Nedense, ne zaman bir anımı kaleme alsam, kalemim alıyor başını koşturuyor efeler gibi.
Acep beni bu ruh hallerine düşüren sebep Sebahattin Ali’in yaşadığı toprakların sihirli etkisi olmasın!
Ya da uzun yıllar yaşadığım topraklardaki o efe ruhunun..!
Edremit’in şehir içine girdiğinizde üst geçitin hemen altında şu yazıyı okumanız mümkündür.
“EFELER DİYARI EDREMİT’TE HOŞGELDİNİZ”
Ne hoşuma gider o yazıya her değdiğinde bakışlarım.
Düşmana geçit vermemiştir efelerimiz.
Ha, bu arada efe ile zeybeği ve hatta eşkıyayı ayırt etmek gerekir.
Batı Anadolu’da Osmanlı’nın, toprak ağalarının baskısına, haksızlıklara isyan edip dağlara çıkan savaşçılara “zeybek” denir. Zeybekler arasında kahramanlığıyla yönetimi ele alan kişiye “efe” denir.
Efelik de kişinin yaşına bakılmaz. Önemli olan onun mertliği, adaleti, insanlığı, gücüdür.
Efelik ilk kez 16. Yüzyıl Celali İsyanları’nda açığa çıkmıştır.
Efeler sürekli “Kahpe Osmanlı” der, devlete güvenmezlerdi.
Nedeniyse: O zamanın 7 cihana hükmetmiş hünkarları her seferinde onları “müzakere edeceğiz” diye kandırarak defalarca tuzağa düşürüp öldürmüştür.
Bunun neticesinde adalete güvenmeyen zeybekler dağlara çıkıp halka zulüm eden yerel vali, paşa her kim baştaysa isyan etmiştir. Onları zaman gelmiş soymuş, gasbetmiş, halka zarar vermemiştir. Onlar halka adalet dağıtıcı olmuşlardır.
Eşkiyanın da, İstanbul Hükümetinin de, Beyoğlu Palabıyıklıkarının da korkulu rüyası olmuşlardır.
1829’da Kel Mehmet’in başlattığı Aydın Ayaklanması bir halk devrimidir. Kel Mehmet tüm vergilerini kaldırmış, adeta Ege’de kurtarıcı ilan edilmişti.
Efeler vatan söz konusu oldu mu, kötü yönetimin yanında olmayı bilmişlerdir.
Bu konuya örnek vermek gerekirse 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı’da Ruslara, Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlar’a karşı büyük bir mücadele yürütmüşlerdir.
Atatürk, 1920’de “Kardeşim” diye hitap ettiği Demirci Mehmet Efe’ye şu telgrafı yazmıştır:
“Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakar evlatları, Bolu ve Düzce havalisinde memleketimizi gavurların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca ve fedakarca bastırdılar. Vatanımıza büyük hizmetler ifa ettiler. Allah iki cihanda aziz etsin…”
Efe ruhu asil bir ruhu barındırır.
Elmayı tam ortasından vurmak, liraya üç delik açmak, düşmana, haine bir zıplayışta şah damarından vurmak, Yunanlının korkulu kabusu olmak, vs bir çok öyküsünü büyüklerimizden dinlemişizdir.
Hangimiz unuttuk? Yörük Ali’nin, mitralyözlü Yunan keskin nişancısını tek kurşunla avladığı hikayesini…
Efe kültürü çok derin mevzudur. Girdikm mi içine çıkamayız. Atatürk’ün çok sevdiği zeybek oyununu anımsayalım: Bu halk oyunu dağdaki kartalın yaptığı pikeden esinlenir. Yeleğin omuzundan sarkan uzantı, kanadıdır. Atatürk’ün, ölmeden dört ay önce Hatay’ın Kurtuluşu ve topraklarımıza katılış töreninde tutkulu bir zeybek oynadığını Sarı Zeybek Hikayesinden okumuşsunuzdur.
Yazının başında da belirttiğim gibi efe ve eşkiyayı karıştırmamak gerekir.
Günümüze dönersek; Mafya ile Efeyi bende özdeş kılan bir yanını yakaladığım o günün tesiri hala üzerimdedir.
Kürt İdris…
Hani, yüreklerde korku salmış şehir eşkiyası olan mafya lideri…
Öldükten sonra naaşını yıkamak caiz değildir, diyen imamların korkaklığını yazmıştım.
Hani, naaşını yıkamaya cesaret eden tek bir hoca vardı ya..?
Hani, Kürt İdris’in cenaze töreninde konuşma yapan Zeki Hoca…
O hocanın vasiyeti açtığı o güne sizleri yolcu edeceğim.
Zeki Hocanın bizzat ağzından dinlediğim anı şöyleydi:
“… Cenaze namazına o gün camide öğle namazı kılmış, kalabalık bir cemaat katılmıştı.
Basından birkaç haber muhabiri de vardı.
Ailesi en önde saf tutmuştu.
Namaz öncesi Kürt İdris’in benimle ilgili olan vasiyeti açıp okudum.
Tam 30 yıldır, her ay, tam 30 seçilmiş fakir, yoksul kapıya gitme, onları bir ay geçindirecek; erzak ve para dağıtım görevini bizzat bana vermişti.
Bunu tek bir şartla kabul etmiştim. Karşılığında para almayacaktım.
Tüm ısrarlarına rağmen kabul etmemiştim. Almadım da…
Nedenini sorduğunda; ‘Sen karşılıksız yapıyorsun. Bırak da benim de o garibanlara bir yardımım olsun. Bu yapacağın iyiliğini, hayrını Allah rızası için kabul ediyorum.’ Dedim.
Çaresiz kabul etmişti.
Ey Cemaati Müslüm,
Bugün ben, kimsenin üstlenmediği, geçmişi kanlı, günahları çok, katil dedikleri bu musalla taşında yatmakta olan meftayı yıkadım, abdest aldırdım.
Allah kabul etsin.
Şimdi size soruyorum:
“Meftayı nasıl bilirdiniz?”
Tüm cemaatten aynı ses havaya yükselmişti.
“ALLAH BİLİR!”
Üç kez sormuştum. Üçünde de aynı yanıtı almıştım.
ALLAH BİLİR!
Evet, kimse kimseyi yargılamadan önce Allah’a havale ederiz. Adaletin uygulanmadığı ülkelerde eşkiyanın, efelerin, mafyaların terör ettirdiklerini duymuşuzdur.
Ama içlerindeki efe ruhu ölmemiş nice değerlerimiz hala aramızda yaşamaktadır.
Onlar her yerde, her an, darda olduğumuz anlarda sanki bir mucize gibi karşımıza birden çıkıverirler…
Anı hikayemin kahramanı Zeki Hoca başta olmak üzere tüm bu vatana ve insanına hizmet etmiş o güzel ruhlar, ışık içinde uyusunlar. Halâ yaşayanlara Allah sağlık ve güç versin.
Emine Pişiren/Kocaeli