MAHREMİYET EĞİTİMİ
Biz hep yeni neslin iyi olmadığından gem vurup dururuz. Peki neden bizden olan ve bizden çıkan bu nesli hep yerden yere vururuz? Sorunu neden hep onlarda görürüz? Cevap çok basit ama kabullenmek de çok çok zor. Çünkü kişinin bu beğenmediği yeni nesilden aslında bir ayna gibi kendini görmesi gerçeği yatar. Biz hepimiz en basit haliyle sorunu onlarda bulup işin içinden çıkarız. Oysa eskiden olanla biz onları kıyas ettiğimizi unutuyoruz. Olanı değil de olması gerekene göre de bu halleri bize yabancı gelir. Oysa onların anne ve babaları biz değil miyiz? Bu nesli eskiden bize denildiği gibi leylekler getirmedi ya. Peki Darwin’in dediği gibi bu nesil maymundan türemed yada leylekler getirmedi ise biz neden onlara, onlarda bize ve değerlerimize bu kadar yabancı? İşte asıl soru bu ve asıl soru olan bu soru asıl sorunun da başlangıç noktası aslında. Ne mi demek istiyorum. İzah edeyim. Bizim anne ve babalarımız köylüydü ya da o dönemde teknoloji bu kadar ileri de değildi. Bizim onlarla, onlarında bizimle geçirecek daha fazla vakti vardı. Biz onlarla paylaşımımız fazla olduğu için, rol model olarak onları seçtik. Oysa şimdilerde çocuk daha kundakta iken anne baba internetten kafa kaldırıp çocukla ilgilenecek zaman bulamıyor. Birçoğumuz da işten güçten gam vurup dururuz.
Çocuk sevilmek ve ilgi görmek için bizden randevu bekliyor. Sevilmek için randevu bekleyen çocuk, bizden gereken ilgi ve alakayı göremediği için bu açlığını başka yerde gidermeye çalışıyor. Bu da ya bir arkadaş ya da sanal alem olan internet oluyor. Çocuk burada bir çevre ile değil, dünyanın hepsi ile etkileşim ve ilişim halinde olunca haliyle çocuğa sanal alem istediği gibi bir algı veriyor ve onu istediği bu algı doğrultusunda yetiştiriyor yada yönlendiriyor. Yani anlayacağınız biz kendimizden olana vakit ayıramadığımız için randevu alamayan çocuk başka yerde bu gereksinimini gidermeye çalışıyor. Hâl böyle olunca çok bizim olsa da onu kim yönlendiriyorsa onun oluyor.
Kısacası biz üstümüze düşeni yapmadığımız için kendi günahımızı ve sorumsuzluğumuzu onların sorumluluğu ile bastırmaya ve bir nevi onları günah çıkarma tahtası olarak kullanıyoruz. Bedeli onlara ödetiyoruz. Kendi vebalimizin sorumlusu olarak onları görerek işin içinden çıkmayı yani kolay yolu seçiyoruz. Oysa zor olan kendimizin iyi ebeveyn olmadığını kabul etme yolunu ve erdemini seçemiyoruz. Bu nedenle veli okulu var işte. Veli okulu zamane anne babanın unuttuğu ve yerine getirmekte aciz olduğu anne babalığı hatırlatmak içindir. Veli okulu yine bir başka amaç içindir. O da bu bilgi çağında hemen herkesin kendini bilgiç olarak görmesi. Oysa marifet bilmekte değil, bildiği gibi olmakta yani asıl zor olan bildiği gibi olmaktadır. İşte bizim amacımız ruhî bir disiplinle bildiği olan insana olmayı öğretmektir. Herkes bilir ama herkes bildiği ile amel edemez. Amel edince kişi bildiği olur. Kişi bildiği olunca aradığını da bulduğu olur. Bilmek, olmak, bulmak dediğimiz üç aşama tamam olunca ham olan kişi bu sefer tam olur. Yani kâmil ve makbul olan statüye erişir. Her kişi olmaktan er kişi olmaya varır.
Velhasıl kelâm, günümüz insanının ve anne ile babalarının en büyük sorunu herşeyi bilmektir. Çocuk terbiyesi hep zordu ama şimdilerde çok çok daha zorlaştı. Ancak bunu zorlaştıran da bizleriz. Ahlâksızlıktan dem vururuz, ancak ahlaklı olmaya kendimizden başlamak yerine başkalarının düzelmesini bekliyoruz. Oysa her insan birer dünyadır. Sen düzelirsen dünya düzelir. Sen değişirsen dünya değişir anlayışını hakim kılmamız gerek. Ahlak insanın tek kurtuluş reçetesidir. Bunu bilmek ve buna varmış olmak lâzım. Anne babalar birşeyi göz ardı ediyor, biliyorum diye geçinenler şunu unutuyor. Bir işi yapıyor olmak ya da mesleğin erbabı olmak onu biliyor ya da yapıyor olmak herşeyi bilmek demek değildir. İşte temel sorun da buradan çıkıyor. Bu farkındalık yoksa soru soruna dönüşüyor. Yani “Sizi tenzih ederim… Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkında düşüncelerimi arz edeyim. “Günümüz anne-babalarının
galiba en büyük sorunu ‘Çok bilmişlik…’ Bugün anne-babalar
maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl
kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye
gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar.
Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar…
Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil
artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil
yetişmeye basladı.” İşin başı çocuk kundaktan çıktıktan hemen sonra öğretilmesi gereken şey mahremiyet eğitimidir.
Peki mahrem nedir mahremiyet ne demektir. Günümüz güya kendine gelişmiş eskiye de ilkel diyen insanı mahremiyeti mahrumiyet olmakla eş değer kabul ediyor. Oysa mahremiyet mahrum etmek demek değildir. Yaşadığı herşeyi bir sır ve adap dairesi içinde yaşamak demektir. İşte bunu ayırt edemiyor. Kendine gelişmiş diyen insan. “Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” “Evvelden çocuklar yetiştirilirken
bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu
bile bilmiyorlar…”
“Özetle,
anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar,” mahremiyet bir mahrum olmak anlayışı değil, aksine edepli ve ahlaklı olmanın bilinç ve şuuru ile şuurlanmaktır. “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum,
kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu
oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri
oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş
elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir.
Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden
çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok
yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına
mahremiyet bilinci vermiyorlar,”
Çocuk, artık aklı
erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz
‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla
kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak… Olmaz
ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı
mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli
bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir.
İşte böyle yetisen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar.
Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli
yaşaması için en kıymetli silahıdır. Batılının dediği ya da düşündüğü gibi biz bekaret nedir ya da o da ne ola ki diyemeyiz. Biz İslâm ümmetiyiz, ahlâklı olmakla mesul olan bir toplumuz. Peki mahremiyet mahrumiyet olarak anlaşılacak sa biz nasıl kemâle ereceğiz. Herkes her canının istediğini yapacaksa imtihan nerede kaldı? İmtihan yoksa ve insanın yaradılışının bir gayesi yoksa o vakit insan başı boş olarak mı bu dünya denen yere salındı? Sorgulamak lazım gelmez mi? Sorumluyuz ve sorumluluğumuzu da sorgulayarak bulabiliriz ve böyle yaparak farkına varabiliriz.
Mahremiyeti gelişen bir insan göz hapsine maruz kalınca bakan kişi arınmıyorsa bile kendisi arınır ve tövbe estağfurullah diye kendisi tövbe ve istiğfar çekerek arınmayı tercih eder. İşte bu bilinç mahremiyet ile yetişmiş ahlaklı bir bireyin bilince ermiş ve şuurlanmış ruh halinin yansımasıdır. Bizim eski dediğimiz insanlar aslında eskimeyen eskilerdir. Yani onlar bizim yaşayacağımız hayatın yaşanmış halleri olarak onlardan tecribelerini dinlememiz gerek.
Meselâ bir yaşlıyı dinlerken eğer hal ehli iseniz ve kulakları duyan değil, işiten iseniz o vakit kendinizi bir üniversitenin anfisinde profesör dinler gibi bulacaksınız. Hem de ilmiyenin ve fenniyenin ve bilmiyenin en alâ profesörü gibi hissedeceksiniz. Duyduğunuz şeyin işiteni olun.