Din nedir?
İnsanlığı doğruluğa ulaştıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan, birlik ve beraberliği bütünleyen, sonsuz mutluğa ulaştıran kurallar ve hükümler bütünüdür. Din Arapça deyn kelimesinden türemiştir. Âlimlerin çoğu da bunu kabul etmiştir. Deyn; yükümlülük ve ödenmesi gerekli borçlar bütünüdür diye tarif edilmektedir. Ama zaman içerisinde toplumsal ve yaşanılan çevresel faktörlerle birlikte anlamını değiştirmiş ve ibadetlerin dayandığı hükümler anlamını almıştır. İnanılan’a inananın verdiği karşılıktır.
“Kabe’nin Gözlerine Yasladım Yüreğimi
Sevgilinin Tenine Değsin Diye
Yokluğunun İçine Gizlediğim
Yalnızlığımız Dudaklarında Kalışını
Sakladım Tavaf Ederken
Kabe’nin Duvarlarına..
Bedir Kuyularında Bıraktığım
Ten Değmiş Hallerimi
Kılıcımın Ucundaki Kan İzinde
Sevgiliye Bir Ödül Var.” A. GÜL
İnsanlık tarihinin başlangıç sularından buyana inanmayı kendine şiar edine insanoğlu doğada tapınmadan ve tapındığına ibadet etmeden zaman geçirmemiştir. Birilerine veya bir şeylere bağlılık tasvir edilen ve yaşama renk katan her olguda aranmıştır. Aslının sureti olduğu halde din düşünce girdaplarında boğulmuş bencil sancıların ağrı kesicisi olmaya devam etmiştir. Bazen bir tek şey bazen birçok şey bazen hiçbir şey olmuştur din. Adını belirleyen ve hükümlerini tasarlayan ihtiyaçlarının gerekliliği babında yine insan olmuştur. Hatalar yaptığında taşa tapan insan kutsallaştırdığına sunmuştur kendini. Bazen acımasızca günahsız birini veya birilerini.
Mitolojik olgularla süslemiş ve güçlü olana din demiştir. Ya da onun dinine tabi olmuştur. İnanma ihtiyacının insanı sürüklediği kaosların merkezinde hep bir din olmuştur. Adı ne olursa olsun hükümsüz yaşamamıştır insanoğlu hayatını.
“Doğrusu Allah katında din, İslâm’dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir.” Ali İmran: 19
Her din kendine göre kurallar silsilesi oluşturmuştur. Lakin tüm dinlerin birleştiği nokta sevgi ve barışın birlikteliğiyle inanan kitleye kadar ulaşmıştır. Zaman geliştikçe ve iletişimdeki kolaylıklar arttıkça birbirleriyle kültür etkileşiminde bulunan milletler karışık felsefelere bürünmüşler ve farklı dinlerinde oluşumuna sebebiyet vermişlerdir. Tarihin ilk zamanları dediğimiz Ademin dünyaya indirildiğinde daimi bilgiyle hayatına yön veren ilk insan, daha sonraki aşamalarda çıkarlarının sürüklediği karmaşayla ateşe tapmaya başlamıştır.
“Allah, kimin bağrını İslâm’a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah’ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” Zümer; 22.ayet
Kabille başlayan bu süreci nesil arttıkça insanlar arası parçalanmalarla birlikte din oluşumu çok tanrılı anlayışa kadar gitmiştir. İnsan gücünün yetmediği veya yetemediği her olguya tanrı biçimi kazandırmıştır. Ay, güneş, yıldızlar, ağaç, kısacası doğada farklı gördükleri her şey ilahlaştırılmıştır. Beşerin aklındaki özgür taraf onu yönlendiren taraf olmuştur her zaman. Ayın tutulması öylesine kafalarında büyütmüşlerdi ay tanrısı onları bu şekilde imtihan ediyormuş gibi tasvirleri kurmuşlardır kendilerinde. Tanrılarına adaklar adamışlar. Ona karşı yükümlülüklerini yerine getirmek adına hükümler yapmışlardır. Sadece ay a değil tabii ki doğa hareketlendiği anda kim daha güçlüyse tanrıları o kadar artmıştır. Çoktanrılı bir anlayışın içinde yıllarca sürüklenmişleridir.
Budizm’deki anlayış; Her şey geçicidir, hiçbir şey kalıcı değildir. Doğum ve ölüm vardır; büyüme ve çürüyüp bozulma; birleşme ve ayrım vardır.
Geleneksel yaşantının getirildiği ve çevreninde yarattığı etkiyle birlikte her şeyin tanrısı vardır felsefesi gelişmiştir. Mitolojik bir anlayışla savaş tanrısına ares, aşk tanrıçasına Afrodit, akıl tanrıçasına athena vs vs zeus, adı verilerek yaşatılmaya çalışılmıştır sevdikleri ve güçlü gördükleri her şeyi. Ve iletişim çağının da getirdiği etkiyle birlikte gelişen ve değişen sistematik din anlayışında yepyeni dinler ortaya çıkmıştır. İlahi olan ve olmayan olarak ikiye ayrılan dinler yaşandığı sürece ve mekâna göre anlam kazanmıştır. İlk din âdemin dini olan İslam’dır yine. İlahi olandır sonrasında kovulan şeytanın beyinlere girerek yaptığı tahribatın sonucunda oluşan ateşperestliktir. Âdemin oğullarının ölümüyle birlikte yapılan putlara tapınmayla putperestlik anlayışı da oluşunca din ilahi içeriğinin farklı anlayışlarla değişimler göstermeye başlamıştır.
İnsanoğlunun bu davranışları sonucunda ilahi yaratıcı onları uyandırmak ve girdikleri bu hafif anlayışlar kurtarmak için elçiler göndermeye başlamıştır. Ama uslanmayan bir topluluktur insan. Her defasında inanma olgusu ters yönde geliştirmekten vazgeçememiştir.
İletişim çağına girildiğinde bir sürü din anlayışı ortaya çıkmıştır. Mısırda tanrıları efsane olarak girmiştir hayatlarımıza. Yunana tanrıları, Hindistan’da ki putperestlik, Laponların tanrılarına kattıkları milliyetçilik, Yahudilerin dindeki erişilmez milletiz anlayışı, Zerdüşilik , mezheplerinde parçaladığı ilahi dinlerden oluşan ayrı din anlayışları, Alevilik, Paganlık, Cayanilik vs ., vb. vd, artık dinden geçilmez olmuştur dünya.
İslami anlayışın bölük pörçük edilmesiyle birlikte çıkan birçok anlayışının insanı getirdiği noktada kargaşa ve tartışmaların büyüdüğü bir felsefe olmuştur.
“Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz” (1/4)
İbadet nedir?
İbadet kelimesinin kökü olan ”Abd” kelimesi boyun eğmek, kulluk vazifesi yerine getirmek yani kulluk etmek, bir şeye bağlanmak ve ondan sonsuza kadar ayrılmamak anlamlarına gelir. Birde hür anlamını içermektedir. Ve “Abede” eylemimden ele aldığımızda; ibadet etmek, bağlanmak ve boyun eğmek ve verilen tüm görevleri karşılıksız yerine getirmek anlamalarına da gelir. Ve ibadet kelimesi tüm anlamları içeriğinde kuranda 256 yerde geçmektedir.
Kavram olarak; inanılana inanın kendini teslim ettiği yoldur. Bedensel ve ruhsal iletişimi sağladığı anlayıştır. Ona olan bağlılığını anlatma ve tasdik etme yoludur. Kulluk vazifeleri yerine getirme işlemidir. Her dinin ayrı bir ibadet etme anlayışı vardır. Görevlerini karşılıksız yerine getiren insan huzura ve mutluluğa inandığı varlığa kendini gösterme yöntemi olarak ibadeti görülmüştür
“Hz. Peygamber (a.s) rızası için sadaka veren kişi hakkında her gün bir meleğin “Ya Rabb’i! Malını bağışta bulunana karşılığını ver” diye dua ettiğini bildirmiştir.” Hadisi şerif
İslam ahlakında ibadet Allaha ulaşmanın ışığıdır, yoludur. O yola giren insan kötülüklerden arınır ve yaratıcısının rızasını kazanır. Bu ibadetleri yaparken onun hükümler birliğini dervişi bir düşünceyle yerine getirmektedir. Verdiği nimetler karşısında ki minnettarlığını ve şükrünü belirtmek için çabalamaktadır. İbadetini yerine getirirken bedeni, ruhi, maddi ve manevi olarak yerine getirmelidir. Yoksa ibadet etmiş olarak saymazlar kendilerini. Bu hükümleri yerine getirmek bir zorunluluktur. Mükellefiyettir. Günahtan çıkışın yoludur. Allah’la iletişim biçimidir.
“Amellerin ALLAH’a en sevimli olanı az da olsa devamlı olanıdır.” Hadisi şerif
İnsan aklı ibadet etmeyi de zaman içerisinde kendi ruhi ve bedeni ihtiyaçları sürecinde tahrip etmiştir demekten kendimi alamayacağım. Haram olanı helal görmek babında birçok ayeti ibadet hükmü değiştirilmeye kadar getirilmiştir. Kuranda ayetin değişimini gerçekleştiremeyen insan bunu hayatına yansıtırlar değiştirmeyi başarmıştır. Farklı ağızlardan çıkan fikirlerinin kafa karıştırması bunu çabuklaştırmıştır. Aslında bu tüm dinler ve bu dinler adına yapılan ibadetler içinde geçerlidir.
Namazla ibadetin zevkinin doruk noktalarına ulaşan kalbin her hükmü yerine getirirken yaşadığı ruhi rahatlama aslında insan verilen bir mükâfattır. İslam’da selam vermekte, söz söylemekte, bakmakta, görmekte ve bilmekte yani her şey ibadetin kendisidir. Uyumak, gezmek, oturup kalkmak, gülmek, ağlamak, âşık olmak, sevmek, kızmak, her şey bu sınırlar içerisindedir. Lakin bunları yaparken niyetler çok önemlidir.
Kuranda en çok zikredilen dört kelimenin anlamına baktığımızda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; inanılması gereken bir ilahın herkesten ve her şeyden kavram ötesi bir varlığı olması gerekir. Bu varlık kimseden olmayan kudrete ve güce sahip olmalıdır. Bu güç ve kudretiyle kuşattığı âlemdeki nizama hükümleriyle ve yasalarıyla şekil vermelidir. Bu öğretinin kendisine ait olduğunu belirten ve anlatan bir bütünlük olmalıdır. Ve bu bütünlüğü bünyesinde toplayan dini olmalıdır. Bu dinde de ona hizmet edecek mürşitleri olmalıdır. Mürşitler ibadetleri onu her saniye ziyaret etmek adına yerine getirmelidir.
“İşte kuranın anlattığı bu din İSLAMDIR. İslam’ın anlattığı bu İlahta ALLAH(c.c) dır.”
“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyük” Bakara: 255.ayet
Selam ve Dua ile
.
BİRİNCİ BÖLÜMÜN 2PERDESİ GİBİ OLMUŞ YAZINIZ…DİNİMİZİ VE İÇERİKLERİNİ BİZE İKİ KISIMDAN ANLATMANIZ CİDDEN ÇOK GÜZEL OLMUŞ KALEMİZE SAĞLIK…
Güzel bir konuya parmak basmışsınız.. Kutlarım..
Ressam Ahmet Osman Öztürk