Kitap fuarları, okur ve yazarların bayram günleridir; bir sene boyunca biz yazarlar okurlarla buluşmayı özleriz, okurlar ise fuarı gezmeyi, yazarından imzalı kitap almayı beklerler ve bu muştu bir kucaklaşmadır, tıpkı toprağın suyuyla buluşması gibi…
Bizim gibi eserini okuyucuyla buluşturma arzusuyla fuara gidenleri bir kenarda tutarsak, tüccar gibi fuar fuar gezen yayınevleri revaçta şu zamanda…
Eskiler iyi bilir, Türkiye’de tek bir kitap fuarı vardı; o da İstanbul Tepebaşı TÜYAP Kitap Fuarı. O zamanlar biz sık sık okulu asarak bu fuara koşardık. Kitap Fuar alanı küçük de olsa içerisi buram buram kitap kokulu, stantlarında nazik insanlar, koridorları ise sakindi… Kitaptan çok para kazanılmazdı ne yayıncı ne yazar. Gerçek kitap okurları gelirdi fuara ve yazarlar okurlarıyla stantlarda buluşurdu. “Biz bize” ve “yüz yüze” bir devirdi…
Ya şimdi?
Araştırma ve gözlemlerimize göre;
İstanbul’dan başlayarak tüm Türkiye’de fuarlar, kitaplar ve ziyaretçiler çoğaldı, ancak gerçek anlamda okur ruhu kalmadı! O eski TÜYAP Kitap Fuarının nezihliği ve nezaketinden eser yok artık…
Şöyle ki; tek olan fuar genele yayıldı ve artık her ilçe Belediyesi bir fuar düzenler oldu. Bu iyi gibi gözüktü. Çünkü yerel anlamda okurun kitapla buluşması daha cazipti. Sora fuar stantları yayıncı ve yazarlara ücretsiz veriliyordu. Belediyeler otobüsleriyle öğrencileri okullardan fuarlara taşıyorlardı.
Bu fuarlar zamanla büyüdü, gelişti ve kabuk değiştirdi. Şimdilerde tabiri caizse ranta dönüştü adete, maalesef hayatın birçok alanında olduğu gibi…
Çoğu Belediye kendisi fuar yapmıyor artık, ihale usulüyle özel firma ve ajanslara veriyorlar. Dolayısıyla bu özel kuruluşların da ilk amaçları para kazanmak olduğu için, eskiden ücretsiz olan stantları yayınevlerine paralı vermeye başladılar. Bu sefer her yayıncı fuarlara katılamaz oldu.
Katılan yayıncıların birçoğu da bu işi ticarete dökmeye başladılar. Böylece fuarlar da popüler kültürün esareti altına girdi! Yayınevleri futbolcu kitabından tutun da kupa bardak ve kırtasiye ürünlerine varana kadar, birçok içi ıvır zıvır dolu kitaplar basmaya ve dahi fuar organizatörleri etkinliklerine eli yüzü reklam kokan popüler yazarları getirmeye başladılar. Sanırsın AVM…
Yani işin özeti, işin rajonunu bilen yayıncı ve yazar yürüyüp gidiyor bu fuarlarda, bizim gibi geleneksel kültürü benimsemiş edebiyatçılar ise düşe kalka yürümeye çalışıyor…
Yazar dostumuz Leyla İpekçi eskiye özlemle bugünü şöyle özetlemiş;
“Daha internet bile yaygın değildi, nerede kalmış dijital tanıtım, video çekimleri, online söyleşiler filan… Ne edebiyat ajanları, ne kitap menajerleri, ne içerik üreticileri, ne pazarlama elemanları veya ne de uluslararası tanıtım departmanları vardı. Kitabınızın kabul görüp edebiyat editörlerinin süzgecinden geçip yayınlanması kolay değildi. Henüz dosyaların yayınlanması için gereken edebi ölçüler göz ardı edilmeye başlanmamıştı. Birikimli ve tecrübeli ustaların yayın konusunda sözüne hürmet edilirdi. … ve kitap henüz bir meta olmamıştı.”
…
Başa geri dönersek, Tepebaşı’ndan Beylikdüzü’ne taşınan o TÜYAP Kitap Fuarının içine insanlar girdiğinde labirent gibi stantlar arasında boğulup kayboluyorlar…
Güncel bir de anekdot paylaşalım sizinle;
TÜYAP 41. Uluslararası Kitap Fuarındaki imza günüme gidiyorum, otobüste ara ara şu diyaloglar tekrarlanıyor yaşlı bir insan ile yanındaki çocuklar arasında;
-Evladım, daha gelmedik mi TÜYAP’a, Söğütlüçeşme’den beri git git bitmiyor!
-Dede, buradaki herkes o fuara gidiyor:)
-Torun, iyi ki Metrobüs var, yoksa …
…
Şimdi bize soruyorlar;
“Hocam, bir TÜYAP Kitap Fuarı daha geride kaldı, aklınızda kalan nelerdi?”
İç Çekiyoruz;
“Maziye özlem! Eskiden eser ve okur vardı, şimdi metalaştırılmış kitaplar ve müşteriler…
ha bir de kitap kokusundan ziyade, insan uğultusu…”