Demiştik ki… Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra devlet yönetimlerinde liberal anlayışlar ağırlık kazandıkça, şehir yaşayanlarının da buna bağlı olarak şehir yönetimlerinde daha fazla söz sahibi olma çabası gelişmiştir.
Nitekim ülkemizde yine dünya genel siyasetinin geldiği noktaya bağlı olarak; uygulanan liberal politikalar ve (ekonomik ve iletişim araçlarının gelişmesi gibi) daha başka nedenlerle köylerden şehirlere göçler 1985’lerden itibaren hızla artmaya başladı. Ve bu tarihlerden itibaren ülkemiz hükümetleri şehir yönetimlerin liberalleşmeleri konusunda çeşitli kanunlar çıkarıp, yönetmelikler yayınladılar.
Son olarak AKP hükümeti Büyükşehir kanununu çıkardı.
Bu tarihlerden yani 85’lerden itibaren şehir yönetimleri ve yaşayanları öncelikle ekonomik gelişmeyi hedeflediklerinden dolayı, yaşadıkları şehri geliştirmek için çeşitli çareler aradılar. Bunlardan birisi de tüccar gibi düşünüp nasıl ve hangi yollarla zengin olabilecekleri konusunda kafa yordular.
Bunlardan en akla yatanı ve tercih edileni şehrin kültürel ve doğa zenginliklerin tanıtılıp, dışarıdan –yerli, yabancı- turist çekmekti. Doğal olarak turisti şehre çekmek için bir şeylerin pazarlanması gerekir. İşte “marka şehir” kavramı da burada devreye giriyor.Yani tercih edilen ya da mutlaka görülmesi gereken yer imajı yaratılmasıdır.
Bu imaj iki yoldan gerçekleştirilir. Birincisi (çeşitli etkenlerle) kendiliğinden ortaya çıkan ve gelişen, ikincisi ise şehir yönetimlerinin planlı çalışmaları ile gerçekleştirilendir.
Kendiliğinden ortaya çıkıp, gelişerek oluşan markalaşmada; önce özel sektör kendiliğinden riski göğüsleyerek yatırım yapar. Karlılık ve talep arttıkça tanınma ve gelişme gerçekleşmiş olur.Bunda şehir yönetimi geriden gelir,ihtiyaç duydukça düzenleme yapma ve disiplin altına alma gereğini görür. Bu tür markalaşma genelde uzun vadeli, plansız ve kontrolsüzdür. Bazen hiç de istenmeyen bir biçimde ve yönde gelişebilir, faydasından çok zararı olabilir. Bazen de şehir yaşayanlarına rağmen oluşur.
İkinci tür markalaşmada ise şehir yönetimi profesyonelce planlama yapar ve uygulamaya koyar. Bunun için şehrin sosyal,kültürel,tarihi,doğa ve doğal zenginliklerini analiz ederek hangi konuda markalaşmaya gidileceğine karar verir. Bu tür markalaşmanın konusu doğru seçildiği,planlaması doğru yapıldığı taktirde şehir ve yaşayanları için gelecek vaat eder.Zira şehrin yaşam genetiğine çoğunlukla ters düşmez ve şehir yaşayanlarınca yadırganmaz.
Ayrıca çalışmalar planlı olduğu için, çoğunlukla birincisinde olduğu gibi istenmeyen sonuçlar da çıkmaz.
Markalaşma dendiğinde genelde turizm yatırımları akla gelmektedir.Bu düşünceden dolayıdır ki şehre turistin gelmesi ile zenginleşileceği zannedilir. Halbuki markalaşmak sadece turizmle sağlanmaz.Dolayısı ile zenginleşmek için turistin gelmesini de beklemeye gerek yoktur. Mesela leblebi denilince akla Çorum ilimiz gelir. Ama leblebi almak için Çorum’a gitmek de gerekmiyor. Lakin Çorum leblebi ile markalaşmıştır.
Markalaşmaya illa şehrin zenginleştirilmesi için mi gidilir? Ve buna bağlı olarak; şehirlerin gelecekleri markalaşmaya mı bağlıdır?
İsterseniz bunlar gibi sorularımıza da gelecek hafta cevap arayalım…