Köy öğretmeni olarak yetiştirilmiştim. Yarım asra yakın sürede yurt içi ve yurtdışında öğretmen olarak hizmet vermiş biri olarak senelerdir zaten kıvranıyorum, yüreğim daralıyor. Alabayır İlkokulu’nun sanki umutla bir kurtuluş bekler gibi boynu bükük duruşuna gözlerim nasıl dayanırdı ki? Duyacak, görecek insanlar olmasa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Şimdi evimde yaptığım gibi… Okulun dershanelerine kırlangıçlar yuva yapmış. Vardır bunda da bir hikmet demek geldi içimden gözlerimi silerken…
Mahalle demişler güzelim dağ köylerimizden biri olan Alabayır’a. Demişler demesine de kardeşim, her haliyle köy işte! Köy olması da ayrı bir güzellik! Doğasını süsleyen çam fıstığı(küner) elde edilen çam ağaçları, dağına bayırına tutunan zeytin ağaçları, erozyona hayır! dercesine yamaçlara kök salan diğer tür çamlar, değişik türde meyve yemiş ağaçları… Gezerken zeytin toplayan bir köylümüze sordum:
– Zor olmuyor mu evlatlarınız için? Her gün diğer bir köye gitmek zorunda olmaları?
– Oluyor tabii…
– Kimileri de sanırım okuldan soğuyorlardır belki de.
– Evet, öyle olanlar da az değil
İçim sızlayarak, gözyaşlarımı yüreğime akıtarak ‘’kolay gelsin işleriniz’’ dedim, sustum…
Başkanımız Bahattin Sürücü, ‘’Köyde Ramazan Bey var. Onun evini sorun. İkiz kızları var. Size hemen yardım ederler. Gerga Antik Kentine giden yolu gösterirler.’’ demişti. Bir köylümüz Ramazan Bey’in evini tarif etti. Hep sağ taraftan gidin. İlk gelen ev onun evidir dedi. Ben de öyle yaptım. Karşıdan bir özel araba geliyordu. İşaret ettim hemen durdu:
– Afedersiniz, ben Ramazan kardeşimizi arıyorum, evi nerede acaba?
– Benim abla benim!
– Aaa! Ne güzel, sizin ikiz kızlarınız varmış, bana GERGA Antik Kent yolunu gösterebilirlermiş.
– Onlar evli abla, ben de zeytin toplamaya gidiyorum oğlum ve eşiyle. Siz doğruca bu yolu takip edin, size herkes yardım eder. Yolu gösterirler.
– İşleriniz kolay gelsin. Çok teşekkür ederim Ramazan Bey diyerek yola devam ettim. Birazdan başka bir özel araba geldi. Onlara selam verdim, onlar da gülümseyerek, korna çalarak yanımdan geçtiler.
Derken yolun sonuna geldim, Eşiyle birlikte samanlarını yerleştiren beye sordum:
– Gerga’ya giden yolu gösterir misiniz?
– Olmaz abla siz oraya gidemezsiniz. En az bir saatlik yol.
– Olsun ben yürürüm. Siz sadece yolu gösterin.
– Çok zor, patika yol. Yolda kaybolabilirsiniz deyince, ürktüm. Adını sordum.
– Peki bana birini bulabilir misiniz Davut Bey? Ücretini verebilirim deyince komşusuna seslendi. Durumu anlattı. Meğer onların oğlu Soner beni arabayla götürebilirmiş. Çocuklar gibi sevindim. Hemen anlaştık. Eşi Bahar beni görünce kucağında bebesi ile o da geldi. Birlikte Gerga’ya sohbet ede ede gittik. Kızlarının adı Gülsüm imiş. Kendine, milletine, ailesine, insanlığa hayırlı evlat olsun diyerek gözlerimle yüreğimden sevdim küçük meleği. Meğer Soner, yolda selamlaştığımız evladımızmış. Bu köyde arabalar gelip geçerken, yolda yürüyene yabancı olduğuna bakmadan selam veriyor, korna çalıyor ve bu insana güven veriyor gerçekten. Şehir hayatında aynı binada oturanların birbirlerine selam veremedikleri bir dünyamız da var değil mi?
Neticede Gerga’yı görmek, Soner ve eşi Bahar ile daha yakından sohbet etmek, foroğraf çekmek sonrasında önce 2. grup, sonra da uzun yürüyüş yapan 1. grup arkadaşlarımızla buluşmak, Gerga’yı yeniden irdelemek, anlamak, yorumlamak ve arka çantalarımızda getirdiğimiz yiyecekleri paylaşarak hoş sohbet ve dinlenmek harikaydı.
Gerga insana garip duygular yaşatıyor. Biz insan evladının yeryüzünün neresinde olursa olsun pek farkı yok gibi özünde. Galiba işin içinden çıkamadığımız anlarda hep Yaradan’dan umutlanmış ve değişik ibadet şekilleriyle bugünlere gelmişiz.
Alabayırlılar, tüm köylülerimiz gibi bizlerde hakları olanlar. Ürettiklerinin karşılığını alamayanlar. Hele de eğitim konusunda. Aklım almıyor, her köyümüze bir öğretmen atamak çok mu zor ve külfetli? Her köyde bir cami ve bir imam var ama… Bizler öğretmen olarak yetiştirildiğimizde aile- okul-muhtar ve köyün hocası ile elbirliği yaparak öğrencilerimizi yetiştirmek hedefinde eğitildik. Ne yalan söyleyeyim köylerimizi ilmin, bilimin ışığından uzak tutarak daha da bağımlı hale gelmelerine sebep olanları Yaradan’a teslim ediyorum. Başka da ne yapabilirim ki?
Alabayırlı Mehmet Bey sayesinde köyün son uç köşesinde olan taş evleri, eski mezarı, taştan yapılmış şarap ve zeytin yağı yapımında kullanılmış tarihi eserleri görmek de kısmet oldu. Doğadan beslendiği belli olan inekler hal ve tavırlarıyla sakindiler. Belli ki en azında onlara bakan sahipleri ve doğanın cömert kucağı vardı. Yol boyunca sadece bir teke köpek gördüm. O da bağlıydı ve inanın sadece bir kez havladı ve sustu. Hayret değil mi? Doğanın gücüne gel de şükretme…
Tam arabaya binmiştim ki güler yüzlü bir hanım kardeşim, belli ki benden gençti. Bana gülerek baktı. Mehmet Bey kardeşimden rica ettim. Arabadan indim:
– Fotağrafınızı çekebilir miyim kardeşim? dediğimde ruhu gözlerine vurmuş samimiyeti ve gülümsemesiyle:
– Tabii, tabii dedi ve eşi de geldi yanına. Nasıl da coştum sevinçten bir bilseniz…
Ne demiş Atatürkümüz:
‘’Köylü milletin efendisidir.’’ Haklısın Atatürk’üm. Bilenlere selam olsun! Tüm Alabayırlıları, ülkemizin bütün köylülerini ayakta ve sevgiyle-saygıyla selamlıyorum.
Şükran Günay’dan
Şükranca