Niye arabalara benzettim ben bu ayakkabıları? Büyük bir parti
varmış, mesela, gelen davetliler arabalarını park etmişler
gibi. Beyaz, siyah, kahverengi, kırmızı ve bu renklerin
solmuş, derilerine tutunmaya çalışan renkleri.
Merdivenlerden yukarı çıkarken ikinci katta dikkatimi
elbeden,tanımadığım ve muhtemelen tanışmamın da olanaksız olduğu
ailenin evi ve kapısının önünde en az 15 çift ayakkabı.Apartman
sessiz zaten, biraz da kulak kabarttım… İrkildim birden; hiç ses
gelmiyordu… Şen kahkahaları değil belki ama yine de biraz yüksek
tonajlı sesler bekledim adımlarımı yavaşlatıp… Ses yoktu… Ben de
aynı planla yapılmış bir dairede kalıyordum…Nerede, hangi odada
oturuyor olabileceklerini düşünüp şaşırdım… Hayra alamet bir emare
sergilemeyen bu durum karşısında aklım takıldı… Yaklaşık iki saat
önce de, aşağı doğru inerken yine aynı durum vardı; daha doğrusu
herhangi bir durum-ses yoktu. Bu bir uyuma toplantısı gibi bir şey
miydi? Veya iki saattir bu komşum ve gelen misafirler hala yeni
tanışmış olmanın verdiği utangaçlıkla birbirlerini mi
seyrediyorlardı, çaylarını yudumlayıp. Bir ihtimal daha vardı;her
kelimeden dizi türetilen bir ülkede, gündüzleri yayınlanan bir
diziye mi dalmışlardı hepsi? Eskilerin Yalan Rüzgarı, Köle İsaurası
veya Ceyarlı dizileri günün belirli saatlerinde, daha çok kadınları
ekrana bağlardı..şimdi de mi öyle?..
Zaman geçtikce sosyalleşme araçlarını, ortamlarını tuhaflaşır bulmaya
başladım."Tuhaflaşır bulmak" belki değişim; değişimin normal seyri
olarak da algılanabilir. Tuhaf da bulsam, normal bir seyirü sefer de
olsa ..sonuçta bana tuhaf geliyor. Doğadan şeylerin, doğal özünü
yitirmeye başlayan pek çok şeyin yerine başka nesneler koymakta ve
oluşturduğumuz nesnelerle örülü yapımızın peşinden gitmek
"zorundayız"; çünkü, bence, insanın boşluğu doldurma çabası, boşluğu
doldurmak için sunulan nesnelerin niteliğinden-insani oluşundan daha
önemlidir. İllaki dolmalıdır boşluklar; en kolaylı tarafından…
Küpe çiçekleri vardı annemin. Başka çiçekleri de vardı: kadife
çiçekleri, akşam sefası çiçekleri, zakkum çiçekleri…İki katlı, tapusu
ortak evimizin ikinci katında kalırken ve önceki zamanlarda, babamın
görev yaptığı köylerde, başka şehirlerde yaşarken de bir çok
çiçekleri vardı annemin. Balkonun demirlerine kaynaklamış ortalama 20
cm. çaplı demir halkalar ve bu
halkalara geçirilen kahverengi saksılar. Pencere kenarındaki çiçek
saksıları. Her gün hiç usanmadan bakar, sulardı.Tıpkı çocuklarının
üzerine titrer gibi bakardı onlara. Ben seyrederdim annemi, pencerenin
öbür yanından, annem gülümserdi onlara. Özellikle küpe çiçeklerinin
her dalına teker teker bakardı bir sararma bir hastalık var mı diye.
Sonra sonra, artık, çiçekler yok olmaya başladı
balkonlarımızdan, pencere kenarlarımızdan…Neden vazgeçti annem o
çiçekleri yetiştirmekten?.
Bu vazgeçiş bir devrin gerçekten döndüğünün-dönmekte olduğunun en
büyük ispatıdır. Dönmek, devinmek, değişim veya yozlaşma…Küsenler,
belki biraz yadırgayanlar evlerine gizlendiler…Çünkü yapay ve
plastik olan nesneler o kadar çoğaldı ki savaşamadılar veya geçti
artık deyip teslim oldular. Plastik olan, yapay olan, sadece el ile
tutulabilir şeyler değil; düşünceler, zevkler, algılar, duygular, sevmek…Her şey plastiğe
mi döndü? Çoğalan nesneler renkli legolar gibi mi oldu? Alıp o
legoları öyle mi oluşturuyoruz her şeyimizi?
Legolar daha ucuzken muhtemelen böyle. Her küpe çiçeğine özel zaman
ayırıp gülümsemek sevmek hem güzel hem de emek isterken 3 liraya
yapay çiçekler emek harcanmaksızın şenlendirebilir mi oldu bizi?
Sevmek nereye kayboldu? Emek nereye kayboldu?
Akşam sefası çiçeği…Koyu ve çok farklı kırmızı rengi ile deli
olduğum bir çiçek…Akşamları güneşin iyice batmasını sabırla
beklerken yeni doğmuş bir bebeğin yumulan minik elleri gibi kapalı
taç yaprakları yavaşca açılırdı. Mutlulukla ve heyecanla beklemek
nereye kayboldu?
Şimdi de bazen bazı evlerin balkonlarında görüyorum her nevi
çiçeklerden..Fakat küpe çiçekleri yok…Akşam sefası yok…Onlara
gülümseyen yüzler yok…Gülümseyen yüzlerin olmayışı en çok beni
üzen…
Ayakkabılar, dizilmişti. Topuk kısımları evin kapısına döndürülmüş ve
sıralanmış. Bir gelenek. Misafir ağırlama geleneğinin en son
aşaması, tekrar görüşme temennileri, güler yüzler ve ayakların
ayakkabılara yönelişi..Misafirlerin, ayakkabıların dizilişine bakıp
kendilerine önem verildiğini hissetmeleri…
Bizim evde de böyleydi…Gündüzleri misafirliğe gelen komşu
kadınlar…Çaylar, kekler, kısırlar, batlar, biraz da dedikodu, fakat
çiçek muhabbetleri mutlaka olurdu..Hangi çiçek nasıl dikilir? Bakımı
nasıl yapılır? Hangileri güneşi çok sever? Hangileri hangi tür ve ne
kadar gübreyi sever?.. Gözlerinde, çiçek sohbetlerinde bir pırıltı
belki çocukça bir heyecan mutlaka olurdu. Uzunca balkonumuzda kocaman
bir bahçeyi gezer gibi gezintiler… En çok sevdikleri çiçekler de
küpe çiçekleriydi…
Küpe çiçeği rüzgarsız ve gölgelik yerleri sever…Meksika'nın
yüksek dağlarından 50 kardeşiyle birlikte gelmişler Anadolu'ya
..Biraz emek isterler ama güzellikleriyle; boyunları bükük ve nazlı
güzel duruşlarıyla emeğin karşılığını kat kat öderler. Özellikle
balkonların en güzel süslerindendiler…
O çiçekler nereye kayboldular şimdi kim bilir? Yalnızlar mıdır? Veya
yalnızlara yarenlik mi ederler? En azından gülümseyen birileri var mıdır, yanlarında?
10 Kasım 2008