Sohbet, kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır. Çünkü sohbet dostların bir arada bulundukları zamanlarda, ruhen hem-hâl oldukları mekânlarda yapılır. Sohbetin belli bir kuralı olmamakla birlikte; cemiyetin hali, cemiyetteki değişmeler, ferdin cemiyet içersindeki yeri ve nice konular masaya yatırılır. Herkes, önyargısız içinden geldiği gibi fikir beyanında bulunur zamanın akıp gittiğinin farkına bile varılmaz. Milli ve manevi konular ile birlikte hayata ve insana dair konular üzerinde fikirler mütalâa edilirken daha hassas davranılır.
Sanki konuşanların ağızlarından bal damlar. Bazen teferruatlı tahliller, bazen satıhta kalan fikirler, bazen de hayatın içinden alınan yaşanmış ve konuşmacının konusuna misal teşkil eden hatıralar mevzuu süsler. Yer yer nükteler, yer yer hüzünlü mevzular dile gelir. Belki birçok kişi konuşmaya katılmaz. Ama dinleyici olarak orada bulunur. Hiç konuşmasalar dahi orada bulunmaları diğerlerine manevi bir destektir. Hatta o an aramızda olmayan arkadaşların eksikliği hissedilir ve orada bulunanları tarifi mümkün olmayan bir hüzün kaplar. Birazdan başlayacak olan sohbetin ruhani havası fertleri bambaşka âlemlere götürür, birçok hadiseleri muhayyilemizde canlandırmamıza sebep olur. Artık dostlar zahiren bir aradadırlar. Ruhen kendilerince malum, diğerlerine göre meçhul bir hayâl yolculuğuna çıkar. Önünde soğumaya yüz tutmuş çay bardağına kondurulan bir buse ile tekrar bulunduğu yere gelir.
Az da olsa günümüzde bu tür sohbet geleneğini sürdüren dostlar ile bu dostların buluştukları mekânlar vardır. Küllük namıyla bilinen mekânda da bu ramazan-ı şerifte buna benzer toplantılar olmuş, tadına doyulmayan sohbetler yapılırken yine tadına doyulmayan çaylar iştiha yudumlanır. Dostluklar pekişmiş, kalplerde muhabbet hâsıl olmuştur. Nasıl geçtiği belli olmayan zamanın sonunda evlerine gitmek üzere bulundukları mekânı terk ederken, bir birlerinden ayrılmanın verdiği hüznü ancak evlâd ü ıyâline kavuşmanın hazzı ile izale edilir. Oradakiler sanki ayrı tenlerde tek can gibidirler.
Manevi tarafı fazla olan zamanlar, sohbetin lezzetini artırır ve dostları daha çok bir arada bulundurmasına vesile olur. Ramazan- şerif ayı buların başında gelir. Gün boyu kendi halinde olan insanlar iftardan sonra birbirleriyle buluşur, sanki yıllarca bir birlerine hasret kalmış gibi halleşirler. Günlük okunan gazetelerden, daha önce okunmuş kitaplardan, yaşanmış hatıralardan konuşmalar yapılır; hayaller, idealler, arzular bir birine karışır, akıp giden zamanın neresinde olunduğu bile fark edilmez. Gâh en meşhur şairlerden mısralar terennüm edilir, gâh bir büyüğün ibret-âmiz sözü üzerinde derin derin düşünülür herkes ilmine ve kavrama kabiliyetine göre mütalâalarda bulunur. Hele mevzusuna hâkim olan bir konuşmaya başladıysa, dinleyenlerin hayret ve hayranlık derecesi artar, konuşmacı dışında ki sükûneti sehpalar üzerine konulan çay bardaklarını sesi bozar.
“Mekânları şereflendiren insanlardır” düsturuna sahip olan kişiler, kendilerine düşen mesuliyetlerin farkında olduklarından adaba mugayir hallerden sakınır, yeni gelenlere mümtaz bir davranışın nasıl olacağını gösterirlerdi. Sohbetler sadece bir rahatlamak ve hoşça vakit geçirmek için değil, bir sonraki nesle bir ders olurdu. Yani hem öğrenirler hem öğretirlerdi. Hepsi de “şöhret afettir” sözünün idrakini kavramış insanlardan müteşekkildi. Kısaca “küllük” bir mektepti başka bir ifadeyle mektep haline getirilmişti. Gelenekten beslenen hakiki bilgileri, gelecek için mütalâa ederlerken, “kökleri mazide olan ati” olduklarının şuuruyla hareket ederler, nefsanî tavırlardan kaçınırlardı.
Kadim kültürümüzün mühim bir kısmı olan sohbet geleneğinin yaşaması, yaşatılması milli benliğimizin diğer ifadeyle kimliğimizin de en kıymetli esasıdır. Bu milleti diğerlerinden ayıran hususiyetlerin başında dostluğun ve kardeşliğin pekişerek bir sonraki nesle aktarılmış olmasıdır. Kalpten kalbe giden en kestirme yol kimliğimizi ve benliğimizi zedelemeyen sohbetler sayesinde elde edileceğini iyi bilen dostlar, bu mühim geleneği daha uzun yıllar sürdürecekleri kanaati kendilerinde daima mevcut olmuştur.