Türkiye 1988 ve 1991’deki büyük Kürt ilticasında kapılarını Kürtlere yardım edip açmasından başka 1991’den itibaren fiilen Çekiç Güç’ün içinde olarak Irak Kürtlerine hemen her alanda yardım etmiştir. Hatta 1996’da Barzani-Talabani kuvvetleri arasındaki çatışmalarda fiilen arabuluculukta da bulunmuştur. 2003’te ABD saldırısından önce çeşitli Avrupa ülkelerinde yapılan Irak muhalifleri toplantılarından birisine de Ankara’da ev sahipliği de yapmıştır. Ancak ABD işgaliyle birlikte Barzani-Talabani’nin Türkiye’ye karşı tutumları birden bire düşmanlığa dönüşmüştür.
1 Mart 2003’te TBMM’de Türkiye’nin Irak’a asker göndermesini ve ABD’nin Türkiye’den Irak’a karşı bir cephe açmasını öngören tezkerenin reddedilmesi ile birlikte ABD’nin tutumunda Türkiye’ye karşı büyük değişiklik gözlenmiştir. ABD öncelikle Irak muhalifleri toplantısında alınan bütün kararları yok sayarak, Türkmenleri cezalandırmaya adeta Türkiye için onlardan öç almaya yönelmiştir. İkinci olarak Kürt partilerini Türkiye’ye karşı kışkırtmıştır. Bu kışkırtma işinde Barzani’nin zaten istekli olduğu zamanla görülmüştür. Çünkü bütün Kürtlere liderlik etme iddiasında olan Barzani, PKK’nın doğal ve asli rakibi idi. Türkiye’deki Kürt nüfusunun da taleplerini dikkate alan çıkışları Türkiye’ye karşı yapması gerekiyordu. Hem Türkiye’deki Kürtler nezdinde daha saygı değer bir yer edinerek PKK’nın önüne geçmiş olacaktı hem de Türkiye’ye karşı düşmanca tutumu ile ABD makamları için daha değerli birisi durumuna gelecekti. ABD’nin takdirini kazanmak onu Irak içinde de ayrıca güçlendirmiş olacaktı. Nitekim Barzani bütün bunları adeta harmanlayacak şekilde Türkiye’ye karşı düşmanca bir söylemle, tehditkar bir üslupla bu dönemde meydan okumaya başlamıştı. ABD işgalinden yana olan Şii Arapların silahlı bir kanat hazırlığı yeterli olmadığından Barzani ve Talabani’ye bağlı silahlı gruplar (Peşmerge) ABD için Irak’ta birden bire nemli bir müttefik durumuna gelmişti.
ABD şgaliyle birlikte özellikle Sünni Arap nüfusun meskun olduğu bölgede, Bağdat, Tikrit, Diyala, Ramadi, Felluce, Musl vb yerlerde ABD’ye karşı büyük bir direniş başladı. ABD tarihte eşi görülmemiş bir vahşetle katliamla bu direnişi bastırmaya çalışırken Barzani-Talabani onun her zaman yanında olmuştur. Arap nüfuslu Felluce ve Türkmen nüfuslu Telafe’’deki silahlı direniş adeta bu şehirlerin yer yüzünden kara ve hava saldırıları ile kimyasal gazlar bile kullanılarak büyük katliamlarla silinmişlerdir. ABD katliamlarının en vahşi şekilde görüldüğü bu iki şehirdeki katliamlarda, Şii Arap milisleri ile birlikte Peşmerge güçleri de daima ABD’nin yanında ve onun suçlarına ortak olmuştur. Felluce’ye saldırıldığı haberleri üzerine Türkiye Dış İşleri Bakanı Sayın Abdullah Gül, Türkiye ile ABD’nin müttefikliğini bozmak isteyenlerin uydurduğu bir haber diye önce tepki göstermiş ise de sonradan üzüntülü açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. Temmuz 2003’te ise Süleymaniye’de bulunan bir grup Türk askeri, Türkmenlere silah dağıttıkları için Talabani’nin partilileri (KYB) tarafından ABD’li askerlere ihbar edilmesi sonucunda yine onların yardımı ile Türk askerlerinin başlarına çuval geçirilerek Bağdat’a götürülüp sorgulanmışlardır. 1996’da Barzani’nin Partisi KDP ve Talabani’in partisi KYB arasındaki silahlı çatışmaları engellemek arabuluculuk etmek gibi bir görevle ve tarafların rızası ile yapılan bir anlamaya bağlı olarak Süleymaniye’de bulunan Türk askeri grubu, KYB’liler tarafından böyle bir muameleye uğratılmıştır.
2003’ten başlayarak Türk makamları Irak’ın yeniden yapılandırılması esnasında kendi görüşlerini: “Irak’ın toprak bütünlüğü, Türkmenlerin haklarının korunması, Musul ve Kerkük’te Irak’ın denetiminin sürmesi ve Irak petrolleri üzerinde Irak’ın denetiminin sürmesi ve Irak toprakları üzerine PKK gibi terör örgütlerinin barındırılmaması” diye sıkça tekrarlanmıştır. Dönemin Dış işleri Bakanı sayın Gül bunları “Türkiye’nin kırmızı çizgileri” diye ilan etmiştir. Başbakan Sayın Erdoğan ise yine aynı sıklıkla “başta Kerkük’ün demografik yapısının değiştirilmemesi ve Kürt bölgesi yerine Bağdat’a bağlılığının devam etmesi” şeklinde yıllarca açıklamalarını sürdürmüştür. Türkiye Hükümetinin en önemli isteklerinden birisi de “PKK’nın Irak’ta barındırılmaması” olmaya devam etmiştir.
Buna karşılık KDP lideri Barzani ise, “PKK askeri bir sorun değil, siyasi bir sorundur, siyaset yolu ile çözülmelidir, biz Kürtlere karşı silah kullanmayız, Türk ordusu topraklarımıza saldırırsa topraklarımızı onlara mezar yapacak güçteyiz” diye karşı açıklamalarını sürdürmüştür. Başbakan Erdoğan bir ara Barzani ile görüşmesini bile, “onun terör örgütünü kınaması ve topraklarından çıkarması veya buna yardımcı olması” gibi şartlara bağlamıştır. Gelinen noktada ise, Türkiye’nin talep olarak ileri sürdüklerinin hiç birisi gerçekleşmemiştir. Türkmenler, Kürt bölgesi ve Arap bölgesi diye fiilen siyasi olarak iki ayrı idari bölgeye ayrılmıştır. Türkiye onlar için ayrı bir idari bölge oluşumunu sağlayamamıştır. Türkmenlerin Irak’ta kurucu unsurlardan sayılmasını ise yine Barzani-Talabani engellemiştir. Sayı bakımından Irak nüfusunun % 10-15’ini oluşturan Türkmenler, yüzde bire tekabül eden Keldanilerle eşit seviyede tutuldukları gibi Telafer benzeri şehirlerine yapılan saldırı ve katliamlara da maruz kalmışlardır. Saddam döneminde, Kerkük’ten çıkarıldıkları iddiası ile 600 bin civarında Kür mülteci sayın Erdoğan’ın ısrarla “Kerkük’ün demografisinin değiştirilmesine razı olmayız” söyleminin olduğu dönemde Kerkük’e taşınmıştır. Yine PKK’nın Kürt bölgesinden, Kürdistan’dan çıkarılması hususunda Barzani kendi görüşlerinden vaz geçmemiştir. PKK elan orada Türkiye’ye karşı terör faaliyetlerini sürdürmektedir. Barzani fiilen engel olmadığı gibi, PKK’nın gıda-ilaç-giyim-kuşam ve cephane ihtiyacını bile engellememiştir.
Sonuç olarak Sayın Erdoğan’ın Kürdistan ile iyi ilişkiler için öne sürdüğü hiçbir talep olmamıştır. Irak’ta resmen Türkmenler yoktur, PKK varlığı devam ediyor, Kerkük nüfus yapısı baştan sona değişmiştir, Türkiye çok ısrar etmesine rağmen Irak’a ikinci bir sınır kapısını bile açamamıştır. Türkiye, Kürdistan’dan bütün taleplerinden vazgeçerek onunla önceden her hangi bir talebi olmamış gibi iyi ilişkilerini kurmuş ve arttırmaya devam etmektedir. Bu cümleden olarak Sayın Erdoğan 29 Mart 2011’de Erbil’e gitmiştir. Türkiye, Kürdistan’dan önceden talep ettikleri ile mi yanlış yapmıştır, o taleplerinden vazgeçerek mi yanlış yapmıştır? Yoksa her iki durumda da yanlış yapan taraf Türkiye mi olmaktadır? Zamanla bu soruların cevabı elbette daha iyi anlaşılacaktır. Ancak ABD’nin Irak için öngördüğü, Şii Arap, Sünni Arap ve Kürt bölgesi diye Irak’ın üç ayrı idari/siyasi bölgeden oluşması projesi fiilen gerçekleşmiştir. Şii ve Sünni Arapların aralarındaki anlaşmazlıkların teşvik edilmesi de Irak’ın bu üçlü yapısının gereği olarak tasarlanmıştır. Ancak ilerde Şii ve Sünni Arapların Kürtlere karşı ittifak etmeleri halinde, Kürtlerinde ittifak edebileceği bir komşu ülkeye olan ihtiyaçları açıktır. O komşu ülke ise Türkiye’den başkası olmayacaktır. Türkiye’nin Kürdistan’dan taleplerinden bütünüyle vazgeçerek ilişkilerini her alanda iyileştirmesi ve geliştirmesi ise bütün bu görüşlerin inandırıcılığını arttırmaktadır. Nitekim Sayın Davutoğlu’nun kitabında Irak’la ilgili analizlerinde Kürdistan için Kürtler için 60 sayfaya yakın açıklamalar yer almasına karşılık, Türkmenler hakkında tek bir paragraf bulunmamaktadır. Türkiye son yirmi yıla kadar, “Irak’ta Kürtlere siyasi bir ayrıcalık verilmesi halinde aynısını Türkmenlere de isteyerek” adeta Kürtlere verilmesini engellemiştir. Son yirmi yılda özellikle son sekiz yılda ise zaten Türkmenler yok sayılarak, Kürdistan’dan talep edilenlerde vazgeçilerek, komşularla sıfır sorun siyasetinin Irak örneğini göstermiştir. Erbil ziyareti ile de Türkiye’nin başına yeni ve kalıcı bir çorap geçirilmiştir.
Bu kadar cehalet kokan bir yazı görmedim. Yazar belli ki Saddam döneminin hayranlarındandır. Türkiyenin komşuları ile iyi geçinmesinden de rahatsız olmuş. düşmanlarla çevrili olmayı seven güruhtan mıdır nedir?
yazıdan saddam hayranlığı ile ilgili bir sonuç çıkmamaktadır.Değerlendirmeler son derece yerindedir.Türkiye nin komşularıyla iyi geçindiğini söyleyerek siz cehalet sergilemektesiniz,görünenlerle yetnmeyiniz,medyanın yansıttığı dışında dönen olayları da inceleyiniz sonra yazarları elştirme hakkına sahip olursunuz,saygılar…