DÜNYADA EN GÜZEL ŞEY
sevgiye açız
ilgiye açız
her zaman ve her yerde
bir birimize muhtacız.
H.E.
17 Nisan, benim gibi on binlerce köy çocuğunun temelini oluşturan, düşünmeyi öğreterek özgür bir insan olarak yaşama mutluluğunu tattıran bir eğitim kurumunun kuruluş günüdür.
Yani Köy Enstitüleri’nin…
“Köy Enstitüleriyle senin ne ilgin var?” mı dediniz?
Hayda!.. Benim de ilgim yoksa Köy Enstitüleriyle, başka kimin olabilir?
Altı yaşımda gittiğim, Akseki’nin Gödene Köyü İlkokulu’nda ilk öğretmenim İhsan Özel, Aksu Köy Enstitüsü mezunuydu. İkinci öğretmenim Ali Uyar da öyle…
İkisi de kendi köyümüzün çocuğu olan sevgili öğretmenlerim, Aksu Köy Enstitüsü’nde biçimlenip aydınlanmışlardı.
Pekiyi, ben niçin gitmeyeyim, ışık saçan böyle bir “Enstitü”ye?
İyi de her isteyen giremiyordu ki. Önce yazılı, sonra sözlü sınavı kazanmak gerekiyormuş. İlkokul birinci sınıfta olduğu gibi, 4. ve 5. sınıfta da bizi okutan İhsan Özel öğretmenimin de teşviki ve yardımıyla yazılı ve sözlü sınavları kazanarak 1953 Eylül’ünde Aksu’ya alınan 40 köy çocuğundan biri de bendim.
“Aksu Köy Enstitüsü” idi, benimle birlikte 39 arkadaşımı da bağrına basan okulun adı.
O günkü Demokrat Parti (DP) iktidarı, bir yıl sonra Aksu Öğretmen Okulu olarak değiştirdi; okulumuzun adını.
Acaba “köy” sözcüğü mü rahatsız etmişti onları, “enstitü” sözcüğü mü?
Bence “köy” sözcüğüydü; rahatsız eden o günkü yöneticileri. Nerden mi biliyorum?
Eğer “enstitü” sözcüğünden rahatsız olsalardı, “Kız Enstitüsü”, “Erkek Sanat Enstitüsü”, “Eğitim Enstitüsü” adlarını da değiştirirlerdi. 1970’li yıllara kadar kimse dokunmadığına göre o okulların adına, demek ki köy çocuklarının uyanması idi; onları korkutan.
1954’ten sonra uzun süre köy enstitüsü adı anılmadı hiç. Onun yerine 16 Mart’larda “Öğretmen Okulları”nın kuruluş yıl dönümü kutlanır oldu hep.
İstanbul/Çapa Eğitim Enstitüsü’nde, son sınıfın son aylarında, hayallerimi süsleyen tek bir şey vardı: Aksu gibi, Köy Enstitüleri’nin devamı olan bir okula atanmak…
İyi de nasıl olacaktı bu?
Ne dayım vardı Ankara’da, ne halam?
Ne teyzem, ne amcam…
Bu düşle, bu umutla yatıp kalktım günlerce, haftalarca.
Öğrendiğime göre, önce okulların öğretmenler kurulu karar verirmiş buna. Sonra bakanlık, gelen öneriler arasından uygun gördüklerini seçermiş. Öğretmenler kurulunun beni önermesi için bir nedeni var mıydı? Ne farkım ya da ne üstünlüğüm vardı benim, sınıfımızdaki 34 arkadaştan?
Uzun iş… Birinciyi geçsem bile ikinciyi geçemem; diye düşündüm. Öyle ya M.E. Bakanlığı’ndaki ilgililer neyime bakarak niçin seçsin ki beni? Değil mi ama?
“Aman, bu bir sorun mu Erkan! Olursa iyi olur ama olmazsa da üzülme. Nereye verirlerse oraya gider, orada yaparsın görevini.” deyip beklemeye başladım sonucu merakla.
“Diyarbakır/Ergani: Dicle Öğretmen Okulu” diye çıkıp gelmesin mi atanmam?
Öyle bir sevindim ki, sormayın artık nedenini!
Şaka değil, üç-beş yıl önce Aksu’da okuyan Hüseyin Erkan gibi köy çocuklarının öğretmeni olacaktım ben de. Gerçek olmuştu hayallerim. Ne büyük bir mutluluktu bu benim için, anlatamam!
İstanbul’dan, Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdiğim, bu büyük arzumu dile getiren birkaç dilekçemin bir yararı oldu mu acaba? Bunu bilmiyorum.
Aksu Öğretmen Okulu’nu bitirince de Adıyaman’ın Besni ilçesine atanmıştım. Göreve başlamak için gitmiştim de oraya kadar, yaz tatili bitmediğinden okullar açılmadığı için henüz, dönüp gelmiştim yine köyüme.
Yükseköğrenim dolayısıyla bir daha gitmek kısmet olmamıştı Adıyaman’a.
Ve işte şimdi de Diyarbakır, Ergani, Dicle idi; yeni adresim.
Altı yıl Aksu’da yatılı okuduğum için, hiç yabancılık çekmedim Dicle’de. Mesleğimi zaten çok seviyordum ya, öğrencilerimi de sevdim; en az mesleğim kadar.
Üç yıl görev yaptım Dicle’de. Üç unutulmaz yıl… Çok değerli öğrencilerim oldu. En az kardeşlerim kadar sevdim her birini. “Anadili şuymuş; dini, mezhebi buymuş” demedim; hiçbiri için.
Çok değerli öğretmenler de yetişti içlerinden, başarılı yöneticiler, yazarlar, ressamlar, avukatlar, hâkimler, profesörler de… Sağ olsunlar, var olsunlar; 60 yıl geride kaldığı halde ziyaretime de gelirler; arayıp sorarlar da hâlâ. Daha ne isterim ben!
Haftaya görüşmek üzere derken, İstanbul Şişli Lisesi’nde iki yıl birlikte çalıştığım dostum Sabri Galip Nakipler’in iki güzel dizesiyle bitirmek isterim sözümü:
“Dünyada en güzel şey, emeğin meyvesini toplamak…”(*)
______________________________________________________________________
(*) Sen Niye Bu Kadar Güzelsin? Sabri Galip Nakipler, İstanbul 2020, İştirak Yayınları