Küresel sermaye; Türkiye’de yeni siyasi, ekonomik düzenini oluştururken, aydınlar 7.yüzyıl veya 19 ve 20.yüzyıl kavramlarıyla, düşünmeye, tartışmaya devam ediyor.Oysa; Liberaller serbest piyasa düzenini açık ya da örtük şekilde uygarlığın son aşaması olarak kabul ederler. Dolayısıyla kapitalizmi aşmaya yönelik her girişimi de bu yaklaşımın mantıkî bir sonucu olarak totaliter projeler diye mahkûm etmeye çalışırlar.
Liberalizmin Soğuk Savaş sorasında kazandığı bütün insiyatife karşın bu anlayışla ideolojik ve felsefi planda mücadele etmek hiç zor değildir. Ancak küresel kapitalizme son 30 yılda asıl ideolojik hegemonya gücünü veren şey, merkezinde bir kısım sol’un bulunduğu muhalefet alanından üretilen meşruiyet oldu.
Kapitalizmi ve onun bütün adaletsizliklerini bir şal gibi örten burjuva demokrasisini daha iyiliksever yapmaya çalışmaktan başka bir politik projeye sahip olmayan sol liberaller, son çözümlemede küresel kapitalizmin bu iddialarını paylaştılar. yeryüzünde yıkıcı bir rüzgâr gibi esen neoliberal ekonomi politikaları ile postmodern, muhafazakâr ve her türden siyasal dincilik arasındaki suç ortaklığı, liberallerin de katılımıyla bir tarihsel bloka dönüştü.
İktisadî planda ultra-liberal bir tutuma, siyasal ve felsefî planda radikal ve gerici bir modernite ve aydınlanma eleştirisi eşlik etti. Postmodernistler ve sol liberaller aydınlanma ve modernite geleneğine karşı çıkarken, tarihte, doğada ve toplumda aklın ve bilimin belirleyici konumunu reddettiler. Aydınlanma geleneğinin tersine, insan aklının sınırlılığına işaret ederek, aklın ve bilimin evreni, doğayı ve tarihi tam olarak açıklamaya yetmediğini ileri sürdüler. Böylece teolojik literatüre geniş bir alan açıldı.
Burada dramatik olan şey; sol liberallerin kendi değerlerine, geleneklerine ve hayatlarına ihanet ederek cehennemlerinin yolunu döşüyor olmalarıydı.
Toplumsal ilerleme yasasına, tarihselciliğe ve büyük anlatılar dedikleri ideolojilere karşı çıkan sol liberaller ve postmodernistler; kapsayıcı toplum modellerinin, bu anlamda tarihin ve hatta bilimin de sonunun geldiğini iddia ettiler. Tarihselciliğin reddi, insanlığın bugünüyle geçmişi ve geleceği arasındaki bağı kopardı.
Bu kopuş, insanlığı birleştiren ortak değerlere, görüşlere, ideolojilere, felsefeye, sınıfsal bağ ve örgütlenmelere, hatta birleştirici bir zemin olarak yurttaşlık hukukuna bile kuşkuyla bakılmasına yol açtı. Vatandaşlık hukukunun bile farklılıkları bastırıcı ve homojenleştirici bir etken olarak sunulması, etnik, dinsel ve bölgesel farklardan kaynaklanan kimliklerin öne çıkmasına yol açtı. Toplum ufalandı, parçalandı, ayrıştırıldı, cepheleştirildi.
Böylece alt kültürlere ve etnisiteye dönüşü savunarak insanlığı daha küçük, birimlerden oluşan topluluklara doğru iteleyerek parçalamaya başladılar. Dinler, tarikatlar, cemaatler, yerel kültürler, mezhepler, etnik farklılıklar ve kimlikler öne çıktı. Böylece ulus ve sınıf bütünlükleri bozuldu. Özgürlük projesi adeta etnik, dinsel ve cinsel toplulukların serbestisine indirgendi. İnsanların neredeyse hemşeri dernekleri dışında gidecekleri örgüt kalmadı.
Liberal-muhafazakâr ittifakın modernleşme sürecine yönelik eleştirileri ile sosyalistlerin sisteme yönelik devrimci eleştirileri birbirine karıştırıldı. Bilinçli bir çarpıtmaydı bu.
Böylece insanlığın ilerici birikimine yönelik dinci- muhafazakar-liberal gerici eleştirinin demokratik bir itiraz gibi algılanması sağlandı. İslam’ın Kur’an ve peygamber hadisleriyle ifadesini bulan ilahi buyruklar; din baronları, din tacirlerinin, dünyevi şehevi arzu ve istekleriyle tersyüz edildi. Zenginlik, iktidar ve şöhret, ilahi buyrukların bir kez daha önüne geçti. İlahi buyruklar din alimi denilen ucube kişilerin düşünceleriyle tersyüz edildi.
Aydınlanmaya, bilimsel düşünmeye yönelik gerici itiraz ile tarihsel ve kategorik bakımdan eleştirinin birbirine karıştırılması büyük bir ideolojik hileydi. Bu hile, liberallerin, dincilerin ve sol liberallerin üzerinde hareket ettikleri geniş bir zemin oluşturdu. Bu durum, ideolojik yalanla, herhangi herhangi bir grup içinde fiilen yer almayan aydınların büyük bir kesiminin statükocu, din düşmanı, sermaye düşmanı gibi gösterilmesine olanak sağladı.
Derin küresel güç odaklarının da istediği buydu. Toplumun ortak değerlerini aydınların savunmasının kırılması parçalanması ve böylece aydınlarca güçlü yönetim iradesinin oluşması önlendi. Emperyalist siyaset; ülkeleri bu stratejik yöntemle bağımlı kılmaya devam ediyor. Aydınlar ise hala ideolojik-felsefi-din’i kısır çekişme, didişme ve çatışmalar içinde.