Mutlu bir aşk masalı sınanmayacak kadar kutsaldır. İnanılan, güvenilen her aşk ise kahramanı için bir masaldır.
Schiller sevginin, aşkın sahipleri birbirini sınamasın diye şahit olduğu bir olayı gelecek için müthiş bir derinlikle kaleme alır.
Olay on beşinci yüzyılda Fransa’da gerçekleşir. Dönemin Kralı ve dillere destan güzellikteki kızı Kinigunda şehirdeki şövalye ve aristokratları vahşi hayvan gösterisi için arenada toplar. Gösteri başlar. Aslan, kaplan ve leopar birer birer bırakılır demir kapıdan alana. Şövalyelerden biriyle aşk yaşayan güzel Kinigunda zarif elindeki eldiveni çıkarıp hayvanların ortasına atar ve kim eldivenini alıp kendisine getirirse, onunla evleneceğini söyler. Herkes şaşkın, susmuş, sessizliğe gömülmüştür adeta.
Bir şövalye ayağa kalkar, başı dik ve sakince. İnmeye başlar basamaklardan. Uzun, parlak çizmelerinin mahmuz seslerinden başka bir ses duyulmaz arenada. İzleyicilerin gözü hayvanlarda, ne zaman harekete geçeceklerini beklemektedirler. Şövalye, kıpırdamayan aslan, kaplan ve leoparın arasından eldiveni alır ve Kinigunda’nın yanına gider aynı sessizlik içinde. Bu kişi aşkı cesur Delorgezdir. Kinigunda hayranlık , şaşkınlık ve mutlulukla sevgilisine bakar. Delorgez beklenmedik bir şekilde eldiveni sahibinin kucağına bırakır, yüzüne bile bakmadan. “Matmazel ihtiyacım yok teşekkürünüze,” der ve dönüp gider.
Schiller çok etkilenir, bu olayı bir baladında bizler için ölümsüzleştirir.
Ne zaman anlayacağız! Nietzsche’ nin dediği gibi Tanrı ve insanların sınanmaması gerektiğini.
Bir gün Joules Soury yolda üzüntüyle bağırıyormuş: “Masalımı çürüttüm, yıktım. Masalsız kaldım… Bana masal verin, masal verin bana, masalsız yaşayamıyorum.”
- Hayatımız mutlu bir masal olsun istiyoruz, masalımızı yaratmak için uğraşıyoruz var gücümüzle. Bıkmadan usanmadan… Sonra bir şey oluyor, korkuyoruz masalımızı kaybetmekten. Korktukça gerçekliğinden emin olmaya çalışıyoruz. Masalımızın kahramanlarına, mekanına, konusuna yeterince inanmıyoruz. Kinigunda gibi sınamaya başlıyoruz insafsızca karşımızdakini. Kanıt arıyoruz, gereksiz fedakarlık arıyoruz, çünkü yaşadığımız duyguya inanmıyoruz. Sınadıkça, Soury’nin masalı gibi çürümeye başlıyor mutlu masalımız ve sonunda kaybedip Soury ve Kinigunda’nın yazgısını yaşıyoruz. “Masalımı yıktım çürüttüm” diye bağıran sesimizi kimse duymaz oluyor.
Sınamak Tanrı’ya mahsussa eğer biz insanlar Tanrısal bir güce mi öykünüyoruz bu durumda? Yada yaratıcı kaybetmek ve kazanmak arasına mı koydu kutsal sevgiyi, aşkı? Değeri büyük olan duyguları ödediğimiz bedelden anlayalım diye…
Hiçbir sınav gerçeğin belirleyicisi değildir.
Kalplerimize inanıp güvenmeyi öğrenmemiz dileğiyle…