Denizden neşe içerisinden çıktık. Suyun tadını, vücudumuzda hissettik. “İyi ki, gelmişiz” dedik. Kardeşim bu akşam gitmeyelim, çok yorulduk demişti. Denize yorgunluğumuzu gidermek için gidiyoruz demiştim. Arada kalmadık ve deniz sefasını kısa sürede olsa sürdük.
Şoseyi karşıya geçtik ve futbol sahasına doğru ağır adımlarla yürüyoruz. Kardeşim de ilk defa yavaş yürüyor. Futbol sahasını geçtik ki, Acı bir fren sesiyle geri döndük. Kamyondan mavi kâğıtlar havada uçuşuyordu. Kâğıtlar yola, yol kenarına dağılıyordu. Belli ki, üzerindeki bağlayan ipler kopmuştu.
“Kar yolları kapattı yerine mavi kâğıtlar yolları kapattı.” Demek gerekiyordu.
Bu sırada, mavi kâğıtlara gelen arabalar bir tarafa kayıp gidiyordu. Hızlı gelen bir taksi, kaydı ve denize uçtu. Bir diğeri ise, futbol sahasına kadar geldi. Doğrudan kamyona çarpanlar oldu. Şoför ve yardımcısı herhâlde gelen arabalara can havliyle durun işareti veriyordu.
Boşluktayım, bulutlar da hızla geçiyor yanımdan. Ayaklarım bir şeylere değiyor, arkadaşlar yanımdan yok oldular. Acıdan daha büyük bir acı ve üzüntü beynime sıçradı. Dünya insanlara daraldı, hayat tükenirken, bir şeyler yıkılıyordu.
Manzara korkunçtu. Asfalt görünmüyordu. Yolun her iki tarafında araba kuyrukları oluşmuştu. Mavi kâğıtlar uçuşmuş böyle olmuştu. Kilometre ile ölçülemeyecek bir yalnızlık içerisinde kaldım. Bir türlü kendime gelemedim.
Kendimi toparlamaya çalıştım. Kardeşim yanımdaydı. Arkadaşların bir kısmı kazaya doğru yürümüştü. Güzel bir günün sonu. Zaman nelere gebe dedim. Boksörün yediği yumruktan sarsılması gibi, kendime geldim ve arkadaşları aradı gözlerim. Arkadaşlar yanımdaydılar. Onlara dokundum ve ne yapıyoruz durmakla olmaz. Her biri sararmış solmuştu. En küçüğümüz ise kaza yerine yaklaşmıştı. Onu da geri çağırmak için, kardeşim peşine koştu.
Arkadaşlar titriyordu. Bu kadar çok arabanın karıştığı kaza ilk defa bu yörede oluyordu. İçim bir hoş oldu. Olayı kafamda tartışmaya başladım. Sonucunu arkadaşlara kardeşimde gelince söyledim. Hiçbiri olayı kabullenmedi, yani olayın yanına gidelim demedi. O zaman yapılacak eve gidip sessizce oturmak olsun dedim.
Yanımıza yaklaşan adama olay mı? Oldu sorusuna cevap bile vermedik. Neşenin doruğunda bıraktığımız denize olay yerinden geçip de bir hafta gidemeyiz. Özellikle en küçüğümüz buraya bir daha gelmem dedi.
Mavi kâğıtla başlayan kara bulutların ablukasındaydık. Öyle bir atmosfer oluştu ki, kaza yerine gitmek istemedik ama olayı da gördük. Yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Biraz sonra yağmur başlamasın mı? Eve koştuk tek nefeste eve vardık. Annem deniz iyi miydi? Diye sordu. Bizde kardeşimle olayı anlattık ama köy yoluna dönmüştük dedik.
Islandık fakat hiç dikkat etmedik. Yarın için de hiçbir yere gitmeyi düşünmedik. Çünkü, kaza epeyce dallanırdı. Belki de bizi gördüğümüz için tanık olarak dinlerlerdi. Mavi kâğıtlar ne için kullanılacaktı. Rengi nasıl mavi olmuştu, hiç yorum yapmadık.
Evde bir kenara çekildik ve yemeği bekledik. Bahçeden gelen babama düzelttiğimiz yerleri sorduk. Elinize sağlık güzel olmuş dedi.
Biz yine yemek bekleyen heykeller gibiydik.
“Mavi Renkli Kâğıt” deyince, aklıma gelen şu: Yıl 1974, Kıbrıs Çıkartması olmuş. Tüm ülke savaş ortamına girmiş ve bu nedenle herhangi bir hava bombardımanına karşı ülkenin her yerinde evlerde camlar mavi kâğıt ile kaplanmış. İşte tam o yıllarda, sanıyorum 1975 yılında, “Devekuşu Kabere Oyuncuları”nın sahneye koyduğu bir oyunda, sokak röportajında şöyle bir bölüm vardı:
“Bu mavi kâğıt uygulaması çok iyiydi, memleket için yararlıydı, devam etmelidir.”
Beyfendi, ne iş yapıyorsunuz:
“Ben, mavi kâğıt ithalatçısıyım.”
O yıllarda, o Devekşu oyuncuları kadrosunda; Metin AKPINAR, Zeki ALASYA vardı. Kemal SUNAL da o kadrodamıydı, bunu şimdi hatırlıyamıyorum.