemeye yetmedi. PKK’nın temellerinin atılması da bu döneme rastlar. PKK, ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan vatandaşların Türk ırkından ayrı bir ırk olduğunu, Türk devleti tarafından sömürüldüğünü, dil ve kültürünün asimile edildiğini savunarak, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerini içine alacak şekilde Suriye-İran ve Irak toprakları üzerinde Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan Devleti kurmayı hedeflemekteydi.
PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan; PKK, Türkiye’deki sol örgütlerin Kürt Sorunu’na yaklaşımlarına ve çözüm önerilerine bir tepki olarak ortaya çıksa da, Marksist söylemden kopmadı. Ancak örgüt, ilk oluşumundan itibaren önceliğini Kürt Ulusal Bilincinin oluşturulmasına verdi. PKK’nın kurulması, Türkiye’nin çözemediği Kürt Sorunu’nda bir dönüm noktası oldu.
Abdullah Öcalan öğrencilik yıllarında ulusal sorunun silahlı mücadeleyle çözülebileceği fikrini savunarak, faaliyet alanını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine taşıdı. 1978 yılında silahlı eylemler başladı. Grup, ilk önce ‘Apocular’ veya ‘UKO’cular’ (Ulusal Kurtuluş Ordusu) olarak tanındı. Öcalan ve arkadaşları, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde 27 Kasım 1978’de yaptıkları toplantıyla örgütlenmelerinin ismini PKK olarak belirledi.
PKK BÖLÜCÜ BİR TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK DOĞMUŞTUR
12 Eylül 1980 tarihi Türkiye’nin çok uzun süre çıkamayacağı karanlık bir tünelin başlangıcı oldu. Darbeyle beraber başlayan baskı rejiminden Kürt hareketi de nasibini aldı. Çok sayıda Kürt vatandaş yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Suriye’ye gidenler Filistin eğitim kamplarına katıldı, Avrupa’ya iltica edenlerse üniversiteler ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla Kürt Sorunu’nu Batı’ya anlatmaya başladı. Geride kalanların pek çoğu ise dönemin baskılarının simgesi haline gelen Diyarbakır Askeri Cezaevi’ndeydi. Böyle bir dönemde PKK da, çoğu yasadışı örgüt gibi Türkiye dışına çıktı. 12 Eylül’den kısa bir süre önce Şam’a yerleşen Öcalan, örgütü buradan yönetmeye başladı.
Darbenin Kürt hareketine yönelik tasfiye amacı sosyalist harekete uyguladığı tasfiye kadar başarılı olamadı, aksine Kürt hareketi darbe sonrası toparlandı. Özellikle Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanların kitlesel olarak PKK’ya katılarak dağa çıktığı bir süreç yaşandı. Filistin kamplarında eğitimlerini tamamlayarak Suriye’den Türkiye sınırını geçen örgüt üyeleri Adıyaman, Sason ve Dersim’e yerleşerek örgüte vurucu bir güç kazandırdı.
15-25 Temmuz 1981’de Suriye’de yapılan PKK 1. Konferansı’na 60 civarında örgüt mensubu katıldı. Konferans PKK’ya tahsis edilen Helve Kampı’nda yapılmış, dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad tarafından Kürdistan Demokrat Partisi’nden (KDP) alınan izinle de, örgüt Kuzey Irak’a yerleşmiştir. KDP lideri Mesut Barzani önce Türkiye’den çekinerek bu teklifi reddetmek istese de, Esad’ın baskıları sonucu kabul etmek zorunda kaldı. Böylece 1981’de Kuzey Irak’a ilk adım atıldı.
Örgütün 1986-1987 yıllarında yoğunlaştırdığı bu eylemlerin amacı PKK’yı devlete karşı alternatif otorite olarak kabul ettirmekti. Bu nedenle hedefler özenle seçiliyordu. ‘ibret’ yöntemi en kestirme ‘ikna’ yolu olarak görülüyordu. Güvenlik güçlerine kim bilgi veriyorsa ‘ajan’ olarak ilan edilip öldürülüyordu. Esnaftan ve sınır geçişlerinden alınan haraca ‘vergi’, örgüte katılmalara ise ‘askere alma’ işlemi adı veriliyor, örgüt otoritesi bölge halkına alternatif devlet otoritesi olarak sunuluyordu.
ÖRGÜTE TÜRKİYE DÜŞMAN TÜM GÜÇLER DESTEK OLUYOR
Bölücü örgüt Suriye ve Irak’tan sonra, İran’ın da hem Irak’a, hem de Türkiye’ye karşı PKK’yı kullanabileceği mesajını vererek, Türkiye’ye girişte İran’dan da yararlanmaya başladı. Türkiye’ye komşu üç ülkenin sağladığı bu hareket alanı PKK’yı rahatlatırken, örgüt iç bölgelere daha fazla sızarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni daha geniş ve kontrolü zor bir alana yayılmaya zorladı.
PKK, bu dönemde yaşanan İran-Irak Savaşı’nın sonuçlarından da yararlandı. Dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’taki KDP lideri Mesut Barzani’ye bağlı güçlere saldırdı. İran’a kaçmak zorunda kalan Barzani birliklerinin arkalarında bıraktıkları silahlara PKK tarafından el konuldu. Örgüt Kuzey Irak’ta ortaya çıkan bu boşluktan yararlanarak bölgeye yerleşimi tamamladı, ayrıca Barzani’ye bağlı bazı militanları bünyesine katmayı başardı. PKK sağladığı bu güçle kendini otorite olarak kabul ettirmeye yönelik silahlı eylemlerini arttırdı. Bu eylemler neticesinde PKK, Kürtçülük hareketini uluslararası platformda tartışılır hale getirse de pek çok ülke tarafından ‘terör örgütü’ ilan edildi.
PKK’nın 1990 yılının Mart ayında Cizre, Silopi ve Nusaybin’de düzenlediği gösterilere beklenenin üzerinde bir katılım oldu. Bunun üzerine örgüt faaliyetlerini artırarak bir yandan bu kitle desteğini canlı tutmaya çalışırken diğer yandan da siyasallaşma çabalarını yoğunlaştırdı.
Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 17 Ocak 1991’de Irak’a başlattıkları askeri harekât, bu ülkenin Kuveyt’ten çekilmesi ve Birleşmiş Milletler’in Nisan 1991’de 36. paralelin kuzeyini Bağdat yönetimine yasaklaması kararıyla sonuçlandı. Bu karar hem Türkiye, hem de PKK için önemli sonuçlar doğurdu. Kuzey Irak’ta meydana gelen otorite boşluğundan bir kez daha yararlanan PKK, silahlı gücünün önemli bir bölümünü buraya kaydırdı. Kuzey Irak’a yerleşerek kamplar kuran PKK, Irak ordusunun kuzeyden çekilirken geride bıraktığı silahlara da el koydu. Bu gelişme örgütü silah ve mühimmat bakımından o güne kadar hiç olmadığı kadar güçlendirdi
PKK NIN BİR BAŞKA AMACI DA İÇ SAVAŞ ÇIKARMAKTI
PKK, İran, Irak ve Suriye topraklarında çok rahat bir şekilde hareket ediyor. Hatta İran, bazı karakollarını PKK’ya terk etmiş durumda. Suriye ve İran’da PKK’lılara askeri eğitim veriliyor. Özellikle Irak üzerinden Türkiye’ye ciddi silah akışı oluyor. Bunun kaynağı İran da olabilir, Suriye de olabilir, bir başka ülke de olabilir. Ama şurası açık; bir nokta, bir yer, Türkiye’nin bölünmesi gerektiğine karar vermiş. Birileri bu konuda çalışıyor”
Hakkari, Şemdinli ve Şırnak gibi Türkiye’nin Güneydoğusu’nda, Irak ve İran sınırlarına komşu olan bir nevi üçgen gibi bir bölge var. Bu bölgede PKK son 1-2 yıldır bir ‘kurtarılmış bölge’ oluşturma hedefindeydi. Belki bu hedef daha önceden konulmuştu. Açılımla birlikte PKK’nın içerisinde bu hedefe ulaşma yönündeki çalışmalar arttı. PKK bir yandan açılımla devleti oyalayıp, diğer yandan da sahada bir ‘Kurtarılmış Bölge’ oluşturma gayretine girdi. Bu İran ve Suriye’nin birlikte geliştirdikleri bir stratejik akıldır. Arap Baharı’yla birlikte Türkiye’de de bir Kürt Baharı başlatma düşüncesi gelişti. Yani bir halk hareketi ve bir kurtarılmış bölge oluşturma çabası gelişti. Yalnız bu halk ayaklanmasının tek eksik yönü halktı.
MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK PROJESİ
Türkiye gündeminin en önemli maddesi çözüm süreci. PKK’nın 1984’teki ilk eylemi sonrasında 40 bin insanın öldüğü belirtilen savaş sürecine son vermeyi amaçlayan en kapsamlı adım 2009’da başladı. 2011’de yine çatışmalar yaşandı ancak geçtiğimiz Temmuz ayında çıkarılan “Çözüm Yasası” ile süreç devam ediyor. Hükümetin Öcalan ile görüşüldüğünü açıklaması, Paris’te üç PKK’lı kadının öldürülmesi, Oslo görüşmelerinin sızdırılması, MİT müsteşarının ifadeye çağrılması… Süreç, 2013 Nevruzunda Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubu ile yeniden başladı, “akil insanlar” Türkiye’yi dolaştı. 40 kişinin öldüğü Kobani protestoları nedeniyle kesintiye uğrayan “çözüm sürecinde” Öcalan’ın açıkladığı müzakere taslağıyla yeni bir viraj daha dönüldü.
Çözüm Süreci’nde Abdullah Öcalan’ın talimatına rağmen silah bırakma sözünü tutmayan terör örgütü PKK ve siyasi uzantısı HDP, operasyonlar başlayınca, hükümetin süreci bitirdiği propagandasına sarıldı.
Kandil yöneticileri ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile parti temsilcileri Dolmabahçe toplantısında verilen sözlerin tutulmadığını ve yasal düzenlemelerin yapılmadığını ileri sürdü. Ancak Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yaptığı 2013 Nevruzu ile sınır ötesi operasyonların yeniden başladığı Temmuz 2015 arasında terör örgütü yöneticilerinin yaptıkları açıklamalar ve bunlara paralel eylemler sürecin nasıl baltalandığını gözler önüne sermiş oldu..
MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK ESAS ALINMALI
Başta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Ak parti yönetimi çözüm sürecinin durduğunu bunun yerine “Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecinin” başlatılacağını ilan etmiş oldular. Buzdolabına kaldırılan çözüm süreci yerine” Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecinin” devam etmesinden yana olan tutumlarını açıklamaya başlamış oldular.
Çözüm Süreci başarıya ulaşmadığına ve silahlar susmadığına göre “ Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecinde başarıya nasıl ulaşılabilir? Bunu değerlendirmek istedik. Öncelikle ifade etmek isteriz ki, HDP ve PKK yı masum Kürk kardeşlerimizden ayrı tutmaya özen göstermek zorundayız. Silahlı eylemleri temel amaç gösteren PKK ve ona sırtını dayamış gözüken HDP ile Çözüm sürecini yürütmenin mümkün olamayacağını herkes görmüş oldu.
Doğu Bölgemizde yaşayan Kürt Kardeşlerimizi potansiyel suçlu kabul edip onlara tavır konulması yanlış olur. Bölücü Terör örgütlerinden bu masum kardeşlerimizi ayrı değerlendirmek zorundayız. Kardeşliğin birlik ve beraberliğin vurgulanacağı bir politika asıl amacımız olmalı. Bölgede başarıyı sağlamak için Silahlı mücadelede dahil, ekonomik, siyasi ve politik mücadele birlikte yürütülmeli.
PKK ya destek veren dış güçler başta olmak üzere yerli ve yabancı güçler politik manada ele alınıp bunların bertaraf edilmesi sağlanmalı. Bölücü gruplara destek olan, onlara yardım ve yataklık eden unsurlarla mücadele edilmeli. Bölgede hâkim olan cemaatler, mezhep ve kanaat önderleriyle görüşmeler, toplantılar yapılmalı. Terör örgütünün hedef ve amacı bölge halkına çok iyi anlatılmalı. Bölgenin geçim kaynağı olan kaçakçılığa karşı ciddi ve kalıcı bir çözüm getirilmeli.
PKK nın ve bölücü gurupların halk üzerindeki baskı ve zulümlerine son verilmeli. Bu mana da devlet silahlı mücadelesine hiç ara vermeden devam etmeli. Bölge halkını temsil etmekten uzak kalan, bölgeye yatırımları engelleyen ve gelişmeye darbe vuran tüm bölücü- silahlı güçler devlet eliyle susturulmalı. Silahlı kuvvetlerimizin operasyonları devam etmeli. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine devlet eliyle birlik ve kardeşlik tohumları ekilmeli. Terörü destekleyen ve besleyen kaynaklar kurutulmalı. Bölücü guruplara yardım ve yataklık edenler deşifre edilmeli, cezalandırılmalı. Bölge halkı adına asla ve asla PKK HDP ve 40 bin insanımızın katili Apo muhatap alınmamalı ve bunlar masum Kürk kardeşlerimize iyi anlatılmalı.