Mahallenin büyüsü, emeklilerin sahiplenme duygusuydu. Emekliler bu duygularını büyük bir coşkuyla, sevgi bağına dönüştürmüşlerdi. Emekliler, sevgi bağını, çevrenin düzenli ve güvenli hale gelmesinde kullanmışlardı.
Öyle bir anlayış ki, mahalleyi adeta parka dönüştürmüşlerdi.
Evlerin, aksayan tarafları düzeltilmiş ve boyanmıştı. Ön tarafları çiçeklerle ve arka bahçesi ise meyve fidanlarıyla donatılmıştı. Böylece mahalle kendini göstermiş, bir karış toprak da değerlendirilmişti.
Küçük cami, çiçekler arasında kalmış ve mor salkım her yanı sarmıştı. Dere vadisine inen patika, antrenman yolu olarak seçilmişti.
Avluda güller arasındaki yaşlı teyze, soylu saray hanımefendisi gibi şıktı. Saçları ağarmış, kollarının derisi sarkmıştı, ama kibar tebessümü dudaklarında eksik olmuyordu. Alın çizgilerinin bir kısmını, baş örtüsü kapatmıştı.
Leylaklar arasındaki öğretmen, sıkıntı çektiği, şehirdeki yılları düşündükçe, üzülüyordu. Mahallemize, buğday tanesiyle beslenebilecek kuşlar gelsin, derdi.
Farklı mesleklerden de olsalar, görüşleri aynıydı. Dil birliği etmişçesine, aynı etkileşimi konuşuyorlardı. Geçim cenderesine rağmen, kimseyi sallamıyorlardı. Mahallenin büyüsü pek kiracı kaldırmıyordu.
Mahallenin esnafı, gerekli olan, gündelik hizmeti veriyordu. Terzi Salih dayı, kaç yıldır takım elbise dikmedim. Yalnız onarım yapıyorum. Yanında iki yardımcısı da vardı.
Müracaat üzerine demirci atölyesini, başka yere taşımak zorunda kalmışlardı. Bunun gibi, mahallede sakinliği bozan ne varsa kaldırılırdı. Kaldırımda koro halinde türkü okuyan emekliler, ikinci bahar için rollerini çok iyi yapıyorlardı. Gençlikleriyle ilgili türküleri okuyor ve ağızları hiç kapanmıyordu.
Yeni taşınanlar arasındaydık, fakat ev yakınımıza aitti ve ondan satın almıştık. Düzenliliği şehirde böyle bir mahalle olur mu? sorusunu sorduruyordu.
Sokağından geçen öğrencinin mırıldandığı şarkı, balkonda oturan emekli tarafından rahatlıkla dinleniyordu. Çevrede bu kadar da sessizlik hakimdi.
Tatilde bir pansiyona yerleşmiş gibiydik. Çünkü kendimizi mor sümbüller arasında bulduk. Evin kara taş yapısından çok hoşlandık.
Denize ve arada da dereye indik. Denizden balık avladık ve süslü taşlar topladık. Dereye indiğimizde meyve fidanları kopardık. Onları uygun kaldırım kenarlarına diktik.
Çevreyi güzelleştirmeyi görev kabul etmiştik. Bu doğrultuda da önemli işler yaptık. Emeklilikte işe takılanlar ise bize ayak uydurmakta zorlanıyordu. Derede fenerle balık avlardık. Balıklar ışıktan kaçamaz ve ucu çivili sırıkla onları yakalardık.
Sessiz mahalle, bazı günler arı kovanı gibi karışırdı. Ana arının emriyle kovan önünde uçuşan yavrular misali ev halkı dışarı dökülürdü. Kaldırım kenarlarına oturulur ve eğlenilirdi.
Bir hafta sonra mahallenin girişinde, duman kokusuyla balkona çıkanlar, iki taksinin yandığını görürler. Gerekli telefonlar edilerek, yangına müdahale edilir. Arabalardan birinin yanmasını izledik. Öteki ise kısmen yandı.
Kardeşim, mahallenin büyüsü bozuldu, dedi. Araba yakmak kimin eseri olabilirdi.
Yangın olayından yeni taşınanlar etkilendiler. Kendilerini suçlu gibi gördüler. Bizler geldikten sonra havayı kirlettik, dediler. Sessiz güzelliğin ardından bu vahşi olayı gerçekleşmişti.
Mahalleli olayın üzerine gitti ve belirli ip uçları buldular. Gerekli bilgiler verilmiş fakat işleme şimdilik konmamıştı.
Mahalleli sakinleşmeden, sokağa giren at arabasının bir tekerleğinin çıkmasıyla, yana sürüklendiler. Araba iyice dağılmış fakat atın kaburgaları soyulmuştu. Emekli ağabey; gözlüklerini sildi ve arkadaşına, “Atı sana, arabayı da bana benzettim,” dedi.
Çiçekler arsında, mahallenin büyüsü sürüyordu.
Hasan TANRIVERDİ