Elimden kalemi düşüreli neredeyse bir yıl oluyor. Şimdi tekrar selamlarken, “İnsan neden yazar ve ben ne diye yazıyorum” biraz dillendireyim istedim.Yazı yazmak; illaki bedihi bir hakikati, muhkem bir mantığı yahut büyük bir paradigmanın fısıltısını veya bir davanın avaz avaz haykırışını duyurmak değildir aslında…
Sadece sohbet etmektir, bazen…
Ya da kimileri için yüreğindekileri dillendirerek rahatlamak,
Belki de yalnızca bir anıyı söylemekten ibarettir anlatıla gelenler…
Velev ki; kızmak için, sevmek için, umut ya da umutsuzlukları söylemek için de yazılmamış olabilir okuduğunuz satırlar, bir zihne yığılmış kelimeler ve cümlelerin can havliyle dile gelmiş hali de olabilirler…
Yahut hepsi birden… Yani her şeyidir, yazar için yazısı… Kavgası, sevdası, ideali, davası ve dahası her şeyi, hatta ve hatta ekmek kavgası…
Benim için neydi ki?
Açıkçası pek farkında olmadan girdim ben bu yola …
Amerikalı şair Robert Frost’un şiiri “The Road Not Taken” “Gidilmeyen Yol” da dediği gibi;
tworoads diverged in a wood, and i—
ı took the oneless traveled by,
and that has made all the difference.
çatallanıyordu yol bir (ormanlık) koruda ve ben – –
ben en az kullanılana saptım,
işte bütün farkı yapan bu oldu.
Demem o ki; “meraktı” benimki… “Yazsana” dedi, sohbetimi seven birkaç dost ve böylece giriverdim hiç bilmediğim bu yola… Kimine göre, deli cesareti işte…
Sonra?…
Bu yolda, kurtlar varmış!
Çıkmaz sokaklar!
Kavgalar ve daha birçok tehlikeler!
Lakin dostlar, sıra dışı insanlar ve “hadi yine gel” diyecek kadar misafirperver yürekler de varmış.
“Anlatacak neyin varsa yaz” dediler, “Demek istediklerini söyleyiver”…
Kim bilmek ister ki? dedim.
Yunus Emre’yi hatırlattılar. Hikâyeyi biliyorsunuzdur; Yunus Emre öldükten sonra, manzumelerinin yer aldığı bir defter, medrese ulemasından Molla Kasım adlı bir kişinin eline geçer.
Molla Kasım, bir dere kenarına oturup Yunus’un manzumelerini tek tek okumaya başlar. Manzumeler içinde medrese inancına uygun olmayanları bir bir yırtıp yakar. Bin tanesini yırtıp, yaktıktan sonra yorulan Molla Kasım, diğer bin şiiri yine inancına ve gerçeklere aykırı bulduğu, beğenmediği için sayfa sayfa koparıp dereye atar.
Üçüncü bine geçtiğinde ilk şiire gözü takılır. Cennet ve cehennem hakkında medrese inanışları, cahil hocalar ve sahte dervişlerden bahseden bir şiirle karşılaşır.
Ben dervişim diyene bin ün edesim gelür
Seğirdüben sesine varup yetesim gelür
Sırat kıldan incedür kılıçdankeskincedür
Varubanun üstüne evler yapasım gelür
Altında gayya vardur içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelür
Od’a gölge dedüğ meta’netmenüz hocalar
Hatırunuz hoş olsun yanub tütesim gelür
Ben günahumcayanam rahmet suyuyla yunam
İki kanad takınam biraz uçasım gelür
Andan Cennet’e varam Cennet’te Hakk’ı görem
Huri ile gılmanı bir bir koçasım gelür
Derviş Yunus bu sözi eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür
Molla Kasım, bu şiiri okuyunca “Aman Allah’ım! Ben ne yaptım?” diye dövünmeye başlar. Ama olan olmuştur.
İşte bu yol böyle bir yol… Düşündüğün, inandığın, bildiğin, hissettiğin ya da sadece söylemek istediğin birkaç kelamın muhakkak sevmeyenleri ve sevenleri olacaktır. Kimine göre abuk subuk bir deli, kimine göre bir çeşit veli bile olabilirsiniz.
Aynı; Arthur Schopenhauer’in Nietzsche için söylediği “Beni bir kişi anladı o da yanlış anladı.” Derken ifade ettiği gibi, hiçbir zaman anlaşılamaya da bilirsiniz yahut yanlış anlaşılırsınız. Çünkü bilgi ve duyguların aktarımı, elle tutulur gözle görülür bir maddeyi aktarmaya benzemez. Kişi algısının izin verdiği oranda anlar sizi… Algımızı besleyen birçok unsur vardır; inançlarımız, kültürel ve sosyal birikimlerimiz, içinde yaşadığımız aile ve toplumdan gelen etkenler vs.
Yine de anlamamış olmak kusuru sadece muhatabın değildir, kimi zaman yazar meramını anlaşılır anlatamamaktan dolayı suçlu bulur kendini… Bu nedenle Derviş Yunus dahi kendini hesaba çeker ve “bu sözi eğri büğrü söyleme” der ise…
Ben de girdiğim bu yolda başa gelen çekilir diyorum. Tekrar merhaba…
Ayşe Hanım Hoş Geldiniz.
Uzun denilecek kadar zaman öncesinde olduğu gibi, yine sizle aynı medyada/platformda yazmanın mutluluğunu yaşayacağım.
Derûrî betimlemelerinizi, felsefe ve islam felsefesi, tasavvuf ve varlık felsefesi üzerine serdetmiş olduğun düşüncelerini öncelikle görmek isteriz.
Eserlerinizin Türk ve İslam kültürüne ve de dünya medeniyetine katkı olacağını bilmemin mutluluğu ile…
Ayşe hanım hoş geldiniz
Yazılarınızı zevkle okuyacağımızı tahmin ediyorum
Kaleminize güç, elinize sağlık
Sn. Fidan;
Hoşbuldum, sefa buldum. Sizinle aynı platformda tekrar yazmak, benim için de ziyadesiyle memnuniyet ve gurur verici…
Umarım benim için sarfettiğiniz kelimelerin herbiri dua tohumları olur, ve “dilinizle yazım hayatıma ekmiş” olursunuz. Verdiğiniz değerle beni onurlandırdınız, sizin de hürmet edeniniz bol olsun…
Uğur bey ;
Nazik karşılamanız için size de teşekkürlerimi sunuyorum.
Selamlar, saygılar
çok güzel yazılarınızın devamını bekliyorum 🙂
‘’ Merhaba, Ne Anlatıyordum ‘’ iddiasız bir başlıktı ama sayfayı açıp Yunus Emre ‘den Molla Kasım’ dan bahsedildiğini görünce, okumadan geçmek, onlara merhaba diyene uğramamak olmazdı.
Beni pişman da etmediniz , bilakis;
Yazarken de ‘’ Kimine göre abuk subuk bir deli, kimine göre bir çeşit veli ‘’ cümlenizi şiirleştirmişsiniz.
Tebrikler.
Çapar Kanat