İlmi çalışmalar, bilimsel inkişaflar hep toplumların hür ve demokrat ortamlara kavuştuğu dönemlerde gelişip neşvü nema bulmuştur.
Avrupayı bugünkü seviyeye getiren, toplumun üzerine bir kabus gibi çöken ortaçağ kilise baskısından kurtulmasıdır. Bu dayatmacı ve zorlayıcı anti demokrat baskının kalkması elbet kolay olmamıştır. Meydanlarda nice insanlar yakılmış, giyotinlerde yüzlerce kafa kopartılmıştır.
Demokrasinin hakim olduğu Antik Yunan’da günümüz biliminin temellerini kuran bilginler yaşamıştır. O gün Aristo her ne kadar bazı açılarda dömeokratik yönetimi eleştirsede şayet böyle bir ortamda yaşamamış olsaydı bildiğimiz Aristo olamayacaktı.
Antik Yunan eserlerinin Arapça!ya tercümesi sonrası yetişen Farabi, İbn-i Sina, Biruni, İbn-i Rüşt gibi isimlerde o dönem İslam dünyasının özgürlükçü ortamında yetişmişlerdi. Keza dini ilimlerin birer ilim dalı olarak ortaya çıkması İslam toplumundaki hoşgörü ve özgürlükçü yaklaşımın bir sonucuydu.
Bu bağlamda Lale devri kısa süren ancak tarihimizin çok önemli dönümlerinden biridir. Sürekli savaşçı ve asker ağırlıklı toplum Nevşehirli İbrahim paşanın sadrazamlığıyla barışçıl ve durağan bir yapıya dönüştürülmek istenmiştir. Toprak kaybının kendine dönecek olumsuz sonuçlarına rağmen Pasarofça anlaşmasını imzalayarak savaşsıl toplum ortamını barışsal ve huzurlu bir topluma geçirmeye çalışmıştır. Böyle bir ortama ogün Osmanlı toplumunun ihtiyacı vardı. Çünkü kendini değerlendirip özeleştiri yapması ve ilerleyip güçlenen Avrupayı doğru algılamasının tam zamanıydı. Bunun için topluma ferah ve güzel bir ortam sağlayacak olan sanatsal imar faaliyetleri başlatıldı. Buna başat kütüphaneler kuruldu, doğu ve batıdan tercümeler yapıldı. Bu tercümeler Cumhuriyet döneminde Hasan Ali Yücel’in girişimleriyle yapılan doğu ve batı klasikleriyle birlikte tarihimizin en önemli sosyo-kültürel girişimidir.
Hedeflenen antiaksiyonel ve düşünsel ve içsel sosyal yapı yavaş yavaş oluşmaktaydı. Matbaanın ülkeye getirilmesi ve devamında kütüphanelerin açılmasıyla toplum, bilim ve kültüre yönlendirilmişti. Siyasi kuralların belli kurallarda netleşmesiyle padişahın tahttan edilme endişesinin bulunmaması toplum üzerindeki siyasal baskıyı da kaldırmıştı. İsteyenin eğitim görmesine, araştırma yapmasına düşünceler üretmesine açık bir siyasal ortam oluşmuştu. Bizce Lale devri tarihimizin en demokratik dönemiydi. Belki toplumumuz hiçbir zaman bu kadar hoşgörülü ve demokratik bir ortama kavuşmadı.
Lale devrinin demokratik sosyo-kültürüel yapısı şayet devam etseydi henüz işin başındaki Avrupa’yı yakalamamız doğal bir sonuç olacaktı. Muhtemelen ikinci İbn-i Sina’ların, Farabi’lerin yetişmesine ortam hazırlanmış olacak ve bugün Avrupa’nın konumunda biz olacaktık.
Ancak mevcut toplum yapımız ve kabul edilmesede sürekli bizi gözetleyen Avrupa’nın hiçbir zaman farkında olamadığımız ve olamayacağımız müdahaleleriyle milletin önünü açacak Lale devri ortamı maalesef benzerlerini çok yaşadığımız tertipleme bir isyanla sonuçsuz kalacaktı. Hemde çok uzun bir süre benzer girişimlere kimse cesaret edemeyecekti. Toplum statükocu atıl ve bağnaz yapısına kendiliğinden razı olacaktı.
Demokratik ortamdan uzaklaşmamız, grup olarak birilerini hep kazandırdı ancak toplum olarak bizi hep gerilere götürdü. Hak ve adalet adına ortaya çıkan Patrona Halil, bu millete en büyük kötülüğü yaptığını elbette bilmeyecekti. Asıl hak ve adalet, matbaaların kurulması, kütühanelerin açılması, sarayların yapılması ve masum eğlencelerin devamı sonrasında ortaya çıkacaktı.
“İnsaf, İnsaf” sözü benzeri “ah biraz demokrasi” diyorum. Şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz şey demokratik toplum ortamıdır. Bırakın dileyen dilediğini yapsın söylesin yazsın etsin. Korkmayın zülfüyare dokunmayacaklardır. Dokunurlarsa siz ne güne duruyorsunuz.!