Bilindiği gibi siyasi içeriği olan milliyetçilik Osmanlı sınırları içinde ilk önce Hıristiyan unsurlar arasında başladı. Osmanlıya karşı mücadele eden Hıristiyan toplulukların kendi aralarında dayanışma içine girmeleri Rusya, Fransa, İngiltere gibi Hıristiyan ülkelerden önemli yardımlar almaları Omsalı sınırları içinde de bir Müslüman dayanışmasına yol açmıştır. Daha çok İttihad-ı İslam veya İslamcılık olarak bilinen bu akımda Müslüman topluluklar arasında da milliyetçi görüşlerin yayılması ile birlikte giderek etkisini kaybetmiştir. Müslüman topluluklar arasında siyasi milliyetçiliğe en geç yönelenler ise Türkler olmuştur. Çünkü onların Osmanlıyı koruma kaygıları, Türk olmayan Müslümanları da kazanma istekleri doğrudan Türklerle sınırlı bir milliyetçiliği uzun süre ertelemelerine yol açmıştır.
Nitekim Türkçülüğün teorisyenlerinden sayılan Ziya Gökalp bile 1913’te yazdığı “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı kitabında, “Osmanlı Devletinin, Türk ve Arap Devleti olduğunu” savunmuştur. Çünkü giderek güçlenen Arap milliyetçiliği, Osmanlıları bir engel bir düşman olarak görmüştür. Gökalp vb kimseler ise bu tutumları ile muhtemelen büyük ölçüde Arap milliyetçiliğinin etkisini azaltmaya çalışmıştır. Ama sonuç itibarı ile bunda başarılı olamamışlardır.
Kürtlerin içinde de XIX. Yüzyıl sonlarından başlayarak “Osmanlıdan ayrılma, Kürdistan kurma” fikrini önceleyen milliyetçilik hareketleri giderek etki alanını genişletmeye çalışmıştır. Önceleri Kürdistan sonra Jin gibi gazeteler ise bu akımın yayın organları olmuştur. Bütün Kürtler üzerinde etkili oldukları söylenemez. Ancak yine de küçümsenmeyecek oranda bir sempati halkası oluşturmuşlardır. Zaten XIX. Yüzyılın başından itibaren Osmanlıların takip etmeye başladıkları merkeziyetçi politikalar esnasında bazı Kürt aşiret liderlerinin isyanları da görülmüştür.
Ancak bu aşiret isyanları döneminde fazla teorik bir birikimin olduğu da söylenemez. Nitekim siyasal amaçları oldukça bulanık olsa da XIX. Yüzyıl içinde Baban(1806), Mir Muhammed(1832), Bedirhan(1836), Yezdanşir(1854) gibi aşiret ağalarının öncülüğünde isyanlar olduğu gibi, Şeyh Ubeydullah(1880), Molla Selim (1914 Bitlis), Abdüsselam Barzani(1914) gibi şeyhlerin ve mollaların liderliğinde de isyanlar görülmüştür. Osmanlı dönemindeki isyanların içeriğinde kapsamında zaman zaman ortaya çıkan farklılıklar bu isyanların Kürt niteliğini büsbütün ortadan kaldırır mı? Bunu iddia etmek oldukça zor ve bir ölçüde de tarihi yok saymak anlamına gelecektir.
Bu tarihi malumata rağmen Kürt isyanlarının ve Kürt Sorununun, Cumhuriyet ile Kemalizm ile başladığı iddiası oldukça abartılı ve objektif bilgiden hayli uzaktır. Nitekim Diyarbakır’da 24-25 Temmuz 2010’da düzenlenen “Kürt Sorunu Forumu”na katılanlardan birisi de Sayın Mehmet Pamak yaptığı konuşmasının başında, her zaman olduğu gibi Kemalizm’e ve Türkçülüğe uzunca bir yer ayırdı. Ona göre Kemalizm, “Sekülerizm ve Türkçülükten oluşmuştur. İslam’a düşmanlığı esas almıştır. Kürt kimliği ve İslam Kimliği ötekileştirilmiştir. İnkarcı ve asimilasyoncu politikalar izlemiştir. İslami kimliği reddetmek, Kürt kimliğini de reddetmeyi gerektirmiştir. Bu durum Kürt Sorununu doğurmuştur. Bu sebeple birinci mesele çözülse, İslam ile savaşmaktan vaz geçilse, Kürt Sorunu da otomatikman çözülüş olacaktır…”
Burada elbette Kemalizm üzerine bir savunma abes olacaktır. Çünkü bu Kemalistlere düşer. Kim kendisini Kemalist sayıyor ise savunmasını da her halde yapar. Ancak Kemalizm ve onun uygulamalarından yola çıkılarak Türkiye’nin yakın tarihi üzerine yapılan genellemelerin isabeti herkesi ilgilendiren bir konudur. Üstelik Kürt Sorunu gibi güncelliğini devam ettiren bir konu, ister istemez Kemalizm’in sınırlarını da aşmaktadır. Zaten Pamak’ın tercih ettiği kavramsal dilde oldukça sorunludur. Çükü Kemalizm’in bir taraftan Kürtleri iç düşman ilan ederek ötekileştirdiğini imha ve yok etmeye çalıştığını iddia ederken diğer taraftan da ısrarla Kemalizm’in Kürtleri asimile etmeye çalıştığını savunmaktadır. Oysa bu kavramların işaret ettiği alanlar farklı olduğu gibi sonuçları ve uygulamaları da farklıdır.
Çünkü düşman sayılan, yok edilmeye çalışılan bir sosyal varlığın aynı zamanda asimile edilmeye çalışıldığını iddia etmek oldukça sorunlu bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Düşman sayıldığı için yok edilmeye çalışılan bir topluluğun aynı zamanda düşman sayılmayarak asimile(benzetmeye) edilmeye çalışıldığını iddia edebilmek önemli bir çelişki değil midir?
Kemalizm’in Kürt milliyetçiliği kadar Ermeni ve Rum milliyetçiliğini de sorun saydığı bilinmektedir. Pamak’ın iddiasına bakılırsa İslam Kimliğine düşmanlık, Kürt milliyetçiliğine (gerçi o buna kimliği demektedir) de düşmanlığı kaçınılmaz kılmıştır. Bu garip iddiaya göre, Kemalizm’in Ermeni ve Rum milliyetçiliğine duyduğu alerjiyi de her halde onun İslam düşmanlığı ile açıklanması gerekecektir. İslam düşmanlığı ile Kürt milliyetçiliğine düşmanlık arasında doğru ve inanılır bir illiyet bağı kurmak akıl sahiplerinin çokça zorlanacağı bir iş olmalıdır. Çünkü öyle olsa Kürt milliyetçilerinin de aynı zamanda çok muttaki İslamcılar olması icap eder. Oysa Kürt milliyetçileri de İslam’a oldukça şaşı bakmaktadırlar. Sonra bu bakış açısına göre İslam’a düşmanlık, Kürt milliyetçiliğine düşmanlığı doğurmuş ise, Türkiye’de yalnız Kürtlerin Müslüman sayılması gerekecektir. Bilindiği kadarı ile yüz yıl önce olduğu gibi bu günde, Kürtler Müslüman olduğu gibi, Türkler, Zazalar, Aaraplar, Gürcüler, Arnavutlar, Abazalar da Müslüman’dır. O halde İslami kimliği yalnızca Kürt milliyetçiliği (kimliği) ile açıklamak hangi iyi niyetin belirtisi olabilir? Sayın Pamak aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine de muhalif olmak iddiasındadır. Hangi iddiası doğrudur acaba?
Pamak, “Kürt halkının dindarlığının hem yerli oligarşiyi hem de Batılıları rahatsız ettiğini bunun içinde Türkler gibi Kürtlerinde Öcalan ve PKK eliyle Sekülerleştirlmeye çalışıldığı” iddiasına yer vermiştir. İslam Ümmetini oluşturan her topluluk gibi Kürtlerin içinde de takva olanlar, olmayanlar olduğu gibi, dindar olanlar ve olmayanlar da vardır.
Türkiye şartlarında 1970’ler itibarı ile Kürtlerin bütünüyle dindar ama Türklerin, Arapların, Zazaların, Arnavutların, Abazaların ise bütünüyle Seküler sayılması için ne gibi sebepler vardır. Kimsenin bilmediği ama yalnızca Sayın Pamak’ın bildiği hangi özel ledünni bilgilerle bu iddialar ortaya atılmaktadır? Batılıların İslami bilince sahip dindarlığı kendileri için bir sorun saymakla birlikte o bilinçten yoksun dindarlığı kendileri için hiçbir zaman sorun saymadıkları görülmüştür. Batılılarla uyumlu bir dindarlığı Batılılar her zaman teşvik bile etmiştir. Muhtemelen Sayın Pamak, Kürt milliyetçiliğine yeni bir katkı sunmuş olmak için bu iddialara yer vermiştir.
Sayın Pamak bütünüyle PKK’yı mahkum etmek yerine bazen eleştirmeyi bazen de överek mazur göstermeye çalışmaktadır. Çünkü PKK ve Öcalan’ın “Kürt halkını sekülerleştirmeye çalıştığını bunun için Kürt Kemalizm’i uyguladığını” iddia etmesinin yanında, “PKK öncü kadroları içinde batıcı Türk Kemalistlerle ve Ergenekon misali derin devlet güçleriyle kirli ilişkiler içinde bulunanlar yer alsa da, dağa çıkan gençlerin büyük kısmının, fakir mazlum Kürt halkının on yıllardır yaşadığı büyük zulümlere, işkencelere, inkâr ve asimilasyon uygulamalarına dayanamayıp dağa çıkmak zorunda kalan çocuklarından oluştuğu şüphesizdir. Kimse dağa zevk için çıkmaz. Yapılan büyük zulümlerle bu gençleri dağa çıkmak zorunda bırakan despot oligarşinin hakimiyetindeki devletin dağdan inme çağrısı, önce kendisinin yol açtığı zulüm bataklığını kurutup, dağa çıkma gerekçelerini ortadan kaldırmadıkça, yaptığı büyük zulüm ve haksızlıklar sebebiyle bu halktan ve çocuklarından özür dilemedikçe gerçekçi olmayacak ve karşılık bulmayacaktır.”
Görüldüğü gibi dağa çıkan PKK’lıların büyük çoğunluğu iyidir. Dağa çıktıkları için de kınanamazlar. Yani PKK’nın az sayıdaki lider kadrosu kınanır (oda teorik mülahazalarla) ama onların emrinde kan döken, yol kesen, köy basan, binlerce insanı acımasızca katleden PKK’lılar ise aslında bu yaptıkları için mazur sayılırlar. Çünkü Pamak öyle demektedir. Pamak’ın söyledikleri arasında (teorik mülahazalar bir yana) gerçekten bir PKK eleştirisi var mı?
“Kürt muhalefet hareketinin bu kadar yaygın bir şekilde Batılıların desteğine muhatap olması da onun da Kemalistler gibi Seküler olmasından” dolayı imiş. Hatta “Şeyh Said Kıyamı gibi, olaylarda Batılılar Kemalistlere destek olmuş” ama PKK ve Öcalan’a ise yardım etmişlerdir diye yeni bir iddiayı da ileri sürmektedir Sayın Pamak.
Muhtemelen bu iddialarının temelinde önyargıları ve konuya vukufsuzluğu bulunmaktadır. Çünkü İngilizlerin Ubeydullah, Seyyid Taha, Şeyh Mahmut, Gazi Muhammed, Molla Mustafa Barzani, Seyyid Abdülkadir, Molla Selim ile olan sıkı ilişkilerini bilseydi böyle ucu açık iddialarda bulunmazdı. Batılılar Şeyh Said isyanına karşı Kemalistlere ne zaman yardım etmiştir? Böyle bir iddiayı duyan gören olmuş mudur? Aynı Batılıların Seyit Rıza ile de bilinen bir ilişkisi yoktur. Adı geçen önderlerin dışında Batlıların Şeyh Said gibi Batılıların ilişkisinin olmayışını dönemin şartları içinde ele almak daha inandırıcı olabilir.
Galiba Sayın Pamak ledünni bilgileriyle kimsenin bilmediklerine vakıf durumdadır. Üstelik bilindiği kadarı ileHoybun’da laik bir Kürt örgütüdür. Ancak Batılıların ona da esaslı bir yardımı bilinmemektedir. Hatta kurucuları arasında Ermeniler bile yer almıştır. O halde Sayın Pamak’ın Batılıların “Kürt muhalefetine olan desteği” aslında PKK demek lazım iken her nedense bunun yerine Pamak muhalefet kavramını tercih etmektedir. PKK’lıların büyük çoğunluğu dağa çıkan mazlum halk çocukları ise batılıların bunlara desteğinin ne sakıncası olabilir ki? Pamak’ın neredese masum birer kahraman saydığı PKK’lılara Batılı ülkeler, mültecilik vererek, para ve barınma sağlayarak iyilik ediyorlar olamazlar mı? Şeyh Said isyanı için Sayın Pamak ısrarla kıyam kavramını kullanmaktadır. Niçin acaba?
Kıyam Arapçadır ve Türkçe karşılığı isyan, ayaklanma demektir? 1925’te yayınlanan İkdam, Vatan gazeteleri de Şeyh Said olayını “kıyam” diye adlandırmaktadır. O gazetelerin Kemalistliğinden de şüphe edilemez. Hal böyle iken isyan yerine, kıyamı tercih etmek niye? Anlaşılan ledünni ilimde bu kıyamın özel bir anlamı olmalıdır. Yalnız 1925’lerin Vatan ve İkdam gazetelerinin de bu ilmin sahibi olarak bu kıyam kavramını kullandıkları sonucu çıkabilir mi?
Sayın Pamak’ın bu yersiz oldukça uçuk Kürt Sorunu analizinden sonra, yaptığı çözüm önerileri de oldukça düşündürücüdür. Aslında tanıdıktır. Kendisine aidiyeti de şüphelidir. Ama Pamak kendi anlayışına göre İslami bir cila ile bu önerileri heyecanla savunmaktadır:
1-Ermenice olan eski köy adlarının iadesini istemektedir. Dilleri Allah’ın bir ayeti olarak gördüğünü sıkça vurgulayan Pamak’ın bu önerisinde ilk bakışta bir çelişki yok ise de Kürt Sorunu’nun çözümü için Ermenice isimleri talep etmesi ibretlik bir olay değil midir? Kürtler Ermeni değildir ve Kürtler Ermenice de konuşmazlar. O halde hangi akla uyarak Kürtler için Ermenice isimleri istemektedir? Yalnız Pamak Kürdistan dediği yer için Ermenice isimleri talep etmektedir! Orası Kürdistan ise, isimleri niçin Kürtçe değil de Ermenicedir? Kürdistan nereleri kapsamakatdır? Diyelim ki Kürt nüfusunun çoğunluk olduğu il-ilçe ve köyleri kasamaktadır? Pamak’ın Kürdistan’ı için Ermenice isimler istenirken, Erzurum, Ağrı, Van, Muş, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ vb yerlerde, Türklerin, Arapların veya Zazaların çoğunlukta olduğu yerlerin eski adları da Ermenicedir. Acaba oralar içinde Ermenice isimler gerekli midir? Gerekli denirse, Kürt Sorunu’nun çözümü için ileri sürülen bu harika buluş, Türkler, Araplar, Zazalar içinde ileri sürüldüğünde yeni bir büyük çelişki ortaya çıkmayacak mıdır? Sayın Pamak bu önerisini bir daha gözden geçirmelidir? Cezbe halinde söylenmiş ise zaten sorumluluk ta yoktur.
2-Ben şahsen Kürt Sorunu gibi tartışmalara girmeksizin “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi sözlerin şuraya buraya yazılmasını yanlış, yersiz, manasız bulmaktayım. Çünkü bu sözle kimse mutlu olmamıştır. Bundan sonra da mutlu olacakları şüphelidir. Ancak bu sözün “Kürdistan dağlarından başlanarak silinmesi” isteği belli ki bir Kürt milliyetçiliği isteğidir. Sayın Pamak nerede durarak bu sözün silinmesini talep etmektedir? Çünkü yanlış bir sözün silinmesini istemek başkadır, Kürdistan’dan başlanarak silinmesini istemek daha başkadır. Türkiye adını bile yanlış bulan Sayın Pamak’ın bu Kürdistan hassasiyeti göz yaşartıcıdır. Kürdistan dediği yerde yıkılmasını istediği bir siyasi egemenliğe engel gördüğü için mi bu sözün silinmesini istemektedir? Çünkü İslamcılık iddiası ile, Kürdistan’da ayrı bir siyasi egemenlik istenmesi çelişkili olacağı için bunun yerine bir ara formül olarak şimdilik bir başlangıç olarak “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün silinmesini Sayın Pamak istiyor olmasın? Çünkü onun iddiasına göre “kavmi aidiyetler, kavmi kimliktir ve Allah’ın ayetlerindendir”. Dolayısı ile aslında “Ne mutlu Kürdüm diyene” de yazılabilir. Yalnız “Türklükle” ilgili yazılar, vurgular, şirktir çağdaş cahiliyedir.
3-Sayın Pamak, bir dönemin uçuk ve kaçık Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a çok şey borçlu olmalıdır. Eğer o olmasaydı iddialarını hangi temele dayandırabilirdi? Halbuki Bozkurt’un hezeyanların benzerlerini Kürt ırkçıları da söylemiştir. Türk kimliği, Bozkurt hezeyanları ile mahkum edilemeyeceği gibi, Beşikçi ekolünün hezeyanları ile de Kürt kimliği mahkum edilemez? Pamak gibilerinin asıl derdi Türk adı ve vurgusu ile olmalıdır. Kürt milliyetçiliğine duydukları cezbeli sempati ikinci sırada yer alıyor olmalıdır. Ancak Türk adına, vurgusuna duydukları kin ve nefret o adın geçtiği hemen her sözü, açıklamayı da kerih durumuna düşürmektedir. Çünkü geçmişte Türk milliyetçiliği içinde yer almak böyle kerih duygulara da zemin hazırlamış olabilir. İlköğretim Okullarında okutulan “andımız” kaldırılsa bundan ne çıkar? Kürt Sorunu çözülür mü? Hayır çözülmüş olmaz. Nitekim başka istekleri yerine geldiği halde bu sorun hafiflemedi aksine ağırlaştı. Buda sorunu çözen bir şey olmayacaktır. Ancak kaldırılması da hiçbir felaket sebebi de olmayacaktır. Lakin sırf Kürt milliyetçileri istiyor diye onu kaldır, bunu yasakla vb uygulamalar nerede duracaktır?
Gerçekten bu Kürt Sorunu çözülecek midir? Mesela liselerde, üniversitelerde andımız okutulmaz ama oralarda Kürt Sorunu bitmiş midir? Hayır bitmemiştir de. Üstelik Kürt Sorunu’nun başlangıcı olarak tarif edilen 1920’li yıllarda andımız diye bir şey yoktur! Eğer gerçekten b sorun 1920’lerde çıktı ise, o dönem olmayan bir andımızın şimdi çözüm olarak tekrarlanması da başka bir harika buluş olmalıdır.
4-Son günlerde Milli Güvenlik Derslerine itiraz etmekte bir yiğitlik gösterisi halini almıştır. Milli Güvenlik Dersleri niçin kaldırılacakmış? Askeri vesayetin eğitim üzerindeki gölgesi ve resmi ideoloji taassubunu bütün gençlere ulaştırmanın bir aracı olarak kullanılıyormuş. Bu iddialar, eğitim camiasını ve oranın sorunlarını bilmeyen sığ bir anlayışın sonucu olmalıdır. Milli Güvenlik Dersleri hafta da bir saattir. Onun resmi ideoloji taassubunu yaydığı kaldırılması halinde ise bu taassubun etkisinin ortadan kalkacağı görüşünün gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Bütün eğitim müfredatı, resmi ideoloji taassubuna göre düzenlenmiştir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Tarih Dersi, T.C.İ.T ve Atatürkçülük Dersi, Edebiyat Dersleri resmi ideolojinin en fazla kendisini gösterdiği derslerdir. Ancak Sayın Pamak’ın derdi taassuba itiraz değildir. Derdinin bu olmadığını da Milli Güvenlik Derslerinin kaldırılması halinde yerine konulmasını teklif ettiği dersten görmek mümkündür: Çünkü Milli Güvenlik Dersleri yerine bütün okullara seçmeli “Kürtçe Dersi”nin konulmasıdır. Kürtçe konuşan vatandaşlar sebebiyle ve onların doğal insani bir isteğinin karşılanmasının sonucu olarak bu teklifin ortaya atıldığı söylenebilir mi? Türkiye’de Kürtlerin dışında, Abaza, Arap, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Adige, Zaza olan topluluklarda vardır. Bu dillerde giderek unutulmaktadır. Bu unutulan dillerle ilgili Pamak’ın içinde yer aldığı koronun bir tek teklifi, görüşü, isteği olmamıştır. Bu yüzden Kürtçe hakkındaki bu ısrar ve tekliflerinin yalnızca, Kürtlerin doğal ve insani bir talebinin karşılanması ile açıklamak inandırıcı olmayacaktır.
5-Diyanet İşleri Başkanlığı üzerine düşeni yapıyor mu? Keşke bu soruya evet denilebilse. Keşke Diyanet en çok saygı ve hayranlık uyandıran bir kuruluş olsa. Diyanet bu hale nasıl gelebilir? Diyanet İslam’ın ana ilkelerini yazılı olarak yeterince anlatmaktan ve açıklamaktan hayli uzaktır. Diyanet Vakfı tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi iftihar edilecek bir eserdir. Ancak bu güzel eser vb Kürtçeye, Arapçaya, Abazacaya, Arnavutçaya, Boşnakçaya, Gürcüceye, Zazacaya çevrilse, bu dilleri konuşanların yoğun olduğu yerlerde bu dillere göre de vaazlar verilse son derece anlamlı ve güzel bir hizmet misali ortaya konulmuş olur. Ancak Pamak’ın Diyanete itirazları ve önerileri de yine Kürtçe takıntısı ile sınırlı kalmıştır. Ulusçuluğu, Milliyetçiliği reddediyor gibi yaparak, İslam Ümmetini oluşturan diğer unsurların sorunlarını görmeyerek, Kürt Sorunu hakkında Beşikçi vb. Kürt Ulusalcılarının uyduruk teorilerini sahiplenerek aşkla, cezbe ile savunmak, İslam Ümmetine ne kazandırmıştır? Bu soruya olumlu cevap vermenin imkanı maalesef yoktur. Ulusçuluk en genel anlamı ile, İslam ümmetini oluşturan toplulukların arasında yeni sorunlar yeni düşmanlıklar ihdas etmesi sebebiyle günümüz ve geleceğimiz adına en çok kaygı duyulacak takıntılardan birisidir.
Türk Ulusalcılığı hakkında bu kadar reddiyeci olanların ve reddiyelerini İslami gerekçeye dayandırmaya çalışanların Kürt Ulusalcılığını ise kutsal bir veri haline getirmeye çalışmaları, insan aklını vicdanını yok sayan bir eğilimin göstergesi durumundadır.
Yazınızı okudum
Saygılarımızla
Çapar Kanat
Çiftçi-Çiğ Süt Üreticisi
Sayın Selami Saygın yazınızı dikkatle okudum. Sizin çok kültürlü biri olduğunuzu baştan söylemeliyim. Tebrik ederim. Mehmet Pamak hakkındaki eleştirilerinizde haklı olduğunuz yerler var.Mehmet Pamak eski MHP’li olduğunu ve Sayın Alparslan Türkeş’in bazı kitaplarını yazdığını ve ayrıca 12 Eylül’de Danışma Meclisi’nde olduğunu biliyorsunuzdur. Yazınızın uzun bir değerlendirmesine girmeyeceğim. Anadolu’da yaşayan Kürt, Laz ve Çerkez toplumlarının kendi tarih, kültür, edebiyat ve folklorunu araştırmasına nasıl bakıyorsunuz?
Mesut beye iltifatları için teşekkür ederim. Mehmet Pamak evet danışma meclisi üyesiydi. Hangi özellikleri için Kenan Evren’in onu beğenerek o meclise seçtiğini bilmek lazımdır. Alparslan Türkeş’in hangi kitabını onun adına yazmış, bilmiyorum. Pek inandırıcı bir iddiaya da benzemiyor. Çünkü Türkeş’in etrafında çok sayıda natınmış yazar, akademisney varken, otuz sene ösecninin hangi birikimi ile Mehmet Pamak hangi kitabı yazmış olabilir?
Yüz sene öncesinde, Türkiye’de halk müslüman olan ve olmayan diye iki ana gruba ayrlırdı. Bu sınıflama daha gerçekçi ve doğaldı. İslam dini, Müslümanların kültürlerini de büyük ölçüde bir birine aynilik derecesinde yaklaştırmıştır. Ancak yine de Türkiye’de Türkiye’de, Türk, Kürt, Laz, Arap, Abaza, Boşnak, Arnavut, Zaza vb. toplulukların kültürlerinin hem araşıtrılması, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu vb. eliyle yayınlanması, hatta bu toplulukların dil-tarih ve küütlrlerini inceleyen bölümlerin, kürsülerin üniveristelerde açılması da hem bir ihtiyaçtır hem de Türkiye Devleti’inin bu vatandaşları sebebiyle de görevi olmalıdır. Bunun dışında adı geçen toplulukların dil-tarih ve kültürlerini bilimsel kurallar ışığında araştıranlara da Devletin hem kolaylık sağlaması hem de teşvik etmesi gerekir. selamlar.
Sayın Selami Saygın Bey ben de sizin gibi düşünüyorum. Aslen Karadenizliyim ama bu ülkede herkes aynı şekilde folklorünü geleneklerini farklılıklarını yaşaması tarafındayım. Onlardan alıp bana bir şey vermesinler. Saygılar…
Mesut Kaymakçı