Mahkumlar koğuşlarında hayatın anlamını konuşuyorlardı. Mahkumlardan biri, benim için, hayatın anlamı kalmadı. Çünkü hayatın kendisiyle çatışıyoruz. Kader dedik buraya tıkıldık. Mutluluğun kapısı dışa açılsa kader yazmadıysa, mutluluk adına birtakım etkenler, bize çıkış izni vermezler.
O hâlde mahkumlara, hayatın kendisidir soruyu soran. Hayat çekilmez bir çileyi tayin etmiş sizi şeytana uydurmuş, cinayeti işlemeye zorlamıştır. Aynı durumda olan kişiler de inanın aynı yoldan geçerlerdi.
Kader mahkumuyum diyordu. Fakat çok yatmam, ömrüm kalmadığı için, kader çekeceğim çileyi bitirir, diyordu.
Kader mahkumuyum diyen bu kişi, yörede tanınmış çekirdekten yetişme ustaydı. Yaparak yaşayarak hayat geçirmiş, çevresine faydalı olmuş ve kalıcı eserler bırakmıştı. “Hayat benden neyi, hangi görevi bekliyor?” diye sorulmasını ummaktan başka geriye ne kalıyordu.
Hayatın anlamı artık ona sorulamazdı. Hayatın kendisi kader diyerek boynunu eğmişti. Boynum eğildi, “Mahkûm” oldum, hayatın sorumluluğuna yenik düştüm. Sorumluluğumu yerine getiremedim. Şu anda yaşadığım hayat bana göre her şeydir. Bizi neler bekliyor bilemeyiz. Fakat bilmemize de bu gidişle gerek kalmayacak, çünkü ömür yakında gongu çalacaktır.
Onun adına kaderin ördüğü ağı söküp atmak, kendilerine bağlı değil, yine kaderin ellerinde.
Geçen günler, sıkıcı olmaktan öte, büyük bir iç hesaplaşma ile gülümsüyordu. Görme, duyma ve seni ilgilendirmesin. Allah sormasa da kanunlar bırakmıyordu. Usta mahkûm olduğu şu çatı altında bile çalışsa, yeridir. Ömür boyu çalışmış, şimdi koğuşta çile çekip paslanacaktı. Kalan kısa ömrümde elim, kolum tutmayacak, ayaklarım yürüyemeyecekti. Geriye kalan ömrümü çalışarak geçirmeyi istiyorum diye yetkililere haber salıyordu. İyi niyetli olarak dert üzerine dert yanıyordu.
Koğuşlara bomba gibi düşen haber, ceza evinin onarımına başlanacağı için, mahkûmlar, başka bir yere nakledilecek olduğuydu. Usta, çalışmak için yine baş vurur. Yalvarır, yakarır, son ana kadar ümidini yitirmedi. Çalışan demir pas tutmaz, paslanmak istemiyorum, diye umut peşinde koşuyordu. Diğer mahkûmlar, nerde olduğunu unutuyorsun. O kadar istekte bulunmaya hakkın olmadığını bileceksin. Boşuna kader mahkûmusun denmiyor.
Görevliler, bu kadar ısrara rağmen, bundan böyle hayatın sürmesinin bir anlamı olup olmadığını soracak olsalardı, büyük bir ihtimalle “Olmadığını” söyleyecekti. Gelecekten ne bekliyor olabilirdi. Yaşı gelmiş geçiyordu. Buna rağmen cezası, ömrünü kapsıyordu.
Kimse kendini neyin beklediğini bilemezdi. Hangi büyük saatin, hangi eşsiz bir davranış ve eylem yapmamızı sağlayacak tek bir fırsatın bizi beklediğinden habersiz olmamız gibi. Evet kimse bir şey bilmiyordu.
Hayatın insanlara yönelttiği ve cevap verirken o anın anlamını gerçekleştirebileceğimiz sorular her zaman değişmekle kalmayabilirdi. Hayat, ustayı kendini ilgilendirecek bir soruya muhatap etse, nasıl davranırdı. Usta ömür boyu çalışmış, bilgi ve tecrübesini kullanmış emek harcamıştı. Onu ancak yöresi tanıyordu.
Mahkûmlar gemisi denize açıldı. Bir tek sallandığı için gemide olduğunu anlıyordu. Ne kadar süre yol aldığını bilemeden, bağırma koptu. Olay normal değildi. “Yangın var” sesleri gemiyi sarsıyordu. İlk akla gelen ustaya sorulmasıydı. Çünkü nasıl müdahale edileceğini, biliyordu. Geminin ustasıydı. Ustayı aldılar ve usta hiç zaman harcamadan, yangına koştu ve yangının ana kaynaklarını kuruttu. Geriye kalan yanan yerler su ile söndürüldü.
Gemi yangından usta sayesinde kurtuldu. Yoluna devam etmedi ve geri döndü. Ustanın cezası af edildi. İsteği olan ceza evinin onarımında çalışması kabul edildi.
Usta, hayatın anlamını yaşayarak öğrenmiş oldu.