Siyasetin bir kirli yüzü de işte bu. Öğrenilmiş üç doğrunun arasına uydurulmuş bir yanlışı sokuşturup yutturmak. Tam bir “üçkağıt” olayı. Marifet mi bu!?… Oysa kim bilmez bir yanlışın üç doğruyu silip süpürdüğünü!.
Yazarına bakmaksızın, alkış tutarsınız bazen bir yazıyı okumaya başladığınızda. Tek satırı üzerinden bile alkışı hak ettiğini düşünürsünüz… Ve o satır sürükler sizi yazı boyu. Doğru ve yerinde bir ifadenin cazibesiyle devamını getirirsiniz yazının. Siyasetin “hizmet yarışı” olduğu gelir aklınıza. Ve “hah!” dersiniz “işte, aradığım ama şimdiye dek derleyip dillendiremediğim cümle tam da buydu.”
*
“Siyasi mücadelelerde en kötü şey iftira ve ispiyonculuktur.”
*
Eli vicdanına bir kez bile uzanmış hangi izanlı kişinin itirazı olabilir böylesi bir doğruya? İftira ve ispiyonculuğa kimlerin, niçin başvurduğuna da ayna tutmaktadır cümlenin devamı. Günümüz siyasetine dair umutlanırsınız. “Bu ülkede siyasetin ne olması gerektiğini bilen kişiler hâlâ var(mış) dersiniz.
*
“Normal yollarla mücadele edemeyenler, hasımlarını bu yolla yıpratmaya çalışırlar.”
*
Temiz siyasetin özeti bu iki cümle. Yazarına alkış da bundan…
*
Gönül isterdi ki, doğrular devam etsin!…
Heyhaaat!… Alkışınız kesiliverir birden: Üzülürsünüz. Görürsünüz ki bir “çarpıtma” girivermiş araya!… Niye!?.. Gönül teliniz kırılmıştır birden. Keşke sapına kadar doğru bu cümleciklerin devamı olmayaydı. Hiç değilse böyle gelmemeliydi!.
*
“Özellikle sosyalist ülkelerde iftira ve ispiyonculuk, bir devlet yönetme biçimi haline gelmiştir.”
*
İşte böyle kirleniyor gerçekler!… İşte böyle kirletiliyor siyaset!
Her doğruyu kendi kafasında evirip çevirip doğru gibi yutturan yazar çizer takımı diziliveriyor gözlerinizin önüne… Yekavaz olup çarpıtma yarışındalar adeta, ilk iki cümleden intikam alırcasına… Hayıflanıyorsunuz:
*
Be adam!… Ettinse iki doğru söz, o sözlerin arkasında dur da, o güzelim ifadelerin içine bari edilmiş olmasın!..
Madem ki iftira ve ispiyonculuğu siyaseten bir ahlaksızlık saymaktasın; bu ahlaksızlığı hangi hakla, hangi bilgiyle-kanıtla- sosyalist ülkelere genelleştirip maletmektesin?
İspiyonculuğu, iftirayı, temiz siyaseti ilke edinmiş demokratik hiçbir toplum kabul Etmemeli.
Oysa böylesi rezilce tutumun en yaygın biçimde kullanıldığı ülkeler faşizmin, diktanın, tek adam yönetimlerinin, insanları birey değil meta gören, kendi vatandaşlarını potansiyel terörist ve hain ilan eden, kendi iktidarını sürdürmek için kapılarında, her bir yerlerine kıl olsun kul olsun diye adam(!) besleyen acımasız, kapitalist sistemlerin hakim olduğu ülkeler olduğu net ortada değil mi?
Böylesi yönetimlerin iftira ve ispiyon için özel kapı kulu kolluk kuvvetleri oluşturdukları, özel olarak, bir elleri yağda, bir elleri balda özel hizmetli tasmalı kullar yetiştirdikleri tarihi bir gerçek değil mi?.
Bu gerçeği göz ardı ederek iftira ve ispiyon pisliğini sosyalist ülkelere maletmek, durumu çarpıtmaktan öte, siyaseti kirletmek değil midir?. Ayrıca; bu yorumun altında da doğrudan iftira yatmakta değil mi?.
*
Bir yazar; iftira ve ispiyonculuğun en yaygın biçimde faşist yönetimlerde, tek adam sultalarında, padişahlık, sultanlık, Tiranlık, ve krallıklarda kullanıldığını bilmiyor olamaz!…
Hadi, tarih bilgisinden yoksuns da, Hitler Faşizminin, Mussolini döneminin ispiyonculuğu nasıl kullandığını bilmez diyelim… ABD’nin Mc Charty’sini bari bileydi… Oda mı olmadı, Abdülhamid’in özel hafiyelerini de mi hiç duymadı?
Hadi hepsine yabancı!… Halkına “Komşunuzu ihbar edin!” diyeni de “bilmiyorum” demesin bari!.
Ergenekon davaları döneminde, binlerce masum, kumpaslar iftiralar, yalanlar, ispiyonlarla yıllarını Silivri hapishanelerinde çürürken, birileri kendisini o davaların savcısı ilan edip birilerine el altından ispiyonlar iletirken, ülkede “Sosyalist” sistem vardı da bizler mi haberdar değildik!?…
Varsa biraz vicdan, çatlamamışsa ar damarlar, gizli tanıkların, ispiyoncuların, paralı iftiracıların bari yedikleri haltlar unutulmasın ve bir kez daha yaşanmasın.!.
Ne yazık ki; kumpaslar, iftiralar, ispiyonlar devam ediyor hala…. Son örneğini de limon üzerinden İmamoğlu’na kumpas kuran medya müsveddelerinde gördük. Ve sistem sosyalizm değil.
Yalanların içine birkaç doğruyu katarak fikir adamı olunmuyor ne yazık ki!.
Ah toplum olarak, her alanda “müsvedde” nedir bir kavrayabilsek!.
Ancak bunu kavradığımız gün, efendilerinden alacakları aferinle medya dünyasında yer edinmeye çalışanların kimler olduğunu görebiliriz…
Bunların topluma yaydığı kirlilik, siyasetin kiriyle birleşince ortaya çıkan kokuşmuşluk daha da tahammül edilmez hal alıyor.
*
Evet!… Siyasi bir hastalıktır ihbarcılık!… Hasta beyinler, her dönemde ihbarcılıkta kullanacak hasta beyinler arar. Bulur da!. Bu da ahlaki anlamda bitiş demektir.
Günümüzün asli sorunlarından biri de bu!… Hataların ortadan kaldırılması ancak konuşan toplumla olur. Ama iftira atarak, ihbar ederek değil. Konuşanları susturarak korkutarak hiç değil.
Bu gidişle bir bakmışız ki arkamızda “adam sıfatlı” kimse kalmamış!…
Mehmet Halil Arık.
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com.