Ya tutarsa!
Gerçekliği ve gerçekte kim olduğu tartışılsa bile, bu topraklarda yaşayanlar arasında gelmiş geçmiş en önemli filozoflardan biridir Nasrettin Hoca. Kıvrak zekâsını, hazır cevaplığının ve nüktedanlığının arasına sıkıştırırken, kırmadan eleştirir, mahcup etmeden uyarır, güldürürken düşündürür. Bunların hepsini bir arada yapan başka bir filozof tanımıyorum. Şimdi, başlığımıza adını veren ve hepimizin bildiği fıkrasının sonuna bakalım:
– Hocam, ne yapıyorsun öyle?
– Göle yoğurt çalıyorum!
– Göl hiç yoğurt tutar mı?
– Ya tutarsa?
Nasrettin Hoca da, yoğurt yapanlar da bir çömlek yoğurtla gölün maya tutmayacağını bilir… Toplumsal anlamda ister ulusal olsun ister evrensel olsun, BİR SORUN gündeme geldiğinde her zaman şöyle bir manzara çıkıyor karşımıza. Koca bir göl büyüklüğünde çözümü bekleyenler, bir çömlek yoğurt azınlığında çözüm üretmeye çalışanlar. Bu denklem hiç değişmiyor maalesef…
Tarih boyunca işbirliği yapma ve iletişim becerisi sayesinde gelişen insanlığın gündemini ÜÇ TEMEL SORUN meşgul etmiş. KITLIK, SALGIN HASTALIKLAR VE SAVAŞLAR her zaman liste başı olmuş. İnsan, salgınlardan ve hastalıklardan kaynaklanan ölümlerinin azalmasıyla, hayatta kalma çabasını, hayatı uzatma ve mutluluğu arayışıyla değiştirmiş ve ölümsüzlükle hazzın peşine düşmüş. Kıtlığı kontrol altına almış ve biyolojik, genetik araştırmalarla ve teknolojik gelişmelerle yeniden yaratım sürecini zorlamaya başlamış. Bir ortaçağ Kralının sarayından daha konforlu olan evlerimiz ve sosyal hayatımız var. Artık, açlıktan, savaştan ve hastalıklardan ölenlerin sayısı ilk çağlarla karşılaştırıldığında oldukça azalmış durumda. Bu sayede dünya nüfusu hızla çoğalıyor.
Düşünsenize “ÜÇÜNCÜ BİN YILIN ŞAFAĞINDAYIZ”. Bu ne anlama geliyor, önümüzdeki bin yıllık sürecin ilk adımlarını atmak bizlerin kısmetine düştü. Atalarımız, binlerce yıl boyunca hayallerinde ve kehanetlerinde “gelecek bu günleri” görebilmek için her yolu denediler ve biz şu an o gelecekteyiz.
Peki, şimdi sizce ne durumdayız?
Günlerdir evlerine gidemeyen sağlık sektöründe çalışan, polis ve asker olan, devletin çeşitli kademelerinde çalışan yakınlarım, arkadaşlarım var. Ailelerinden uzak binlerce çalışan fedakârca süreci atlatmak için çırpınıyor. Bu süreçte hayatını kaybedenler oldu. İçlerinde yakından tanıdığımız ve sevdiğimiz çok değerlilerini kaybettik. Her biri bir istatistik sayısı gibi algılansa da onlar insan… Hala risk altında çalışıyorlar ve çözüm üretirken bizden yardım istiyorlar. Yorgun gözleriyle uyarıyorlar “Lütfen evde kalın” diye… Tek yapmamız gereken bu; EVDE KALMAK!
Oysa öbür cephede durum nedir? Evlerinde sabırla beklemesi gerekenlerin bu sürece katkısı nedir?
Sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde neredeyse geceye yakın saatlerde ormanda mangal sefası yapıyorlar. Gece vakti alevleri görünce ne düşündüğümüzü tahmin edersiniz. Diğer yandan yasak biter bitmez yollarda hız sınırını aşmaya çalışanları, sokaklarda bayram şenliği yapanları saymıyorum bile… Yasak sonunda hiçbir kuralı dikkate almadan marketlerde şekerleme ve gazlı içecek peşine düşerek izdiham yaratanlara ne demeli. Herkeste bir şikâyet bir mızmızlanma durumu. Sanırsınız ki “Silivri” de ler! Bir düşünün EVİM dediğiniz şey, sevginiz, huzurunuz, gidip de döndüğünüz yer. “Cennetinizde” size verilecek şey! Eğer evinize sığamıyorsanız mezarınıza nasıl sığacaksınız, el insaf!
Bu manzarada kime yanarsınız bilmem. Ama duyarsızlık, umarsızlık ve tam bir vurdumduymazlıkla devam ettiğimiz sürece, Nasrettin Hoca’nın yaptığı gibi, “bindiğimiz dalı kesiyoruz”, ben onu bilirim…
Kendimizi sağlam kazığa bağlayıp sonra Allah’a emanet etsek ne kaybederiz? Bize bir şey olmaz denmese, birinin ak dediğine diğeri kara demese, konunun uzmanları egolarının önüne geçip toplam fayda için çalışsa, muhalifler daha yapıcı davransa, el elden akıl akıldan üstündür ilkesiyle birlikte karar alınsa ne olur? Birinin yaptığını öbürü yıkmasa, ben bilirim sen bilmezsin denmese, kaynaklar, fırsatlar adil kullanılsa, doğanın isyanını beklemeden yangınlar söndürülse, ağaçlar kurtarılsa, gezegeni paylaştığımız diğer canlılara da saygı duyulsa bu hallere düşülür mü? Tüm yetkin kişiler ortaya çıkan sorunları çözmek için elbirliği ile çalışsa dünyamız nasıl olur?”
Bütün bunlar olursa, ÖLÜR MÜSÜNÜZ?
“İşbirliği” içinde olmak, insan olmanın özünde buluşmak tek kurtuluşumuz.
Bir organizasyon içinde beraber çalışan 50 kişi, yalnız başına bir şeyler yapmaya çalışan 500 kişiden daha etkilidir.
Ne dünyayı ne de ülkemizi TEK BAŞIMIZA KURTARAMAYIZ…
Eğer her birimiz kendi evimizdeki krizi iyi yönetirsek sevdiklerimizi, ailemizi, komşularımızı ve çevremizi bilinçlendirirsek, “kapımızın önünü “ temiz tutarsak, önümüzdeki daha zorlu günlere umutla bakabiliriz.
O zaman “İNSAN” olmanın hakkını verebiliriz…