1- İlk İnsanlar: Bu dönemde bugün yaşayan hiçbir ırk yoktu. Dine göre Hz. Adem’den Nuh’a kadar gelen süreçtir. Bilimsel verilere göre 200 bin yıl evvel insanlar Afrika’da göründü, bunlar 10 bin yıl önceye kadar konar göçer yaşadılar. Yerleşik düzende değildiler.
2- Tarım Dönemi: Bu dönemde ırklar oluştu… 10 bin yıl önce başlar… Sümerlere (5.500 yıl önceye) kadar. Dine göre Hz. Nuh ile başlayan Tufan sonrası dönemdir. Gemi Cudi’ye indi. Bilimsel verilere göre tarım devrimi (neolitik çağ) burada başladı, eşzamanlı dünyanın her yerinde insanlar yerleşik hayata geçtiler. Kürtler, Hz. Nuh’un oğlu Yafes’in torunu Madai’den türediler. Medlerin bugün yaşayan Kürtlerin ataları olduğu su götürmez bir gerçektir.
3- Site Devletleri: İnsanlar kentlere yerleşip Şehir Devletleri kurdular. Her şehir ayrı bir devletti. Her şehrin Tanrısı ayrıydı. İlk şehir devletlerini Sümerler kurdular. Medler MÖ 2.000 civarı yıllarda Babil’i işgal ederek 220 yıl boyunca hüküm sürdüler, bu sürede sekiz hükümdar gelip geçti. Sümer kayıtlarında Yukarı Mezopotamya halkına “Kur Halkı” (Kurti) denilir, Dağ Halkı anlamına gelen bu ifade Elam ve Medler için kullanılmış.
4- İmparatorluk: İnsanlar şehirleri ve devletleri birleştirip imparatorluk kurdular. Altı Med kabilesi birleşerek (MÖ 674) Med Krallığını kurdu. Asurlular, Med ülkesine akın edip işgal etmiştiler… Medleri yönetmek için tayin ettikleri Dahhak’a (Diyako) karşı, mitolojiye göre Kawa öncülüğünde Kürt gençleri Newroz günü isyan edip Dahhak’ı tahttan indirdiler. Kawa kral olmadı, yerine Feridun’u (Feruars) tahta geçirdi.
Med Kralı Feruars, Asurların başkenti Ninova’yı (Musul’u) ele geçirdi ve Asur devletini yıktı. Med kralları şunlardır:
1- Deiokes – Diyako (726-674) – Dahhak
2- Phraortes – Feruars (674-652) – Feridun
3- Kyaksares – Kiyakser (625-585)
4- Astiages – Aspiyan (589-550)
***
Yerleşik hayatla birlikte oluşan ırklar ve uluslar, yeryüzüne dağılıp kentler ve devletler kurdular. Her milletin kendine göre bir inanç sistemi ve geleneği oluştu. İbranilerin ataları Harran’dan Filistin’e, sonra Mısır’a yerleşip şuna inandılar, vadedilmiş topraklarda birgün hâkim olunacaktır. Öyle de oldu, Hz. Musa’nın öncülüğünde Mısır’dan çıkan Yahudiler, Hz. Davut ve Hz. Süleyman döneminde büyük bir krallık kurdular. Ama bundan sonra devletleri yıkıldı, kitapları yok edildi, Babil’e sürgün edilerek bir daha devlet olmamak üzere dağıtıldılar. Ta ki İsrail kurulana kadar… Biz buna milli hikâye diyoruz!
Kıptiler Mısır’a yerleşip kentler kurdular. Bu kentleri birleştirildi ve kadim Mısır medeniyeti meydana getirildi. Birçok milleti köleleştirip Firavunları onlar yarattı. Binlerce yıl devam eden bu devasa güç Romalılar tarafından yıkıldı… Ve Kıptiler bir daha ne devlet kurdular, ne de tarih sahnesine çıkabildiler. Şuan Mısır’da Hristiyan kimliğiyle azınlık hâlde yaşıyorlar.
Demem şu ki devlet ve hükümdarlık bir futbol topuna benzer, sürekli aynı kişide kalırsa oyun biter. O nedenle sürekli ayak değiştirmesi gerekir.
5- Eksenel Dönem
Yunanistan’da Thales ve ilk filozoflar, Hindistan’da Budha, Çin’de Laozi ve Konfüçyüs, İran’da Zerdüşt, bu isimlerin hepsi MÖ 6. yy, aynı dönemde yaşadılar. Çünkü yazı ve uygarlık dönemi gelişerek farklı bir boyuta ulaştı, insan ufkuna ve düşüncesine dayalı yeni bilgeler, bilim adamları, din kurucuları, kanun koyucular doğdu ki bu döneme Eksenel Çağ denir.
Bu dönemde Urmiye asıllı Zerdüşt, yeni bir dini inanç sistemi kurdu. Aslen Medli olan Zerdüşt kendi kavmi tarafından red edilince Hicret etti. Büyük ihtimalle ilk önce ona Farslar inandı, Horasan tarafında hüküm süren Med asıllı Viştaspa (Buştasif) onu canla başla destekledi. Ta ki bir savaşta, 77 yaşında bir savaşta şehit edildi. Öldüğünde kutsal kitabı olan Avesta oniki bin öküzün derisi üzerine işlenerek kitaplaştırıldı. Zerdüşt’ün öğretisi yayılınca, ki ilk inananları yine Med asıllı öğrencileridir, Kürtler arasında yaşayan azınlık bir gurup olan Yezidiler (Êzidiler) hariç, hepsinin İslam’a kadar Zerdüşt dinine sadık kaldıklarını biliyoruz.
Doğu bloğunda gelişen Zerdüşti dalga tüm milletleri etkiledi. Sasani ve Roma çekişmesinden dolayı Roma’nın Hristiyanlığı resmi din olarak Konstantin tarafından ilan edildiğini düşünüyoruz. Belli ki Zerdüştilik hızla yayıldığı için, Roma putperestliği dualizme mağlup oluyordu. Roma putperestliğinde bile İrani etki büyüktür, Roma tanrısı Mitras, Avesta’daki güneş tanrısı Mitra’dır. Bu çekişmede Kürtler Zerdüştiligi seçtiler. Heredot’un verdiği bilgiye göre Ermeniler Kapadokya bölgesinden buraya geldiler… Büyük ihtimalle Kiros döneminde, Ermeniler Batı’dan Doğu’ya göçe zorlandılar. İlginç olan milletler de kişilere benziyorlar, yedisinde neyse yetmişinde de odur. Ermeniler bilindiği gibi 1915 tarihinde de bir göçe zorlanma olayı yaşadılar. Tevrat’a göre Nuh’un torunu Hayk’tan geliyorlar. Hristiyanlığı da Mezopotamya’daki Süryanilerden öğrenip Roma’nın yanındaydılar. Ermeniler, Ari bir millet olmalarına rağmen, Batı Aryanlarına göre hareket eden bir millettir. Kürtler ise doğu Aryanlarına göre hareket ediyorlar. Eski Aryan Mitolojisi, Zerdüştilik ve İslam, bu üç dini inanca da Farslarla birlikte girdiler. Ama her üçünde de farklı mezhepleri tutuyordular. Örneğin Medli rahipler hiçbir zaman Perslere uymuyordu. İslam’dan sonra da böyledir; Farslar Şii oldu, Kürtler Sünni oldular.
Bu çelişki tarih boyunca devam etti. İşin ilginci şudur; her zaman Kürtler ilktir. Zerdüşt’ün ilk öğrencileri ve Zerdüşt Kürt’tür. Kürtler Farslara, Farslar da Türklere Zerdüştiligin bir mezhebi olan Maniciliği öğrettiler. Yine Kürtler Farslardan önce toplu hâlde Müslüman oldu. Türklere de İslam’ı Farslar öğretti.
İlk İmparatorluğu da Kürtler kurdu. Med Krallığını kurup Hemedan (Ekbatana) şehrini başkent yaptılar. Sonra Farslar bu devlette darbe yaparak devam ettiler. Ama Büyük İskender gelince hiçbirine de bırakmadı. Sasanilerde de bu böyledir; Erdeşir’in dedesi Sasan’ı Kürtler destekledi, Erdeşir başa geçince Kürtlerle savaştı. Ama Hz. Ömer (r.a.) gelince Sasani devletini tarihe gömdü. Abbasileri Ebu Müslim Horasani kurdu, Sultan Cafer el-Mansur başa geçtiğinde, Ebu Müslim’i saraya çağırdı, öldürdü ve cesedini bir halıya sarıp Dicle nehrine attırdı.
Annesi Medli olan II. Kiros, Büyük Keyhüsrev ya da Tevrat’taki adıyla Koreş, Medlere bağlı bir bölgede yönetici iken, Med kralı Astiages’e karşı savaşıp yönetimi ele geçirdi. MÖ 550 yılında Büyük Pers İmparatorluğunun kuruluş tarihi kabul edilir ve kendisine tıpkı Naram-Sin gibi “Dört Köşenin Kralı” diyor. Zaten Zülkarneyn’in Naram-Sin, Koreş ya da Büyük İskender olduğu üzerinde tartışmalar vardır. Naram-Sin bize göre Nemrut’tur… Geriye iki isim kalıyor… Babil kralı ve Keldani henadanlığına bağlı olan II. Nebukadnezar (6. yy) Kudüs’ü ele geçirip Tevrat’ı yakmış, Yahudileri, özellikle din adamlarını Babil’e sürgün etmişti. Koreş tahta geçtiğinde Babil’i işgal edip Yahudileri serbest bıraktı. O nedenle Yahudiler Koreş’e büyük saygı duyarlar. İran’da da kral Koreş’e hâlâ saygı duyulur. Irak Federal Kürt milli marşında geçen Keyhüsrev, Pers kralı Koreş’tir: “Biz ki Medya ve Keyhüsrev’in yiğitleriyiz.” (Em xortên Mîdya û Keyxusrew in.)
Keyhüsrev’in babası Farstır. Ama annesi Kürt olduğu için Kürtler de onu tarihlerinde anarlar. Doğrusu Kral Koreş’ten sonra da Med devleti yerine Pers geçmişti, ama ordu ve yönetimde Persler ile Medler ortaktı. Hatta Tevrat’tan bu durum açıkça anlaşılmaktadır. İşte birkaç farklı pasaj:
“Kral Darius dedi ki, Medler’le Persler’in değişmez yasası uyarınca çıkardığım yasa geçerlidir”
“Makedonya’lı İskender Kittim bölgesinden gelip Persler’in ve Medler’in Kralı Darius’u yenmiştir.”
“Pers ve Med ordu komutanları, ileri gelenler ve il valileri de oradaydı.”
Bazıları sırf mide bulandırmak için, ilim ve hakikatten uzaklaşıp Medleri Perslerle bir saymışlar, amaçları belli, o konuya girmeyeceğim. Ancak bütün kaynaklarda, yukarda zikrettigim Eski Ahit’te bile, dikkat edilirse Medler Pers sayılmıyor, iki farklı kavim ve yapı olarak sunuluyorlar. Üstelik Tevrat tam da o dönemde yazıldı… Koreş başa geçtiği zaman onlara imtiyaz tanıdı, Ezra (Üzeyr) onlara öncülük edip eski hikâye, tarih ve kitapları topladılar. Med ve Perslerle ilgili bölümler ise o dönemde yazıldılar. Med ve Pers yöneticilerini birebir görüyordular, örneğin Dainel (Danyal) Koreş ile dostluk kurmuştu.
Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler için bir ifade kullanılır. Şöyle: “Yahudiler, Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler…” (Tevbe, 30) Yahudiler Babil’e sürgün edilince Tevrat yakılmıştı. Hz. Musa ile Babil Sürgünü arasında yaklaşık bin yıl vardır. Tevrat’ın yeniden toplanıp yazılmasına Ezra (Üzeyir) öncülük ettiği için, o zaman bazı Yahudiler bunu iddia etmiştirler. Özellikle Medine Yahudileri arasında bu inanca sahip Yahudilerin olduğu rivayet edilir ve “Üzeyir Allah’ın oğludur dediler” ayeti bu inanca sahip Yahudileri kastediyor, hepsini değil. Söz konusu Hristiyan mezhepleri arasında Yahova Şahitleri teslis inancını savunmazlar, ama Kur’an-ı Kerim’de Hristiyanların geneli tarafından benimsenen teslis hedef alınır. Kur’an, aşırı inançları hedef alıyor, aşırıya gidenleri örnek veriyor.
Kral Koreş’in başa geçtiği döneme denk gelen Tevrat’ın yazımı sırasında Medler ve Perslerle ilgili verilen bilgilerden öğreniyoruz ki, Medler, Pers döneminde bile neredeyse devletin ikinci kurucu unsuru arasında yer alıyorlar. O nedenle Pers tarihinin bir parçası Fars, bir parçası da Kürt tarihidir.
Öncelikle Persler başa geçtiğinde bazı Med isyanları olmuştur, ama bu isyanları komuta eden Med din adamlarıdır. Büyük ihtimalle dini gerekçelerledir. Yanı sıra Kiros başa geçtiğinde İyonya’yı işgal ederek Yunan kent devletlerine karşı savaş ilan etti. Yunan kent devletleri ile Persler arasında yapılan savaşlara “Med Savaşları” denir. Çünkü seferler Medya toprakları üzerinden oluyordu… Ayrıca Yunanlılar Pers devletini “Med Devleti” olarak kabul ettikleri için bunu dediler. Gerçi bilmediklerinden değildi, ama böyle alışmıştılar, ilk kurulan krallık Med krallığıdır, sonra Pers gelir. Kral Kiros’un pimini çektiği bu savaşlar, Büyük İskender’in doğu seferine kadar devam etti. Persler ile Yunanlılar arasında yüzyıllarca bu savaşlar devam etti, Yunanistan’ın dağınık yönetim biçimini fırsat bilen Persler bu savaşları inatla sürdürdüler ve sürekli seferler düzenlediler. Yunanlılar da karşılık vererek devam ettiler. Bu savaşlar, kanımca tarih boyunca, Doğu-Batı çatışmasının kökenini oluşturuyor. Büyük Kiros, Doğu-Batı çatışmasını başlatan ilk doğu kralıdır.
Acaba neden Kürt kavramı dururken Med, Med kavramı dururken Kürt kavramı kullanıldı? Kanımca Med Kürtlerin Hanedanlık ismiydi, Karda – Kardu – Kardaviye ya da Gerd olarak farklı kaynaklarda Kürtlerden söz eden belgeler, hanedanlığı değil, milleti anlatıyorlar. Türklerin on altı devlet kurduğu iddia edilir, ama hiçbirinin ismi Türk olarak talaffuz edilmez. Gök Türkler ve Türkiye hariç… Osmanlı döneminde Türk, köylerde yaşayanlara deniliyordu. Osmanlı ise Hanedanlıktı. Bunlar köken olarak Türk olmalarına rağmen, Türklüğe vur yapılmazdı. Bugün bile her millet kendi milletinin ismini eleştirebiliyor, onun yerine parti ya da soy kimlik olarak ön plana çıkartılır. Eski Çağlarda da durum bundan ibarettir. Büyük İskender’in doğu seferinde Med Hanedanlığı yıkılmıştı, bu hanedan üyeleri ve yakın çevreleri, din adamları ve askerler Pers Hanedanlığına bağlandılar. Yanı sıra Karduk olarak anlatılan Kürtler Pers Hanedanlığına boyun eğmediler. Söz misali bugün bile Türkiye’de yaşayan Kürtlerin çoğu Türkiye’nin bir parçası iken, Irak’ta Federal ve kendi başına müstakil bir Kürt yönetimi vardır. Ben şahsen Kürt politika ve milli tarihinin, tarih boyunca böyle geliştiğini düşünüyorum. Kürtler tarih boyunca ekseriyetle birlikte hareket edememişler. Dünyadaki çoğu millet ulusal hareketi faydalı görüyorlar. Ama Kürtler, diğer uluslar içerisinde dağılarak, kaderlerini diğerlerine bağlayarak hareket etmenin faydasını görmüşler ki bu tarih boyunca alışkanlık haline gelmiştir. Bütün politik ve dini söylemleri de milli değil enternasyonal gelişir… Muhafazakar olan ümmet idealini, Solcu olan ise enternasyonal hareket ederek, diğer milletlerin literatürü altında düşünüyorlar. Bu da garip bir şekilde devam etmiştir.
Kardukların savaş amaçları Persleri korumak değildi. Yunanlıları da savunmuyordular. Oysa yanı başlarındaki Ermeniler Yunanlılarla savaşmıyorlar. Belli ki Karduklar gündelik ihtiyaçları için savaşan bir kavimdiler. Bu da gösteriyor ki Karduklar o dönemde bile yalnız bir kavimdi. Bir yanda Persler, diğer yanda Yunanlılar, Ehmedê Xanî’nin tasvir ettiği ve Osmanlı ile Safeviler arasında sıkışıp kalan torunlarından pek farkları yoktu.
Makedon asıllı II. Filip’in oğlu Büyük İskender (MÖ 355- 323) tahta geçtiği zaman, babasının Asya seferi arzusunu yerine getirmek için harekete geçti. Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresinde sözü edilen ve Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) hakkında bilgi verilmesi istenen Zülkarneyn, ağırlıklı görüşe göre Büyük İskender’dir. “Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.” (Kehf, 84) Aristo’nun da öğrencisi olan İskender, Hindistan’a kadar ilerleyerek tarihte örneği az görülmüş bir hükümdar oldu. Doğuya geldiğinde on bin doğulu kadın ile batılı erkeği evlendirdiği söylenir. Bu tarihteki ilk doğu-batı sentezi ve barışı olarak yorumlanıyor. 12 yıl tahtta kalan İskender, öldüğü zaman imparatorluk generalleri arasında bölündü. Bir ordu generali olan Selefkos, Anadolu’dan başlayıp Hindistan’a kadar uzanan bölgede Selefkos İmparatorluğunu kurdu. Başkentini Selefkos’tan Antakya’ya taşıdılar. Kürtlerin tarihi bu dönemden sonra gittikçe kötüye gitmiştir. Ta ki İslam gelene kadar. Bu gerçeği görmeyen ve bilmeyen ahmaklar, hem de kendisine Kürtperver diyor, İslam fetihlerini işgal olarak adlandırıyorlar. Yesinler senin üç kuruşluk tarih bilgini. İskender’in gelişine kadar Kürtler Mezopotamya’da hâkim bir millettir, her alanda etkili ve güçlüdürler. Ancak bir yere kadar, Ermeniler Trakya’dan gelip Kürtlerin komşusu olunca, Kürtler köle durumuna geldiler. Selefkoslar geldikleri zaman, eyalet sistemini kurdu, Ermenilere Satraplık (Eyalet Devleti) verildi. Üstelik Ermeniler Trakyalı oldukları için Selefkoslar ile akrabaydılar. Bir nevi onların nazlı çocuklarıydılar. Dikkat edilirse Büyük İskender Kürtlerle savaşıyor ama Ermenilerle savaşmıyordu, tarihçi Ksenofon’un verdiği bilgiye göre, işgal ordusu, Kürtler hakkında malumatı gidip Ermenilerden alıyordu. Bu, Ermenilerin Kürtleri ispiyonladığı ilk olaydır. Romalılar geldiğinde de Hristiyan oldular. Kürtler ne yapsa tersini yaptılar. Hatta bugün köy isimlerinin çoğu Urartu ve Medlerden kalma iken, kurnazca sahip çıkıyorlar. Ruslar işgal seferine geldiğinde de aynı şeyi yaptılar, Abdurrezzak Bedirxan Bey, Rus ordusunda komutandı, tek tek anlatıyor hepsini. İşleri güçleri ispiyondu.
Selefkoslar döneminde bir Satraplık (Eyalet) konumunda olan Partiya, Partların yoğun olarak yaşadığı bir bölgeydi. I. Arşak, Part Eyaletini ele geçirip MÖ 247’de bağımsızlık ilan etti. Arşak’ın temellerini attığı Part İmparatorluğu, ya da Arşak İmparatorluğu MS 224 tarihine kadar, Sasani Hükümeti kurulana kadar doğunun en güçlü İmparatorluğu özelliğini korudu. Medlerin başkenti olan Ekbatana’yı kısa bir dönem başkent kabul ettikten sonra tekrar değiştirdiler. Partlar, kendilerini Perslerin ve Medlerin devamı kabul ettikleri için, kralları için Şehinşah (Şahların Şahı) ünvanını kullanıyordular. Resmi dilleri arasında Kürtçe yoktu; Farsça, Pehlevice, Aramice ve Part dilini kullandılar.
Partların hükümdarlık süreçlerinde Mezopotamya’da ilginç bir gelişme görülüyor. Selefkosların işgali, Ermenilerin doğuya gelmesi, Medlerin yıkılması, Kral Koreş’in Yahudileri serbest bırakması, Kürtler arasında Musevilik inancını geliştirdi. MÖ 1. yy. henüz İsevilik gelmemişti. Museviliği kabul eden bir gurup Kürt, merkezi Erbil olan Adiabene Krallığı’nı (MÖ 30 – MS 114) kurdular. Krallık yaklaşık bir asır ayakta kalır, ta ki Romalılar gelip krallığı yıktılar ve buraya Asurya ismini verdiler. Fırat ve Dicle nehirleri arasında olduğu görülen eyalet, bugünkü Kuzey Irak bölgesini içine alıyordu.
Sasanilere gelince…
Partların Persis Eyaletinde, Erdeşir’in babası Babek Bazrangi Hanedanlığına bağlı eyalet kralı Goştir’ı öldürüp yerine geçti. Bazrangiler, Sivankari aşiretine mensup Kürtlerdi. Üstelik tıpkı Koreş gibi Babek’in de annesi Kürt’tür. Babek’in babası Sasan’ı da Kürtler büyüttüler. Erdeşir eyaletin başına geçtiğinde bağımsızlık ilan ederek Sasani İmparatorluğunu (MS 224-651) kurdu. Part kralları başta onu hafife aldılar, ama nihayetinde Sasani dönemi başladı ve Partlar tarihe karıştılar.
Pehlevi kayıtlar Kürtlerin Kral Madig önderliğinde I. Erdeşir’e başkaldırdıklarını yazıyor. Bu savaşta Erdeşir’in ordusu ağır bir yenilgiye uğratılır. Firdevsi yenilgiyi Şehname’de anlatıyor: “Ülkedeki bütün Kürtler bir oldu. Ama Pers ordusu da otuz kat fazla. Gün gece oluncaya kadar savaştılar. Koskoca pers ordusu vardı orda. Ama yenildiler Kürt ordusuna.”
Şunu bil ki yalanla, dolanla, kurnazlıkla kimse amacına ulaşamaz. Güneş dil teorisi, nasıl bir yalan ise, bugün ortaya atılan tezlerin çoğu da öyledir. Amaç ilmi çalışma değil, kışkırtmadır. Tarihte hiçbir millet kışkırtma ile amacına ulaşamamıştır. Kaldı ki yeryüzündedeki tek amaç hükümdarlık değildir. Hz. Hasan (r.a.) hükümdarlığı Ehl-i Beyt’in elinde kalamayacağını anladığı vakit hemen terk edip Hz. Muaviye’ye (r.a.) bıraktı. Koltuk ve makam için kan dökülmesini istemiyordu. Çünkü ilahi takdir böyleydi. Ki bizim nazarımızda Hz. Hasan (r.a.) mertebe ve ilim yönünde döneminde en üstün kişiydi. Halife olmadı diye kıyamet kopmadı… O nedenle kimlik bunalımı yaşamanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Bu işte Allah’û Teâlâ’nın bir hikmeti gizlidir ki buna Ehmedê Xanî (r.a.) bile şaşıp kalmıştır. Şöyle buyuruyor:
“Ez mame di hikmeta Xwudê da, Kurmanc di dewleta dinê da,
Aya bi çi wechî mane mehrûm,
Bil cumle ji bo çi bûne mehkûm?” Bazıları Allah’ın takdiratını kabul edeceğine, İslam’ı terk etmeyi marifet zannediyor. Kardeşim, eğer bu din değiştirmek ile olsaydı, Cegerxwin başarırdı. Sonunda şunu dedi: Biz dinimiz hakkında ileri geri konuştuk, zannettik yabancılar bize bir şey verecekler. Yanıldık!
Ehmedê Xanî’nin sözleri şunlardır:
“Şaştım kaldım Allah’ın hikmetine,
Neden Kürtler bu dünya devletinde,
Hangi yüzle mahrum kaldılar ve topluca mahkûm edildiler.”
Öyle zannediyorum Ehmedê Xanî (r.a.) bugün bazı kendini bilmezlerin terbiyesizliğini görseydi, Mem û Zîn’de belki de ulusal konulara girmeyecekti. Bir yazarın Ehmedê Xanî (r.a.) hakkında yazdığı bir kitabı okudum, rezalet doludur. Xanî (r.a.) gibi bir hakk aşığını çarpıtıyor, sonunda şunu diyor: “Aslında o da bizim gibi inanmıyordu. Ama korkuyordu açıkça yazmaya…” İnsanların dertlerini paylaştığın zaman karşına böyle sorunlar çıkıyor. Eminim binlerce genç bu tür yalanlarla aldatılıyor ve hayali düşmanlar üretiyorlar. Yahu kardeşim, koca Ömer (r.a.) Mısırı, Sasanileri, Bizansı dize getirdi, sen kimsin? Fars dese neyse o zaman devleti vardı, Türk dese neyse, senin zaten bir şeyin yoktu. Uydurmanın ne alemi var… İslam geldiği zaman Fars ordusunda askerdiler…
Ortadoğu halklarının tarihinde kilometre taşlarından biri de Ahir Zaman peygamberinin Arap Yarımadasında zuhur etmesiydi. Bu, sadece Kürtler için değil, Fars, Türk, Arap ve diğer tüm kavimlerin sosyal, dini, ekonomik ve politik düzenini değiştirdi. Tarihçiler şunu kabul ediyor ki tarım devrinden uygarlığa geçiş aşamasında köleci bir düzen kuruldu, bu köleci düzen imparatorluklar ile ayaktaydı. Sümer, Mısır ve Yunan eksenli gelişen bu köleci sistemi; daha sonra Roma, Bizans; Pers, Part, Sasani sürdürdü… Ancak Ahir Zaman peygamberinin yaşadığı dönemde bu sistem çürümüştü, bu, sosyolojik bir tespittir, artık dünya köleci toplumdan feodal (toprak eksenli ağalık sistemine) geçmek üzereydi. Bu insanlık bunalımının aşılması Tevhid dini İslam ile hızlandırıldı. Kişi, efendisinin kulu değildir, o, Allah’ın kuludur. İslam bu sosyolojik gerçekliğe işaret eden ve ekonomik düzeni değiştirmeyi vadeden bir mesajla Ortadoğu’da ortaya çıkınca tüm halklar bu yeni mesaja boyun eğdiler.
Nitekim Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. Kelam sıfatına bağlı olduğu için de kadimdir, ezelidir. Ruh’ül Kudus (Cebrail) Allah kelamını Musa’ya İbranice, İsa’ya Aramice ve Hz. Muhammed’e Arapça tercüme ederek indirirdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Allah’tan inen vahyi tebliğ etmek ve açıklamak ile görevliydi. Ayette şöyle buyurur: “Eğer O, bize karşı (ezeli kelama) bazı sözler uydurur ya da ekleseydi, O’nu kıskıvrak yakalar, sonra şahdamarını keserdik.” (Hakka, 44-46) Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Adem’in, Nuh’un, İbrahim’in, İsmail’in, Adnan’ın ve Abdullah’ın oğlu; Sami, Arap, Kureyşi ve Haşimi’dir. Kendisini tanıtırken net ifadelerle tarif ediyor. Araplar arasında Arapça konuşan bir peygamberdir. Ancak Araplar için gelmemişti. Hz. Musa da İbraniler içerisinde İbranice konuşurdu, ancak İbranilere gelmemişti, Kıptilere, Firavun’a, o dönemde olan herkes için gelmişti. Resûl-i Ekrem, kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmez, o peygamberlerin ve peygamberliğin evrensel mührüdür. O nedenle getirdiği ilahi mesaj, merhamet ve savaş yoluyla tüm insanlığa, adaletin tesis edilmesi için, ashabı kiram yoluyla diğer milletlere ulaştı, ki bu ilk milletlerden biri de Kürtlerdir.
Ashabı kiram fetih seferlerine “keyfi yönetim” için değil, Allah’tan insanlığa iletilen ilahi buyrukların kesin hükümlerine dayanarak çıktılar. Adil yönetim ve hak din olan İslam’ın diğer milletlere ulaşmasının tek yolu, diğer milletleri yöneten müşrik ve zalim hükümetlerinin devrilmesine bağlıydı. Fetihlerin yegâne amacı düzenlerin dış müdahale ile yenilenmesidir. Allah’û Teâlâ bu şerefli görevi ashabı kirama verdi ve onlara şöyle dedi: “Eğer topyekün seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe, 39)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hayatta olduğu süre içerisinde diğer milletlerden gidip iman edenler çoktu. Habeşlilerden Bilal-i Habeşi, Romalılardan Suheyb-i Rumi, Sasani vatandaşı Salman-ı Farisi, Kürtlerden Ceban-ı Kurdi ve daha niceleri. Hadis-i Şerifte şöyle buyurulur: “Ben Arapların, Suheyb Rumların, Selman Farsların, Bilal de Habeşlilerin ilkleri olarak Cennete gireceğiz.”
Kavmiyet ve milliyet önemli bir kimliktir. Herkes rengiyle ve milletiyle güzeldir; Müslümanlar kardeştir, bu “kardeşlik” farklılık içerisinde gerçekleşir, birbirini kabul ederek ve tanıyarak. O nedenle Müslümanlar dilleri ve renkleri koruyarak kardeş olurlar: “Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah’ın birer mucizesidir.” (Rum, 22) Müslümanlar birbirlerini tanımadan ve saygı duymadan kardeş olamazlar, kardeşlik farklı özellikler ile olur, monoton (faşist, ırkçı) biriyle kardeş olunmaz. Ayeti kerimede “birbirinizi tanıyasınız” vurgusu yapılır. “Ey insanlar! Bakın biz sizi, bir erkekten ve bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye, milletlere ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat, 13)
Bir sahabi Resûl-i Ekrem’e “İnsanın
kavmini sevmesi ırkçılık mıdır?” Sorusunu iletti. Hz. Peygamber şöyle cevapladı: “Hayır, ırkçılık, insanın kavminin yaptığı zulme (haksızlığa) destek çıkmasıdır.” (Ahmed b. Hanbel, 4/107)
Haksız yere öldürmek, mala ve cana zarar vermek, kavmi unsurları yok etmek ve yok saymak, çoluk çocuk demeden öldürmek, bunların hepsi haksızlıktır. Kimden gelirse gelsin zulüm kabul edilir.