Çok içtiğimin farkındaydım. Aslında bu kadar içmezdim. Bir kadeh yeterdi. O da dostları kırmamak adına. Annem aramıştı mesai bitmeden, erken gel diyordu. Dışarıda olacağımı söylediğimde biraz canı sıkıldı. Yine de güldü. Telefonu kapattıktan sonra içimi bir sıkıntı kapladı, unuttuğum bir şey mi vardı diye düşünmeye başladım. Çünkü annem böyle davranmazdı. Ablamı aradım durumu anlattım. Yaşlanıyorlar kafana takma dedi.
Biraz rahatlamıştım ama içimdeki o garip sıkıntıyı bir türlü atamıyordum. Dostlardan da vazgeçemedim. İçtim sürekli içtim. Dans ettim, gereksiz yere güldüm. Arabayı tüm itirazlara rağmen ben kullandım. O kafa ile herkesi evine ben bıraktım. Ve karşıma polis çıkmaması büyük bir şanstı. Evin önüne geldiğimde balkonda annem ve babamı gördüm. Bir şeyler içip gülüyorlardı. Bir yandan gülüp bir yandan kızdım anneme; neden kafamı tüm gece meşgul ettin diye… Ablamın odasının lambası yanmıyordu. Her zaman ki gibi erkenden uyumuştu. Arabadan inince annem beni fark etti. Korkuluğa yaslanıp bana el salladı.
Özledim çabuk gel…
Ağzından duyduğum son söz oldu. Bir an da yer ayağımın altından kayar gibi oldu. Annem ve babama baktım içeri doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Evimizin beşik gibi sallandığını son anda fark ettim. Sadece bizim ev değildi sallanan etraf da ne kadar ev varsa sallanıyordu. Bende öyle… Hemen arabamın yanına geçtim ve yere çömeldim. Bağırıyordum dışarı çıkın diye. Büyük bir gürültü koptu kafamı kaldırıp baktığımda evimiz artık sallanmıyordu. Sanki bir el apartmanın en tepesine basıp, apartmanı eziyordu. Toprağın içine doğru… O an sırtımda ve başımda bir ağırlık hissettim. Gözlerim yanıyordu, anne baba diye bağırmak istiyordum, bağıramıyordum. Onlara doğru koşmak istiyordum ama üzerimdeki ağırlık buna izin vermiyordu. Üzerimdeki bir beton muydu yoksa hiçbir şey yapamamanın verdiği ağırlık altında mı eziliyordum bilmiyordum.
Uyandığımda her şeyimi kaybetmiştim. Annemi, babamı, ablamı, evimizi, arabamı, işimi ve paramı…
Sadece 45 saniyede her şeyimi kaybettim. Beni ben yapan her şeyi…
Ölmek, artık korktuğum değil, arzuladığın şey olmuştu. Ölmek için çırpınıyordum. Elime geçen her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordum. İnsanlar buna engel oluyordu. Ellerimi kollarımı bağlıyor, sürekli ilaç veriyorlardı. Ama bilmiyorlardı beni dipsiz bir karanlığa sürüklediklerini. O karanlığın beni boğduğunu. Çığlıklarım bu yüzdendi bilmiyorlardı. Amcam ve yengem sürekli ağlıyorlardı. Onların şişmiş gözleri ayrı bir işkenceydi. Adımın bile söylenmesi acı veriyordu. Adımı her söylediklerinde sanki kalbime bıçak saplıyorlardı. Bilmiyorlardı işte hiçbir şeyi bilmedikleri gibi bunu da bilmiyorlardı.
Uğurdum ben… Annemin babamın ve hatta ablamın uğuru…
Benim doğduğum saatlerde terfi almıştı babam. Yine aynı saatlerde dedemden anneme miras kalmıştı. Ablam yalnızlığımdan kurtuldum diyordu. Bu yüzden Uğur koymuşlardı adımı. Annem babama ve ablam ne zaman bir yeni bir şeyler yapacak olsalar beni yanlarında isterlerdi. O kadar inanmışlardı ki buna ne isteseler oluyordu. Belki de annem hissetmişti o gün kötü şeyler olacağını. Erkenden gitseydim yanlarına yine uğur getirecektim. Belki deprem olmayacaktı, belki deprem olacaktı ama ben bir şekilde onları kurtaracaktım. Belki belki belki… İşte bu çıldırtıyordu beni ev bunu anlamıyorlardı çünkü bilmiyorlardı.
Yıllarımı aldı toparlamam. Kaç yıl derseniz bilmiyorum saymadım. Amcam ve yengem sayesinde yeniden bir işim oldu. Beni yanlarına almak istediler ama yalnız yaşamayı tercih ettim. Annem ve babam yerine amcamı ve yengemi görmek, ablam yerime kuzenlerimi görmek düşüncesi ağırdı. Farklı başladım dünyaya. Daha umursamaz, daha vurdumduymaz… İnsanların gün içerisindeki yaşadıkları stres, sıkıntı, koşturmaca ve telaşları, saçma ve anlamsız gelmeye başladı. Onlar gerildikçe, sinirlendikçe ya da üzüldükçe ben gülüyordum. Diyorum ya saçma ve anlamsız geliyordu. Ne yaşamışlardı ki bu muydu dertleri…
Eskisinden daha çok içiyordum, her güne başka bir kadın ile uyanıyordum. Sevişmek bile mutlu etmiyordu. Sadece bir anlık gelen o rahatlama hissi hoşuma gidiyordu. Bağlanan oluyordu bana, aşık olduğunu söyleyen ya da sadece sevişmek isteyen. Amcamlar sürekli evlendirmeye çalışıyorlardı beni.
Evlenirsem bir çocuğum olursa toparlanırım diye düşünüyorlardı. Bu yüzden sürekli baskı yapıyorlardı. Sırf bu baskılardan dolayı kaçmaya başladım. İlerleyen dönemlerde sağlığımda sıkıntılar olmaya başladı. Sağ kolum sürekli uyuşuyordu. Bazen bir bardağı kavrayıp su içmekte bile zorlanıyor olmuştum. Hafıza kaybı başladı. İnsanlarla konuşurken lafın ortasında duruyordum ve söyleyeceğim şeyleri unutuyordum, devamı gelmiyordu. Kendimi ifade etmek de zorlanmaya başlamıştım. Hareketlerimde sınırlamalar olmaya başladı. İstediğim gibi hareket edemiyor ve konuşamıyordum.
Yine amcam koştu yardımıma. Doktora gittik. Beynimin sol tarafında büyük bir kitle olduğunu öğrendik. Beynin sol tarafında ki loplar sağ taraftaki sinir sistemini etkiliyordu. Beynimdeki o kitle sinir sistemlerine baskı yaptığı için hafıza kaybı ve hareket sıkıntısı yaşıyordum. Zor bir ameliyat olacaktım. En iyi ihtimal sağ tarafımın felç olması ya da konuşma yeteneğini kaybetmemdi. Başarılı bir ameliyat gerçekleşti ve korkulan hiçbir şey olmadı. Kitle tamamen alınmış olmasına rağmen beyin kanseri olduğum gerçeğini değiştirmedi.
Doktorlar beş yıl gibi bir ömür biçtiler bana. Ameliyatın tek iyi yanı hafızamın yerinde olması ve istediğim gibi hareket ediyor olmak oldu. Aslında ameliyatın tek iyi yanı demeyelim.
Ameliyat ikinci olarak da hayata bakış açımı da değiştirdi. Unuttuğum o mutluluk kavramını bana geri verdi. Tek başıma giyinebilmek, tek başıma banyo yapabilmek, su içebilmek… En önemlisi hatırlamak… Beni hayata küstüren o acı hatıraları bile hatırlamak. Evet, bunlar beni mutlu ediyor. Daha önce bana hayatı zindan eden her şey artık beni mutlu ediyor. İşime gidiyorum, daha istekli ve daha verimli. Yine gülüyorum insanlara; streslerine, üzüntülerine ve telaşlarına… Beş yıllık bir ömürleri olduğunu bilselerdi eminim onlarda benim gibi mutlu olurlardı.
Zamanla yarışmayı bırakıp, hayatının her anından zevk almaya çalışırlardı. Acılarından bile…
Acılarımın bile bir bildiği varmış aslında… Hayat gerçekten kısa ve çok değerli. Hem de her şey ve herkese rağmen. Mutlu olmaksa mutsuz olmaktan daha güzelmiş. Gülmek asık yüz ile gezmekten daha iyiymiş.
Hayatınızın kıymetini bilin. Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkartabilirsiniz.
Güzel bir yazı. Anı değerlendirmek, yaşamak deriz amma bunu yaş kemale erdikten sonra daha iyi anlıyoruz. Zira gençken; “atın ölümü arpadan olsun” veya “genç öl cesedin yakışıklı olsun” deriz! Aslında dediğiniz çok doğru, küçük şeylerden mutlu olmasını bilirsek, yaşamın da tadına varırız.
Mustafa Bey çok teşekkür ederim.