Rahmetli Cem KARACA NAMUS BELASI şarkısında "toplasam bu öğütleri burdan köye yol olur" diyordu. Benim "ama"larım ise buradan Bab-i Ali’ye duble yol olur. 'Ama'sız cümle kurmak zorunda değiliz ama doğrusunu söylemek gerekirse “ama”ların en yakışıksız durduğu yer anayasamızdır. Bu sebeple kimi anayasa hukukuçusu "amayasa" der anayasamıza. Çünkü TC anayasasında en çok kullanılan sözcüktür “ama”. Özellikle hakların, özgürlüklerin söz konusu olduğu maddelerde “ama”lar peş peşe gelir, verilen haklar bir bir "ama"lara biçtirilir.
Mesela anayasada “bütün vatandaşların … hakkıdır ama …”
“Her birey … hakkını kullanabilir ama …”
“Yargı önünde her vatandaş eşittir ama …” diye uzar gider. Ama benim “ama”larım farklı. Eğer “farklı olsa ne yazar, topu topu ‘ama’ değil mi” diyorsanız yanılıyorsunuz.
Cumhuriyetle beraber Kürtler, dindarlar ve Aleviler mağdur edilen Türkiye’nin "öteki"leri oldular. Bu “öteki”ler sürekli olarak horlanmış, dışlanmışlarsa da dindarlar ve Aleviler dönem dönem kendilerine yakın iktidarlar sayesinde (kimi konularda bu mağduriyeti geçici de olsa "her yönüyle") yaşamayabildiler. Ama bir cumhurbaşkanı tarafından (DEMİREL) "kriminal halk" diye suçlanan Kürtler (Ak Parti dönemi hariç) her dönem iflah olmaz "öteki"ler olarak kaldılar. Geçmiş dönemlerde Kürtlerin oylarını alarak iktidara gelenler her zaman çeşitli vaatlerle Kürtleri oyalamayı başardılar. Oyalama şöyle dursun, Kürtleri inkâr edenlere bir kere dönüp "Kürt diye bir halk vardır" demediler, demesinler ama,
Biliyorum, şimdi “yine mağduriyet edebiyatı, bu ülkede Kürtlere ne yasak” diyenler çıkacaktır, çıksınlar ama,
Biliyorsunuz, adalete inanma hakkaniyetle davranmayı gerekli kılar. Hele hele kan revan bir soruna çözüm ararken bütün unsurlar göz önünde bulundurulur ve hakkaniyete, eşitliğe, adalete uygun süreçle de soruna makul çözüm bulmaya çalışılır. Ama Kürt Sorununun 30 yıllık kanlı sürecinde ne sorunu tespitte, ne nedenlerini saptamada ve ne de çözüm arayışlarında maalesef saydığımız ilkelere uygun davranılmadı, acı bedeller ödeme pahasına. Çünkü sorunu Diyarbekirlilerin deyişiyle “biz bize pişirağın, biz bize yiyağın” misali kendi kendinize kurguladınız, kendi kendinize yazdınız, eleştirdiniz. (Siz-biz diyerek yazmak ne kadar da acı veriyor)
Takdir edersiniz ki ülkenin tümüne hitap eden medyada sorunların ve bilhassa Kürt Sorununun izahı yapılırken, ülkenin batısındaki Türk kardeşlerimiz sorunu essah şekliyle en çok bizden duymalıydılar. Zira bizi ve derdimizi Türk kardeşerimize her zaman bizi dinlemeyen, bizi anlamayan, bizim doğrumuza doğru, haklı yöümüze hak demeyen ve dolayısıyla bizi hiçbir zaman haklı görmeyen hatta bizi Kürt olarak kabul etmeyenlerden dinlemişlerdi. Eğer bizler de fikirlerimizi günü gününe, bildiğimiz gibi ve kardeşlik duygularını canlı tutma gayesiyle yansıtabilseydik inancım o dur ki soruna vakıf olacak olan kardeş Orta ve Batı Anadolu halkı Kürt Sorununun bu kerteye varmaması için çok daha hassas davranacaktı. (Bu konuda yazdığım iki yazımdan sonra yazılara yorumla, maille ya da telefonumu bulup ‘kardeşliğimizi kundakladılar’ diyen, yahut gelip tanışarak sarılıp ağlayan o kadar çok Türk kardeşim oldu ki)
Ama öyle olmadı,
Kürtler sadece ve yalnızca Ertürk YÖNDEM’in “Anadolu’dan Görünüm” programında yutkunarak, kızararak, bozararak, utanarak sorunu anlatma fırsatını buldular! O programda da ne ve nasıl konuşulacağı belliydi; PKK’ya küfredilecek, güvenlik güçlerinin müşfik ellerinin öpülesi olduğu söylenecek ve "askerlerin" çocuklara dağıttıkları gofretlerin halkın damağında bıraktığı müthiş tad anlatılacaktı.
Allah için bu Kürt Sorununa çözüm mü getirdi?
Kur’an aşkına bu kardeşliğimizi mi pekiştirdi?
Muhammed aşkına bu beraberliğimizi mi perçinledi?
Milyon kere bağırdık;
Vallahi yol yol değil, gidiş hiç gidiş değil, deyi.
Ama yine de sorunun doğru tespiti, sorunu kavrama ve soruna makul çözümler bulma konusunda aşağıda (pek çok kesime dokundurarak) anlatacağım büyük boşluk doldurulmadı.
Bildiğiniz gibi bu ve benzeri sorunları çıkmaza sokmada da, çözmede de medya en önemli role sahiptir. Bir yazımda geniş bir şekilde “medya isteseydi bu sorunu 1 ayda bitirebilirdi” demiştim. Evet, medyamız isteseydi bu sorunu savaş tamtamlarına rağmen 1 ayda çözebilirdi. Bugün de anı kanaatteyim; sorun devasa hale gelse de medya isterse bu sorunu bir ayda çok makul bir çözüme yaklaştırabilir.
Nasıllığını da “Kürt Sorunu ile ilgili” yazdığım onlarca yazımda belirtmeye çalışmıştım.
Ama hükümetler ve medya bizim katkılarımızı yeterince almadan bu sorunu çözmeye çalıştı. Çözülecekse bizsiz çözülsün sorun yok, çözülmeli ama,
Bakalım;
Bir medya düşünün, hepimizin yüreklerini kor eyleyen bu sorunla ilgili haberleri doğrusuyla-yanlışıyla hemen hemen her gün ya manşetten ya da 1. sayfadan verdi-veriyor, vermeli ama,
Bir ülke medyası düşünün ki 30 yıldır 60 bine yakın insanımızın canına mal olan sorunu çare olmayan, bildik yöntemlerle çözmeye çalıştı. Olabilir, birileri de bu şekilde çözmeye çalıştı, çalışıyor, çalışmalı ama,
Aynı zamanda bu ülkenin bu medyası 30 yıldır süren bu kirli savaşın kızıştığı o meş’um 6 yılda (1990-1995) 4 bin köyün yakılıp boşaltılmasına mal olan sorunu enine boyuna tartıştı-tartışıyor, tartışmalı, ama,
Bir basın dünyasını düşünün, 2 milyon insanın bu sorundan dolayı zorunlu göçe tabi tutulduğunu her gün yeni(den) haber yaptı-yapıyor, yapmalı ama,
Bir ülkenin gazetelerini düşünün her gün 500 milyar doları bomba, kurşun, mayın yaptığımızı ve bu bombaları dağlarımıza-taşlarımıza yağdırdığımızı yazdı-yazıyor, yazmalı ama,
Bir medya düşünün ki bir oğlu dağda, diğer oğlu askerde olan annenin yürek yakan dramına defalarca değinmeyi görev bildi-biliyor, bilmeli ama,
Bir ülkenin gazetelerini düşünün, hemen hemen her gün birkaç köşe yazarı bir şekilde bu sorunu kendi penceresinden gördüğü gibi kaleme aldı-alıyor, almalı ama,
Haklarını yemeyelim, basınımızda bu sorunu her zaman kaleminin hakkını vererek yazanlar oldu-oluyor, olmalı ama,
Bir ülkenin TV’lerini düşünün, her gün birçok kanalda bu soruna çare bulmak için çeşitli programlar yapıldı-yapılıyor, yapılmalı ama,
Kimileri ateşin çemberini genişletmek istedilerse de, bazıları da sadece adaleti, eşitliği yazmaya özen gösterdiler-gösteriyorlar, göstermelidirler, ama,
Ama gelin görün ki bu gazetelerin 5 tanesinin köşe yazarı Kürt değildi-değil, olmalı değil mi(ydi)?
Bu televizyonların program yapımcılarından, sunucularından bir tanesi bile Kürt değildi-değil, olmalı değil mi(ydi)?
Bu basının hiçbir genel yayın yönetmeni Kürt değildi-değil, olmalı değil mi(ydi)?
Bu Tv’lerin hiçbir tanesinin haber sunucusu Kürt değildi-değil, olmalı değil mi(ydi)?
Değil mi, değil mi, değil mi..?
İşte azizim,
Sizin/bizim Kürt Sorunu adını verdiğimiz şey yasalarımızda, kurumlarımızda, sosyal hayatımızda, ekonomik alanda, her yönüyle hayatımızdaki bu adaletsizlik ve eşitsizlikten doğdu.
Olay bu sayın patronlarım… Yasaların bize verdiğini değil, onlarca yıldır sizin bize reva gördüklerinizden söz ediyorum. Sizin gönlünüzden bizim için ne/yin koptuğunu anlatıyorum.
Allah için gazetelerinizde Kürt yazarlardan, aydınlardan yazabilecek kimse yok muydu? Kendimi anlatmıyorum, bakın ne zorluklar çekiyorum devrik bir cümle kurmak için. Ama Allah aşkına gazetelerinizde yazabilecek birkaç Kürt aydın, yazar yok muydu-yok mu bu memlekette?
Tabi, bunları anlatırken kimi dönemlerde ve el an medyada yazan Kürt yok/tu demiyorum. Var, hem bunların varlığına da seviniyoruz, lakin 2-3 kişilik sevinç. Budur olay sayın genel yayın yönetmenlerim. Önemli olan, dert ettiğim yasaların bana verdiği "yasalara uygun gazete çıkarabilirsin, gazetelerde yazabilirsin" müsaadesi ve hakkı değil, size ait medyanızda bize sunduğunuz imkânlar!..
Eğer sizin gazetelerinizde kardeşliğin essah kılınmasına, beraberliğin vazgeçilemez olduğuna, adaletin tesis edilmesine dair yazılarını Kürtçe düşünüp Türkçe yazan birkaç Kürt aydın, yazar olsa(ydı) bu sorunun çözümünü mü geciktirirler(di)?
Onlar gazetelerinizde yazabilseler/di, sorun ile ilgili düşünceleri barışa hiçbir katkı sunmayacak mı/ydı?
Bundan önceki dönemlerde savaş çığırtkanlarının yaptığı gibi yalan-yanlış, kirli-kanlı ikinci el haberlerden arındırılmış, birinci ağızdan doğru bilgileri duyurarak kardeşliğe kalıcı katkılar sunardık. Bunu neden önemsiyorum biliyor musunuz? Çünkü bu bölgede yaşayan ve sorunu iyi bilen bizlerin bölgemizde meydana gelen olayların basında nasıl çarpıtıldığına şahit olduk ve maalesef bu çarpıtmalarla kardeşliğe nasıl kastedildiğini bir bir gördük ve hala görüyoruz. Ama kime, ne ile ve nasıl anlatsak..?
Dedik ya bu yazımızda “ama”larla gideceğiz, işte bir “ama” daha;
Ama siz medya patronları buna imkân tanımadınız.
O gün medya patronu olup hala bu patronluğunu sürdürenlere sesleniyorum;
Sizler bilerek ve isteyerek bu hakkı tanımadınız “ama” neler kaybettik biliyor musunuz? Kardeş kaybettik kardeş. Siz dünya malı kaybetmeyelim derdindeyken biz dünyalarımızı kaybettik, Türkler ve Kürtler olarak.
Hassasiyetlerinize kurban edildik, dünyalık hassasiyetlerinize…
Çekincelerinizi de biliyorum; söyleyeceklerimiz, yazacaklarımız ya gazetelerinizin-Tv’lerinizin yayın politikalarına uygun değilse… Ya bu yüzden yayın organınız bir sıkıntı yaşarsa, ya bankalarınıza bir zarar gelirse, değil mi? Siz hassasiyeti hep şahsi “kâr”larınız için gösterdiniz. Bankalara, petrollere, santrallere, borsa hisselerine gösterdiğiniz hassasiyetin onda birini bu ülke evlatlarının akmakta olan kanına gösterseydiniz bugün bu sorun olmayacaktı. Aynı sizler, 28 Şubat post modern darbesinde bütün ülkeye kan kusturan militarist icraatlara da çanak tuttunuz, çıkarlaınız için. Onun için medyanız sıkıntı yaşamamalıydı. Korkunuz buydu sizin.
Peki, bu yüzden bir sıkıntı yaşasaydınız, boyutları bugüne kadar Türklerin-Kürtlerin çektikleri acı, çile ve yürek yangınları kadar yakıcı olur muydu?
Bize yazdırarak gazetenizin düşeceğini varsaydığınız sıkıntılar, hala yazmakta olan yazarlarınızın taraf olduğu kanın akmasından daha mı tehlikeli ve acı olurdu? Pardon banka, petrol ve hisseler…
"Onlar yaptılar da biz mi engelledik" demeyin lütfen.
"Devletin verdiği haklardan yararlansınlar kim engellemiş" mi dediniz?
İşte ben de tam olarak bunu söylüyorum;
Belki siz engellemediniz ama biz Kürtlere barışa katkı sunabilmemiz için böyle bir imkânı da sağlamadınız…
Kendimi böyle “siz-biz-onlar” olarak ifade ederken ne kadar rahatsız olduğumu bir bilseniz?
TV programlarına tartışmalar için davetleriniz bile ayırım kokuyor. Bu konuyu (KIZAN KIZSIN SİZİ YAZDIM) başlıklı yazımda detaylandırmıştım.
Gördük mü adaleti, eşitliği, hakkaniyeti?
Çok sesliliği, ‘mozaik’i, farklılıklarımızın ne kadar zenginliğimiz olduğunu?
Geçen dönem sadece Aydın DOĞAN’ın medyasında iki yüzü aşkın köşe yazarı ve tv programcısı vardı? Kaçı Kürt’tü, şu an kaçı Kürt?
Taraf Gazetesinde sanırım 2 ve çiçeği burnunda Milat Gazetesinde bildiğim kadarıyla iki-üç duyarlı Kürt gazeteci var. Birkaç bin satan Milat’ta üç, birkaç milyon satan koskoca medyanın geri kalan kısmında da 2, bilemediniz üç kişi…
Bunu nasıl anlamamızı, karşılamamızı beklersiniz?
Ne yapalım, böyle gerekli görülmüş deyip unutmamızı mı? Yoksa takdir-i ilahi deyip sineye çekmemizi mi? Ya da büyüklerimizin takdiri! basitliğine düşmemizi mi?
Öyle yapmadık, ‘statükocu ve bundan nemalanan patronların, darbe sever genel yayın yönetmenlerinin, savaş tamtamları çalan yazarların istedikleri bu’ deyip geçtik.
20-25 gazete de ortalama 120-150 arası köşe yazarı, 25 editör, 25 genel yayın yönetmeni, 25 yazı işleri bulunur. Bunlardan kaç tanesinde Kürt yazar, editör, genel yayın sorumlusu bulundu-bulunuyor?
Bir bu kadar televizyonun haber tartışma-analiz programlarından kaç tanesi Kürt gazeteci, yazar, aydına ayrılabilmiş/ti?
Zor biliyor musunuz, çok zor…
Üzüldünüz mü?
Biz 30 yıla yakındır üzülüyoruz;
Star, Yeni Şafak, Zaman, Taraf, Akit, Bugün, Türkiye, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Akşam, Posta, Haber Türk, Sözcü, Güneş, Vatan, Radikal, Takvim, Milli Gazete, Yeni Asır, Yeni Çağ, Cumhuriyet…
Ve bir bu kadar TV.
Doğru ya, Kürtler bir Ahmet Hakan, bir Cüneyt ÖZDEMİR, bir Nazlı ILICAK, bir Hilâl KAPLAN çıkaramadılar, her nerede, nasıl ve hangi imkânlarla çıkaracaklarsa.
Twitter: @AhmetAY_