Hangi görüşten olursanız olun, hamileyseniz, bebeğiniz var ise ya da aynı yaş çocuklara sahip iseniz kadınlar arasında süper bir dayanışma meydana geliyor, anında. Karnım burnumda işten eve gelirken veyahut hastaneye giderken tanımadığım bir çok kadın en kalbi duygularıyla “Allah kurtarsın” diyordu. Görüntünüz ile hemen empati kurabiliyor, bunu yaşamış kadınlar. Aranızda bir bağ oluşuyor ilk ve son kes gördüğünüz hemcinsinizle. Gülümseyen ve merhamet eden gözlerle “Allah kurtarsın” a aynı içtenlikle cevap veriyorsunuz: “Amin, sağolun.”
Henüz hamileliğimin altıncı ayındaydım. İş arkadaşlarımdan biri “ayakkabılarını bağlayabiliyor musun?” diye sordu. Evet, dedim. İyi günlerindesin o zaman, diye karşılık verdi. sekizinci aya girmiştim ve artık ayakkabılarımı eşim giydiriyor ve çıkartıyordu. O zaman anladım. 38. haftadaydım (bu arada hamileyken insanlar sürekli sorar: Kaç aylık oldu? 9 ay 10 ne zaman olacak? Bu sorulara hala cevabım yok. Hamilelik aslında ay ay giden bir şey değilmiş. Hafta hafta gidiyor ve hiçbir zaman 4 haftadan 1 ay çıkmıyor) eşimin artık ayakkabımı giydirmesine gerek kalmamıştı. Çünkü bir filin ayaklarına dönmüştü ayaklarım.
Ayaklarıma bakıp bakıp ağlamak geliyordu içimden. Fotoğraflarını çekmek istiyordum. Ama eşim, kızımız üzülür veyahut gelecek için eskilerden kötü hatıra kalmasın, diye çekmeme razı olmuyordu. Ben de o razı olmadığı için çekmedim. Bacaklarım o kadar şişmişti ki bir gün sol topuğum sağ bacağımda uzun süre kaldığı için kırater oluşmuştu da ben “eyvah kemiklerim eridi!” diye feryat etmiştim. Allah’tan kısa sürdü sebebini bulmak.
En kritik şeylerden biriydi banyo yapmak. Ayaklarımı doğum yapana kadar yıkayamadım. Sabunum yere düşecek diye ödüm patlıyordu. Neyse ki çoraplarımı da eşim giydirip çıkartıyordu. Eğilmem imkansızdı.
Bebeğimiz dünyaya geldiğinde ilk işim sırtüstü yatmak ve banyoda eğilip rahatça ayaklarımı yıkamak oldu. Ama hala şiştim. Ve bana “normal doğumda 10 kilo verip, hastaneden öyle çıkıyorsun” diyenlere veryansın ediyordum. Doğumdan 4 gün önce tartıda 88’i görmüştüm. Büyük ihtimalle 90 kilo gittim doğuma.. Eve gelip tartıldığımda 83 kiloydum ve çıldırmak üzereydim. Hala alyansım parmağıma, ayakkabılarım ayağıma olmuyordu. Kim uydurmuştu bu yalanı hı? Sadece bebek ve eşi düşmüştü kilo olarak benden. Hepsi buydu. Hayatımın sonuna kadar bir zeplin olarak kalmaya devam mı edecektim. Bir süre aynaya bakmadım. Ama en azından sırt üstü yatabiliyor ve sabunum düştüğü zaman banyo yaparken arkasından ağlayacak gibi olmuyordum. Önce oluyordum ama neyse ki hemen arkasından artık bebeğimin karnımda değil, yanımda olduğunu hatırlıyordum. Bu da bir başlangıç sayılırdı.
Eşim benimle doğuma gelmişti. İyi ki yanımdaymış. İnsan kendini ne kadar yalnız hissediyor o masada yatarken. Kameraman olan eşim, yine aynı duyarlılıkla sadece kızımız Dilhan’ın dünyaya gelip, ayaklarından yukarı kaldırıldığı o ilk andan itibaren çekime başladı. Çekim benim “şükürler olsun Allah’ım”, feryatlarımla başlıyor. Öncesini ve daha öncesini çekmek istemedi. “Şükürler olsun”du çünkü; doğurabilmiştim. Nihayet yapabilmiştim. Çekimleri seyrederken sürekli aynı psikolojiye girip ağlayıp duruyordum. İkinci haftaya girerken, ablamdan iyi bir fırça yedim: Yeter artık, doğum cd’ni seyretmeyeceksin! Neşeli müzikler dinleyeceksin! Sabahları kalkıp ilk işin terasa çıkıp derin derin nefes alıp börtü böceği seyretmek olacak! Bu ailenin depresyonlusu benim! Ünvanımı kimseye kaptırmam!
Eşimle bebeğimizi aramıza alıp ona bakıp bakıp duygusal anlar yaşıyorduk. Şaka gibiydi. İkimiz de ağlıyorduk. Sonra yine şükrediyorduk. İlk bir hafta geceleri ve gündüzleri hemen her şeyle eşim ilgilendi. Benim elim kolum oldu. Hamile olduğum zamanda da inanılmaz yardımcıydı. Allah razı olsun ondan, ben çok razı oldum. Sonra o işine geri döndü. Gelip gidenler ve kalanlar oldu ara ara. Her gelen kendi fikirleri ve tavsiyeleri ile geldi. Su vermiyor musun? diye şaşıranlar, yüz üstü yatır diyenler, sessiz ol, aman gürültü yapma etkileniyor, diye uyaranlar, sürekli kucakta taşıyanlar, uyuyunca bile yerine koymayanlar, “emzireceğim, alayım” dediğim halde bana vermek istemeyenler… oldu da oldu.
Klasik bir muhabbet: Kime benziyor? Aslında bir şekilde tüm bebekler birbirine benziyor. Kime çekersen çek.. Benim tarafım ve arkadaşlarım bana, eşimin tarafları ve arkadaşları ona. İlle de “erkek bu, erkek” diyenler yok muydu? Bebek ayol bu, melek! Kızı erkeği mi var?
Kırkı çıkmadan lohusa kadın ve bebek evden çıkmazmış zaruri haller dışında ama biz Şile’ye gittik henüz 25 günlüktü. Sonra ablamlara indik. Kırkı çıkmadan bir yere giderse lohusa kadın bebeği ile gittiği evden yumurta, tuz, şeker, pirinç alırmış. Bilseydik pirinç fiyatlarının bu kadar artacağını daha çok gider gelirdik.
“Kırkını uçurmak” diye bir tabir varmış. Alıp bebekle gezmeye gidilirmiş. Biz bunu epey önceden yapmaya başlamıştık. Kırkı çıkınca çocuk yıkanır, kırk kere başından aşağı su dökülürmüş. Bunu yapmak pek kolay olmadığından başının üzerine “kevgir” tutulup öyle su dökülürmüş. Bir de mani söylenirmiş. Hay Allah unuttum o maniyi. Biz maalesef bu seremoniyi gerçekleştiremedik. Ellisinde inşallah.