Kullanılmayan ancak atmaya veya satmaya kıyamadığımız eşyalarla birlikte tavan arasına atılmıştı. Hala sapasağlamdı ancak boyaları neredeyse silinmişti. Yine de mavi olduğu anlaşılıyordu.
Annem bu beşik için şunları anlatmıştı:
“Ahmet doğduğunda alınmıştı bu salıncak. Baban karpuz satmaya gidiyordu. Bahçedeki iki kök armudun meyveleri kehribar gibi olmuş, altına dökülmeye başlamıştı. Topladım onları bir güzel. İki sandığa doldurup koydum arabaya. Bizimkine: ‘Herif, bu armutları alan olursa, parasıyla beşik al.’’dedim. Armutları haldeki komisyoncular kapışıvermiş. ‘Niye fazla getirmedin?’ diye babanıza takazada bulunmuşlar. Herifim bu mavi beşiği getirdiydi o zaman. Bilseniz bu mavi salıncak ne kadar mutlu etmişti beni. Hemen tavana asıp, Ahmet’i koydum içine.”
Uykuları bölündüğünde, annemin yoldaşı mavi beşik… Nice ninniler dinlemiş, şefkatli elin sıcaklığını hissetmiş, anne sevgisi soğuk demirlerine nakşolmuş, annemle birlikte üzülmüş, annemle sevinmiş, alın teriyle alınmış mavi beşik… Gülücüklerimize, kahkahalarımıza gıcırtılarıyla eşlik etmiş; uyutmak için uyumayan anneciğime sırdaş olmuş; bir sağa bir sola nazlı nazlı salınmış güzel beşik… Canlı mısın, nesin sen?
Ahmet’i, Mahmut’u, Hanifi’yi ve beni büyüten; ninnilerle ipi çekilip bırakılan; bu mavi beşik, kardeşimi ve dünya tatlısı yeğenlerimi de sallayacaktı. Ezberlediği ninnilere yenileri eklenerek her sallanışta biraz daha rengini kaybedecekti.
Düne kadar tavan arasında, orada burada atılan değerli beşiğimizi kimse hurdacıya vermeye kıyamamıştı. Son gördüğümde, onunla yaşıt dut ağacının dibinde, nergislerin içindeydi. Verilen görevleri harfiyen başarmanın gururunu taşıyordu ve geçmişi yeniden anılarla yaşıyordu sanki… Bizlere “Dünün bebeleri, bugünün güzel insanları sizleri ben büyüttüm. Annelerinizin uykusuz gecelerinde onların yoldaşı oldum. Ben sizleri unutmadım, gülüşlerinizi içimde sakladım. Sizler de beni sakın unutmayın.” der gibiydi!
ALİ AYAZ
ADAN