Önceki gün cumhurbaşkanlığı döneminde Abdullah Gül’ün danışmanlığını yapan Yusuf Said Müftüoğlu‘nun İngiliz dış istihbarat kurumu MI6’in önceki dönem başkanı Sir Robert John Sawers ile birlikte çalıştığını yazmıştık. (27 Ağustos)
Yusuf Bey bizi ciddiye almış ama muhatap almak istememiş. Ne de olsa kendisi İngiltere’de bizse Türkiye’deyiz. Bu kadar sınıf farkı olur elbette. Yazımız ciddiye alındığı için de bize değil de bir dostuna yazmış. O da dolaylı yolla bize ulaştırdı. Bu yöntemi izleyen birinin metnini yayınlamak istemezdim. Ama mesele hassas. bu nedenle yer vermeyi daha ahlakî buldum. Hangi yolu izlerse izlesin, kişinin cevap ve kendini savunma hakkı var. Buna saygı duymak İslam ahlakına sahip birinin asli vecibelerinden.
Önce Yusuf S. Müftüoğlu’na kulak verelim, sonra da birkaç not ekleriz.
“1. Ben Londra’daki bu Macro Advisory Partners’ın çalışanı değilim, sadece benden yorum istediklerinde yazıp gönderiyorum.
2. Şirket bir danışmanlık şirketi. Müşterilerine stratejik danışmanlık hizmetleri sunuyor. Şu anda Londra / New York’daki benzeri şirketler arasında en bağımsız olanlardan biri. Mesela en son 15 Temmuz darbe girişimini hemen o Pazar günü – benim sayemde – bütün dünyadaki müşterilerine Gülen’in bir girişimi olarak duyuran tek şirket diyebilirim. Bunun altında da bana duydukları güven var.
3. Evet, şirketin ortakları arasında John Sawers var. Ve evet, John Sawers 2009 – 2014 arası MI6’in başındaymış. Ama John Sawers esasen bir büyükelçi.
Batıda eski diplomatlar, bürokratlar, danışmanlar devlet görevinden ayrıldıktan sonra bu tarz danışmanlık şirketlerine / düşünce kuruluşlarına giriyorlar
4. Şirketin diğer ortakları arasında gayet nitelikli insanlar var. Nader Mousavizadeh, Kofi Annan’ın başdanışmanı idi. Bosna barış sürecinde çok etkin rol oynamış bir insan.
5. Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğlu Veli Nasr da Obama’nın ilk dönemde danışmanlığını yaptıktan sonra hem Johns Hopkins üniversitesinde çalışıyor, hem de bu Londra’da benim de hizmet verdiğim şirkette çalışıyor. Vali, Obama’nın seçildikten hemen sonra İstanbul’a ve Kahire’ye gelerek başlattığı İslam Dünyası açılımının mimarı idi. Daha sonra akademiye geçti.
6. Ben buraya Türkiye’de olanı biteni güvendiğimiz açık kaynaklardan – gazetelerden, medya organlarından – alıp bir araya getirerek kendi yorumlarımla yazıyorum. Gizli saklı bir şey yazmıyorum. Mahrem bir şey yazmıyorum.
7. Ama esas önemli olanı şu abi: bu insanların hiç biri bizim dostumuz, tanışımız değil. Bizim bu insanlarla bir kulüp aidiyeti ilişkimiz yok. Biz buralarla irtibat halindeyiz çünkü Türkiye hakkında bir sürü insan bütün dünyaya sürekli yalan söylerken biz elimizden geldiğince doğruları söylemeliyiz. Bu tarz şirketlerin müşterilerine gönderdikleri raporlar çok önemli. O raporlara biraz da olsa gerçekleri sokabilmek bizim mevzumuz. Yusuf Müftüoğlu.”
Görüyorsunuz “Ama esas önemli olanı şu abi” diye başlıyor son başlık. Bu bana hitaben yazılmış bir metin değil, başka bir medya kuruluşuna çalışan birine yazılmış. Sonra yazımızı iktibas eden büyük bir siteden yazımız kaldırtılıyor.
Yusuf Bey dostuna hitaben yazdığı ve bize hitaben gönderdiği bu mektupta MI6’in eski başkanı için “John Sawers esasen bir büyükelçi” diyor. Bizim eski MİT müsteşarları da esasen askerdi. Mevcut müsteşarımız Hakan Fidan‘da esasen istihbaratçı değil bürokrattı. Sawers’in eski bir diplomat olması onun MI6’deki görevinin bitmesi ile MI6’le ilişkisinin bittiği anlamına gelir mi? Bittabi gelmez. MI6 Afrika’daki sıradan bir ülkenin istihbarat örgütü olsa da gelmez. Hele ki söz konusu olan İngiliz ise durum sıra dışı bir hal alır.
Yazıda MI6 eski başkanının da ortak olduğu ve yönettiği “Macro Advisory Partners‘ın için deniliyor ki “en bağımsız…” şirketlerden biri. Bu bile bağımsız olmadığını gösteriyor. Dünyanın neredeyse her yerine hizmet veren bir şirket için bağımsızlıktan söz edilebilir mi? Ederseniz komik olur.
Veli Nasr gibi Nader Mousavizadeh de İran kökenli biri. Bu kişi için, “Kofi Annan’ın başdanışmanı idi. Bosna barış sürecinde çok etkin rol oynamış bir insan” diyor Müftüoğlu. Bosna süreci denilen şey Müslümanlara zorla dayatılmış bir fiili durum. Amaç sorunu çözmek değil, Müslümanların ilerleyişini durdurma, üçlü yapı ile hâlen devam ettiği üzere meseleyi karmaşıklaştırmaktı. “Çok etkin rol” bu ise keşke etkin olmasalardı. Ayrıca BM güçlerinin Bosna’da yaptığı zulümleri de unutacak değiliz.
“Bu insanların hiç biri bizim dostumuz, tanışımız değil. Bizim bu insanlarla bir kulüp aidiyeti ilişkimiz yok. Biz buralarla irtibat halindeyiz çünkü Türkiye hakkında bir sürü insan bütün dünyaya sürekli yalan söylerken biz elimizden geldiğince doğruları söylemeliyiz. Bu tarz şirketlerin müşterilerine gönderdikleri raporlar çok önemli. O raporlara biraz da olsa gerçekleri sokabilmek bizim mevzumuz” diyor Atasoy ağabeyin tanışık olmadığımız mahdumu. Ama tanışı olmadıkları kişilerin kendilerine partime bile olsa iş vermesi ve Yusuf Bey’in de onları savunması bizce garip. Ya sizce?
Kimse için “Türkiye’ye ihanet” içinde falan demedik. Elimizde delili olmadan demeyiz de. Ancak bilirsiniz rüşvetin de delili olmaz. Bundan da önemli olan şeyin bir İngiliz’den bize dost olmayacağıdır. O kişi bir de “istihbarat örgütünde görev alacak kadar İngiliz” ise asla. Ama bütün bunlar Yusuf Müftüoğlu’nun başkalarının adamı olduğuna veya ihanet ettiğine işaret etmez. Bizim de böyle bir maksadımız zaten yok. Fakat yine de insanın moralini bozar.
NE YAPTIN GALİP ENSARİOĞLU SEN?
Dün sabah AK Parti Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu CNN Türk’te değerlendirmelerde bulunuyor ve Türkiye’nin Suriye politikasına eleştirel göndermeler yapıyordu. Türkiye’nin politikalarına kızan Beşar Esed’in Türkiye’ye zarar vermek için Suriye’nin kuzey koridorunda bir Kürt devleti kurdurmak istediği gibi şeyler söyledi.
Rusya’nın savaş gemisi veya Rus üssünde yaşamak zorunda kalan bu Esed neymiş de haberimiz yokmuş meğer. Bu nasıl analizdir anlamak güç. Hain, katil, alçak bile olsa kim ülkesinin toprağını başkasına verir? Toprakları içinde başka devlet kurdurur? Esed’in gücü yetse bugünkü yaşananlar olur muydu?
Türkiye’nin mazlumların yerine, gösteri yapan halkına bomba yağdıran katilin yanında yer almadığı için itham edenlerle dolu bu memleket. Süreci yakından takip eden bir gazeteci olarak, Libya’da hata yaptığımızı hep yazdım. Ancak, 1974 Kıbrıs savaşında bize büyük destek veren, Ömer Muhtar’ın torununu İtalya’ya götürüp devlet töreni ile karşılatan, Ömer Muhtar ve Çağrı filmlerini çektirten deli diktatör Kaddafi’yi yalnız bıraktık. İkna için çalışmadık. ABD de çektiği filmle bize Kaddafi’yi Türkler öldürdü propagandası yaptı. Buna bile ses çıkarmadık. Suriye politikamız doğruydu. Bu yüzden hep Türkiye’nin doğru yaptığına inandım ve inanmaya devam ediyorum.
Ensaroğlu’nu önemser ve ciddiye alırdım ama bu analizi tüm kredisini bitirdi.