Babam limon için “Sofranın vazgeçilmezidir.” Diyordu. Mandalina ve portakalların yanında, limon ağacını yetiştirmek, idealiydi. Önemli değil, bir veya iki fidan getireyim, dikeriz, dedim.
Ziraatçıya derdimizi anlattık. Bu toprakta ve iklim de limon ağacını yetiştirebilir miyiz? Diye sorduk. Ziraatçı, “Limon sıcağı sever, iyi bakılırsa ve kışın üşütülmezse ürün elde edebilirsiniz.” Dedi. Babama şimdilik iki fidan alalım, yetişirse bahtımıza dedim. Babam gerekli özeni gösteririz. Dedi.
Limon fidanı için pazara gittik. Geç kalmıştık, bu saate kadar fidanlar seçilir diye bizi ikaz eden pazarcı arkadaşa teşekkür ettik. Yine de şansımızı deneyelim dedik. Tüm meyve fidanlarının olduğu yere vardık. Kardeşim önde biz de onu takip ediyoruz. Fidanları alıcı gözle inceleyen babam, bazı ip ucu bilgiler de veriyordu. Bazı fidanları allayıp pullamışlar. Kökleri kesik ve topraksız dedi.
Fidan dikme günleriydi, onun için, Pazar ana baba günüydü. Kalabalık da olsa iki mandalina ve bir de ziraat kirazı fidanı aldık. Limon fidanlarının seçilmesine üzüldük. Ayağımıza kara sular indi. Bazı satıcılar, büyük limon fidanlarına anasının nikâhını istiyorlar. Ardı arası kesilmeden bağırıyorlar. Kardeşim bağıran satıcının yanına gitti. Fidanlar iyi ise gelelim dedim. Limonların yanında ekşi elma fidanları da vardı.
Babam, ata nal çakıldığını gören kurbağa ayaklarını uzatır dedi. Limon fidanları işe yaramazdı. Almaya değmez dedi. Belli ki, atı alan Üsküdar’ı geçti dedi. Kardeşimi de takip ediyoruz. Olmazsa haftaya kalacak, erken geliriz, dedim.
Babama eve dönelim. Seneye sana en kral fidanları getiririm. Bu fidanlar benim olduğum yerden geliyor, dedim. Kardeşim de tanıdığı pazarcılara uğruyor, hâl hatır soruyor ve limon fidanı soruyor. Aynı cevabı alıyor. Geç kaldın, seçilmiştir. Buna rağmen pazarlık ediyor almıyor. Başı derde girecek alacağımız bir iki tane neyini pazarlı ediyorsun dedim.
Nara atan satıcıya yaklaştık, fidanlarını ucuz veriyordu fakat taşımaya değmez. Çünkü kökleri kesik ve topraksızdı.
Başından büyük işlere girişen kardeşim, Birer adet, mandalina, portakal ve limon fidanları ile geldi. Bunları bir arkadaşı almış ve ben haftaya alırım, sen al işini gör demiş. Kardeşim para da vermemiş, arkadaşına ekşi elma, dut ve erik fidanı götürecekmiş. Kardeşimin aldığı fidanlar, köklü ve topraklı çok güzeldi. Babam, “Deveyi düze çıkarttın” dedi.
Fidan mücadelesini kardeşim sayesinde kazandık. Fidanların yeri için konuşuyorduk. Babam limonun yerini ayarlamış, diğerlerini de “Bahçenin kenarlarına dağıtırız.” Dedi. Yemekten sonra fidanları ziraat mühendisinin tanımladığı şekilde diktik.
Fidanların çevresini tel örgüyle çevirdik. Böylece fidanlara dokunulmayacaktı. On beş gün sonra yeşerme ve ona bağlı olarak büyüme izleri bizleri sevindirdi. Özellikle limonun yeşillenmesi olayına memnun olduk. Kışa girildiğinde soğuğa dayanamaz.
Babam limonun dışını önce mısır saplarıyla sardı. Sonra rüzgâr tarafını naylonla çevirdi. Limon bahara çıktı ve çok sağlıklıydı. Fidanları çocuk gibi baktık. Babam bir işi yapacaksan, hakkını vereceksin, dedi. Soğuktan etkilenmeyen limon iki yıl içerisinde, büyüdü ve üçüncü yıl ürün vermeye başladı. Limon ağacını görenlerin bir kısmı, ben de almak istiyorum diyordu. Bir de diktim ve büyütemedim. Büyütemedim diyenlere babam, kışın iyi sarman gerekir. Soğuk vurmayacak, gübre ve suyunu zamanında vereceksin, diyordu.
Limon fidanımız, sevgiyle büyümüş, teşekkürünü dalındaki limonlarla sunmuştu. Bahçeye gidip toprakla uğraşmak, üretim yapmak değildir. Üretim yapmak için, toprağa, sebzeye ve meyveye gönülden gelen sevgini vereceksin.
Limon, mandalina ve portakal fidanları ağaç oldu. Meyve verdiler, onlardan faydalandık. Toprak çalışırsan özelliğini herkese gösterir.
Toprağı çalışan, fidanı dikip üretimi yapanlar belirli bir dönem başlarında kalıyor.
Çalışan meyvesini de yiyor.