Araştırmacı ve yazar olduğu gibi aynı zamanda bir aktivist olan Kim Mehmeti, Makedonya’da birçok sivil inisiyatifin başlatıcısıdır. İlk eserlerini, eğitimini aldığı Hırvatça ve Makedonca olarak yazmış sonrasındaysa sadece ana dili Arnavutça ’da eserler vermiştir. Bu yazıda Üsküp doğumlu yazarın “Kuyu” isimli kitabı incelenecektir.
Orijinal adı “Pusi” olan kitaba ismini veren “kuyu”nun etrafında dönen dünya/olaylar/insanlar bitmek bilmeyecekmiş gibi görünen aralıksız-boşluksuz metinlerle anlatmış.
Kitap, yaşlı bir adamın gençlerden oluşan bir topluluk karşısında konuşma yapmaya davet edilmesiyle başlıyor. Ancak daveti alan kişinin gençler hakkında pek olumlu düşünceleri yok. Gençlerin cep telefonlarına mahkûm, görsele saplantılı, bilginin önemini kavrayamamış, yalnız bireyler olduklarını düşünüyor. Tam bu noktada bir özeleştiri yapmaktan geri durmayarak; gençlik yıllarında sadece etrafındakileri gördüğünü ancak yaşının ilerlemesiyle artık gözlerini etrafındakileri görmek için yormadığını onun yerine uzakları görmek için çırpındığını söylüyor.(1)
Genç nesil için yazılmış tespitlerden ilgimi çeken bir başka konu ise şu oldu; bedenin güzel görünmesi için kullanılan spor salonları yerine beyni güzelleştiren kütüphanelerin önemine vurgu yapılan sayfalarda; spor yapmanın sadece güzellik kaygısından öte bir yaşam biçimi, sağlık anahtarı olduğunu da okumayı bekledim. Ancak bekleyişim nafileydi.
Yaşlı adam gençlerin karşısındaki konuşmasına anılarını anlatarak başlar. Üsküp yakınlarında çocukluğunun geçtiği Suka Köyü’ndeki evlerinden ve bahçesindeki kuyudan bahsederek devam eder. Köyü basan fare ve kelebeklerden tutun da fakirliği yenmeye yardım ettiğine inanılan acı biberli ekşimiğe*, köydeki kadınların yüzüne musallat olan içi cerahat dolu sivilcelerden eşeklerin enteresan macerasına kadar birer birer anlatır. Anlattıklarının tamamı bahçedeki kuyu ile ilintilidir. Hatta ülkenin yaşadığı siyasi hayat, uygulanan rejim ve yirminci yüzyıl başlarında Üsküp şehir meydanına dikilen devasa heykeller bile… Kuyu ile kurulan bu bağ oya gibi işlenmiştir adeta. Her motif ise birbiri ile bağlantılıdır. Okuyucuya gerçek ile hayal olanı kolaj yaparak sunmaktadır.
Bir anlamda geçmişe dair anlatılanların/aktarılanların anlamıdır bahçedeki kuyu. Ve kuyu deyip geçmemek lazım. Kitabın dediğine göre Suka Köyü’ndeki evlerden sadece birkaçında kuyu bulunmaktaymış. Yeri gelmişken köyü merak ettim. Haritada bulmaya çalıştım ancak yoktu. Üsküp’te yaşayan arkadaşlarıma sordum, onlardan da olumsuz cevap aldım. Kitapta “Üsküp yakınlarında bir köy” olarak nitelenince gerçekte de var olabileceği düşüncesine kapıldım nedensizce ama öyle bir köy yoktu. Belki ismi değişmiştir, belki de etnik olarak çok zengin olan ülkede bir dile bu Suka diye anılan köy başka bir dile başka bir isimdedir. Neden olmasın?
Kitap bittiğinde içimde bir his aklımda bir soru vardı, bu kitap bana bir şeyi çağrıştırmıştı. Acaba neydi? Biraz kafa yorduktan sonra başka bir kitabı, İvo Andriç’in “Drina Köprüs” ’nü çağrıştırdığını anladım. Orada da kitabın kahramanı bir köprüydü. Aynen kuyu gibi. Tek fark Drina Köprüsü’nde ülke oradaki insanlar, insanların yaşadıkları ise bir köprünün dilinden aktarmaktaydı. Hem de tam 350 yıllık bir tarihi kronoloji içeresinde. Kuyu’daysa başka bir anlatıcı var. Her iki kitapta da neler neler yok ki? Savaşlar, isyanlar, gündelik hayat, kimlik, gelenek-görenekler, adetler, doğal felaketler, hastalıklar, sosyal yaşam, ticaret hayatı, yemek kültürü, kutlamalar, eğitim hayatı, yetiştirilen tarımsal ürünler, sahip olunan doğal zenginlikler, bitki örtüsü…
Nedendir bilmem benim kitapta en sevdiğim cümle şu oldu: ”O öyle bir aşk ki hayatın boyunca seni kendisine köle eder, üstelik kendi kelepçelerini seven bir köleye dönüştürür. “(3)
(1)syf:9
(3)syf:56
Not: Yazarın biyografisi hakkındaki bilgiler www.cins.com.tr ‘de yayınlanan 07 Haziran 2019 tarihli röportajdan ve “Kuyu” kitabında yer alan bilgilerinden derlenmiştir.
Kuyu
Kim Mehmeti
Çev: Ece Dillioğlu
Ketebe Yayınları
Nisan 2020
144 sayfa