Öğrenciler sınav saatinde terlerken, sınıfın penceresinden, memleket hasretiyle, bulvar yolunu gözlüyorum. Bulvar yolu, yeni açılmış şehirler arası transit kara yoluydu.
Memleket hasreti olacak ki, gözüm yolda, gönlüm sevdiklerimle. “Bir gün ben de gideceğim, az kaldı.” Diyorum kendi kendime.
Sınav bütün heyecanıyla sürerken, hayallere dalmışım. Yakında arabaların birinde ben de olacağım. Memleket ve yaz tatili birbirine uyumlu iki kavramı yaşayacağım. Arabalara bakıyorum, bana hız sınırını aşmış geliyorlar. Gereksiz bu kadar hıza diyorum. Kendini bilmez sürücüler, alıp başlarını gidiyor. Şehir içinde bu kadar sürate gerek var mı?
Gözüm yolun kenarına gelen sekiz, on yaşlarındaki kız çocuğuna takıldı. Hayallerimden çıktım. Çocuk yoldan karşıya geçmeye çalışacağı belli oldu. Arabaların arasından nasıl karşıya geçebilir diye düşündüm. Tüm merakımı, kız çocuğuna ve yola yoğunlaştırdım. Zaman geçmedi, uzadı. Sararıp soldum, ayakta duramadım ve sandalyeye çöktüm.
Kız çocuğu biraz daha yürüdü. Kızardım, heyecanlandım ve gözlerimi açtım, ellerim titredi. Kalemimi masanın üzerine attım. Elimi kaldırdım, “Geçme yavrum.” Diye bağırdım.
Sınavı unuttum ve öğrenciler aklımdan çıktı. Pencereye odaklandım, kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Gözlerim ağırdı, soluk alıp doyamadım. Öğrencilerin pencereye doluşmasını görmedim ve seslerini duymadım.
Çocuk, koşar gibi yaptı, durdu ve arabanın biri geçti. Arabanın geçtiğini fark eden çocuk, yeniden atak yaptı ve koştu. “Yapma” diyemedim ve taksinin çarpma sesiyle, sarsıldım. Taksi hız kesmeden çarptı ve çocuğu, havada takla attırarak en az yirmi metre ileri fırlattı. Sonra üzerinden geçip yüz metre sürükledi.
Ellerimi yüzüme koydum, öğrencilere bir şey diyemedim. İçim daraldı, patlayacak gibi oldum. Memlekete gitmek için, yoldan karşıya geçen ben de olabilirdim. Sınıfta bir sessizlik oldu. Herhâlde ölüm sessizliği bu olsa gerek.
Bir özlem ve bir can…
Gözyaşlarımı silerek sınıftan çıktım. Öğrencilerden biri de benimle geldi. Müdür beye gittik. Olayı anlattım. Kız çocuğu resmen intihar etti. Müdür bey de üzüldü. Çok etkilendin dedi. Pencereden sınıfça bakıyorduk, olay gözümüzün önünde gerçekleşti. Kızcağız birimizin kızı da olabilirdi dedim.
Sınıfa dönerken müdürün tutumuna kızdım. İnsan biraz daha duyarlı olabilirdi, dedim. Öğrenciler de ağlamış gözlerini siliyorlardı.
Arkadaşlar, hayat böyle bir şey, bir varsın, bir yoksun. Sevdiklerini üzüntüleriyle baş başa bırakıp gidiyorsun. İşte olayın adı kader. Kader ya aklını kullanmayı da bilmen gerekir. Taksiyi süren, hiç mi yola bakmıyorsun, burası şehir içi, bu kadar hız nerden aklına geldi. Bir ana kuzusunu hayattan koparttın.
Öğrencilere, son kurtarma yazılısı olduğu için, yazılınızı beraber okuyacağız. Çünkü not bekleyeniniz olduğunu tahmin ediyorum, dedim.
Teneffüsten faydalanarak, karakola gittim. Amire, bulvar yolundaki kazayı adım adım gözlediğimi söyledim. Taksi şoförünün hız kesmeden çarptığını anlattım. Öğretmen arkadaşlar ve öğrenciler de tanıklar dedim.
Sınav ve hayallerim, böyle elim bir kazayla yıkıldı.
Büyük ozan Aşık Veysel’in, “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece.” Dedim.