En bildik yazıların bile bir sonu olur. Titreme Melandüs!. Bak gece aydınlığı bölüp geldi, sen hala karanlıktan korkuyor olamazsın. Sancılarımı dindirecek kadar gücün yoktu madem, ne diye dermanım olmak istedin. Kaç yüz yıldır uykudaydı usum, uyandırdın, yüklen sırtımdakilerin bir kısmını.
Acıyorum… Yine ve yeniden, sadece kendime.
Büyümekten korkar oldum. Sense hala çocuk kalmaktan bahsediyorsun. Artık torbandakileri paylaş hayatla. Sen sen olduğunu kanıtla ki, ben daha fazla ardından göz yaşı dökmeyeyim.
Dinle Melandüs!. Bütün çanların bize işaret etiği andır bu. Kasvetle yalayıp geçtikçe hayat içimizi, acılarımız dinmez olur. Aç gözlerini. Topukların ardına değsin. Bacaklarındaki sızı öyle çok olsun ki, bir daha nasıl yürürüm de kendine.
İşte yaşam şimdi damarlarında. Sen boyunca hüzünlerinden ilk kez arınmışsın. Polenler biriktiriyorsun bir daha ki bahara. Kozalarından çıkıyor bütün ipek böcekleri, kelebeklerin dans edişi yansıyor gözlerine. Toprağın senden daha akıllı olduğunu düşün. Düşün ki; o bilir hangi dakika hangi çiçeği yeşerteceğini. Aklını işletmeden insan olamazsın. Toprak kadar bile kıymet bulamazsın.
Aynaların sana yansıttıkları için kendinle gurur duyma. Farz et ki; onlar dünyanın bir numaralı yalancısı. Kaç yüreğin azabını hafiflettin şimdiye dek!. Öyle hayran hayran aksini seyretmekle olmuyor. Sanki dünya etrafında dönüp durduğun ışık huzmesi. Unutma; yaklaştıkça yanmak düşer payına. Seni çeken bütün şavkların dipsiz kuyulardan farkı yok. Ha bir girdaba kapılıp gitmişsin, ha kendi aksine hayranlık duymuşsun; ikisi de bir.
Kızgınsın öyle mi? Bana söyleyemediklerin boğuyorsa seni, seni can kulağıyla diniliyorum. Gözümü sana dikmişken dünyayı susmuş farz et. Olsa olsa nefes alıp verdiğim bir andayız. Sessizlikten çıldırası geliyor insanı. Yinede her şeye katlanmak pahasına burdayım. Anlat hadi… Öncesi ve sonrası arasında yaşadıkların sıkıştırılmış bellek kıvamında. Seni ortalarda bir yerde tutmam ağrına gidiyor. Üç aşağı beş yukarı ne düşündüğümü biliyorsun. Sanıyorum seni en çok sıkanda bu.
Ufuk çizgisine bak. Yelkenlerini şişirmiş düşlerin. Fırtınaların dindiği nadir anlarda, artık limanda demirlemeni gerektiren hiçbir koşul yok. Vicdan denen illet yakama asılmışken kendime duyduğum aşkı umursayamam. Umursadığım vakitler, seninde var oluşumuza katkıda bulunduğun anlardı, artık gönüllü değilsin.
Şaşkın Melandüs!. Hiddetle konuşmuyorum. Zarafetine ayak uydurmak kolay olmuyor. An be an senden uzaklaşıyorum. Sanıyor musun bu beni mutlu ediyor? Zehirli sarmaşıklar gibi dolandıkça boynuna, seni sevmek denen eylemin hiçbir şansı yok. Pankartlar açılmış çoktan. Sen ön saflardasın. Ardında senin gibi yüzlercesi, nereye, ya da ne için yürüdüğünüzden haberin yok. Önünüze çıkan her şeyin size engel olabileceği dürtüsü kalmış ya akıllarınızda, önüne çıkan ben olduğum halde, yürüyüp geçiyorsun üzerimden.
Bütün ezginliğimle ardından bakakalıyorum. Şaşkın ördek yavruları gibi savruluyor bedenimde biriktirdiklerim. Ağrılar içindeki benliğim bile acısını dışarı vuramıyor. Öylece kalakalmışız yolun ortasında. Sen ve ben olmuşken, “Biz” olamamak ağrıma gidiyor. Bütün yüklerimle karşısına çıktım yüreğinin.
Duyması için elimden ne geliyorsa yaptım usuma. Nefret etmekten duyduğum ezikliğe bile aldırmadım. Nefret etmek istiyordum, salt biraz daha seninle olabilmek için…
İğne deliğinden geçebilir misin? İşte o kadar küçük dışarı çıkabileceğin yer.
Talan Ayşe Kanca