‘Bazen mezarlıklar dünyanın en güzel yerleridir’ demiş Dante… Belki öyle belki değil… Ancak ölümle eşdeğer olan mezarlıklarla ilgili kesin bir gerçek var ki, o da insanlara hayatın gerçeklerine daha objektif yaklaşmak gerektiğini ve bu yolla yaşananların derinliğine inilip doğruların bulunabileceğini hatırlatıyor. Tabii mezarlıktaki bu mesajcılığın farkına varmak da bakan göze ve kişinin duygusal gelişmişliğine bağlı çoğunlukla.
Nasıl ki, Abdullah Oğuz ile can bulan ‘Mezarlık’ da böylesi bir iç dünyaya ve irdelemelere sürüklüyor bizi. Birce Akalay, Olgun Toker, Şehsuvar Aktaş, Berna Öztür, Baran Güler ve Hakan Meriçliler’den oluşan temel kadrosuyla karşımıza çıkan dizi, sürükleyici hikayelerle gelişen bölümlerinde sergilediği bilinçlendirici mesajcılıkla yaşamsal olumsuzluklara dokunup cesur bir dille gerçekleri hatırlatıyor izleyicisine.
Bu doğrultuda kendi farkını yaratan dizinin yorumunu yapıp ‘Mezarlık’tan mesajlara değinmek de bize düşüyor.
DÖRT BÖLÜMDE, DÖRT KOLDAN DOKUNDURMALAR
Kurgularla mesaj vermek ince iştir. Bir bakarsınız salt mesajcılık kaygısına kapılarak içeriğin akışı zedelenmiş… Bir bakarsınız çok önemli bir konu ele alındığı halde etkisiz söylemden dolayı verilmek istenen mesaj cılız kalmış. Velhasıl kurguların mesajla harmanlandığı noktada başarıyı yakalayabilmek için özenli bir çalışmayla dengeyi tutturmak şart!
Nitekim her biri sinema filmi tadında ve uzunluğunda yaratılan dört bölümden oluşan ‘Mezarlık’ bu dengenin hakkını fazlasıyla verenlerden. Dört bölümde, dört koldan dokundurmalarla ilerlerken bir yandan merak uyandırıcı hikayelerini anlatıyor bir yandan da yanlışları ve yozlaşmaları ortaya döküyor.
Hal böyleyken en çok izlenenler listesinde ilk sıraya çıkma başarısı gösteren dizinin genelini değerlendirdiğimizde… İlk etapta, ‘Adalet arayıp bulamayanların son durağı’ olarak nitelendirildiği için ‘Mezarlık’ olarak anılan, özel büronun özenle ele alınmış cinayet çözümlemeleri çekiyor dikkatimizi.
Şöyle ki; Senaryo, doğru bildiğini yapmak uğruna sözünü esirgemeden cesurca davranmayı prensip edinen Önem Başkomiser ve ekibini, basite kaçmayan bir polisiye tablosuyla çıkartıyor karşımıza. Gerek cinayetlerin işleniş tarzı gerek otopsiler gerekse delillerin irdelenme süreci gayet gerçekçi ve profesyonel bir dille aktarılıyor izleyiciye. Kuşkusuz bu arada kurgusal mantık da giriyor devreye ama ufak tefek aksaklıklar bütünün sürükleyici yapısını sekteye uğratmıyor kesinlikle. Dahası senaryonun çözümlemelerde kolayca tahmin edilebilecek bir yol haritası izlememesi de ‘Mezarlık’taki başarının anahtarlarından.
Öte yandan oyuncu performanslarının karakterlerle gayet uyumlu olduğu yapımın başarısındaki asıl etkenin içerikteki dört koldan mesajlar olduğunu da unutmamak lazım. Bunlar neler derseniz…
Dizinin öncelikli mesajcılığı ‘Erkek şiddeti’ konusunda… Ki, daha ilk bölümden özü ve sözü bir olmayan erkek profilinin çifte standartlı şiddet tablosu yansıtılıyor bizlere. Toplum önünde şiddete karşı söylemlerde bulunarak kameralara oynayan kişilerin özel hayatlarında farklı kimliğe bürünebildikleri gerçeğini ‘Güneşten Daha Sıcak’ başlığındaki vahşetle aktaran yapım, bu meyanda sığınma evlerinin olumsuz tablosuna da inceden dokunduruyor. Buralardaki olanak yetersizliğine değinmenin yanı sıra erkekten şiddet gören kadınların sığındıkları yerde rahat durmayıp kendi aralarında da çekişmeler yaşayabilecekleri gerçeğini hatırlatıyor.
Farklı cinayetlerden toplumsal mesajcılığa köprü kuran dizinin bir diğer dokundurması ‘Bir Nefes Kadar Yakın’ dediği bölümde gösteriyor kendini… Boğularak çöpe atılan bir kadının cinayet araştırmasında ailelerin bozuk yapılarını mercek altına alan senaryo, cehalet kıskacındaki ebeveynlerin çocuklarıyla iletişim kuramamaları sonucu gelişen baskıcılığı ve ikili hayat tarzlarının yarattığı sakıncaları dillendiriyor bolca.
‘Göldeki Kadın’ bölümüyle boşanmış ve yalnız yaşayan kadınların dünyasına dalan dizide dikkate alınması gereken mesajlardan biri de tacize-tecavüze uğrayan kadınların adaletle sınavlarındaki ürkeklikleri. Boşansa bile eski eşin baskısından-şiddetinden kurtulamayan ya da yeni umutlarla girilen yeni ilişkide şiddetin kucağına düşen kadınların yeterince korunamamasına etkili dokunuşlar yapan senaryo, gereken cezayı almayan suçluların rahatlığını da işliyor inceden.
Nihayetinde… Kadınların kendilerine şiddet uygulayan ya da tecavüz eden erkekler tarafından ‘öldürülme’ korkusuyla sindiklerini, yaşadıklarını gizli tutmayı seçtiklerini vurgulayan ve ‘Düğüm’ bölümüyle sezonunu noktalayan dizi, bir şirketin usulsüzlüklerinin üstüne giden gazeteci Nilüfer olayını da etkili biçimde ele alarak izleyiciyi ikinci sezon beklentisine sokuyor.
SONUÇTA; Görevini layıkıyla yapanlara selam niteliğindeki ‘Mezarlık’tan mesajlar gani gani… Anlayıp dinleyen… İzleyip önemseyen olur mu? Bilemem ama… Her yönüyle kaliteyi hissettiren tablo meydanda.
Kadın kimliğinin öne çıkartılmasına yönelik mesajını ‘Adım, Önem Özülkü’ cevabıyla veren… Hatalı davranışlar karşısında suskun kalmak yerine cesurca doğruları söylemek gerektiğini işleyen… Adaletin sağlanmasının her durumda öncelikli olduğu gerçeğini vurgulayan… Klişeleri yıkıp çözüm üretmenin doğruluğuna işaret eden… Cehaletten ve bağnazlıktan kurtulamayıp ‘Dediğim dedik’ baskıcılığıyla davranan ailelerin işlenen suçlardaki ve erkek şiddetindeki tetikleyici rolüne değinen… Kadınları, zayıf ve sorunlara çözüm bulmaktan uzak yaratıklar olarak gören zihniyetin yanlışlığını ortaya koyan… Ve erkek egemen yaşamdaki hatalı zihniyetleri, kadını kollamayı-yüceltmeyi abartmadan saptayarak dokundurmalarını yapan ‘Mezarlık’, mesaj kaygısına kapılmadan yarattığı sürükleyici akışta oldukça yapıcı ve uyarıcı olmayı başarmış işlerden! Bu da onu ayrı bir yere koymamıza neden oluyor haliyle.
Yabancı yapımlarla boy ölçüşme gücümüzün kayda değer örneklerinden olan ‘Mezarlık’la ilgili kısa değerlendirmemizi noktalarken son söz yazar Ali Suad’dan gelsin… ‘İnsanlar susar, mezarlıklar konuşur’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal