Bizim ekonomik kültürümüzde, bağcılık kültürü vardır. Köy-köylü dendi mi, bağ-bostan, tarım ve hayvan üretimi akla gelirdi… Irgatlık kültürünü, harman eğlencelerini unuttum sanmayın. Düven sürme, değirmen yolculukları, ırgatlık tarlası, harman zamanı bizim için unutulmaz anılardı. Bunlar maalesef unutuldu, anılarımızda kaldı.
Bugün köylerde bağcılık bitti, bağlar harap oldu, yaşlı kütükler de sökülüp atıldı. Yerleri yıkık harabe evlere döndü. Köy ve köy işleriyle uğraşan da azaldı. Hayvancılık tamamıyla bitme noktasına geldi. Çoğu evlerde koyun, kuzu, sığır beslenmez oldu. Köylü her türlü ihtiyacını şehirden satın alıyor. Hatta yumurtayı bile…
Köylerde meyve ağacı dikimi önemsiz görülüyor. Gençler köyleri terk ediyor, kalan yaşlı ve ihtiyarlar da bunlarla uğraşmak istemiyor..
Köy ve köylü ürünlerini terk ederek
Üretimden vazgeçmekle gelişme, kalkınma sağlanamaz. Çünkü üretimin temeli köy ve köylünün ürünleridir.
Yozgat bir tarım memleketi; bu nedenle köylünün desteklenmesi ve tarım ürünlerinin geliştirilmesi şart diyoruz.. Tarım ve hayvancılık bölgemizin en önemli geçim kaynağıdır. Bizim çocukluğumuzda evimizde koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar beslenir, kasaptan hiç bir zaman et satın alınmazdı.
Kışın ve yazın beslenip büyütülen hayvanlardan bir-ikisi kesilir etleri de kurutularak saklanırdı.
Kapımızın önünde tavuklarımız olurdu. Evimizde yumurta, tavuk eti hiç eksik olmazdı. Hele hele tereyağlı yumurtaların tadına doyamazdık. Süt, yoğurt, kaymak, tereyağı evlerimizden eksik olmayan doğal ürünlerdi. Zaman zaman tavuklara kıran gelir, hastalığa yakalanırdı. Rahmetli ninem (Kuş gribini bilmeden) bunları keser bize yedirirdi de bizler hastalığa yakalanmazdık…
Kapımızın önünde küçük bir bahçemiz vardı. Yine rahmetli ninem burayı yeşertir, biberden, domatese her şeyi eker bize taze sebze yedirirdi. Sebze adına şehirden evimize hiçbir şey satın alınmazdı.. Kırım Özü’ünde bostanımız vardı, sulanır, fasulye ağırlıklı sebze ekimi yapılırdı. Nane, maydanoz, soğan tırıs giderdi…
Hele bir bağımız vardı ki, dillere destan. Kağnı- kağnı üzüm çeker pekmez, çalma, ekşi yapardık. Bunu da bir kış boyu yerdik.
Bağ beklemeyi, kuşları kovalamayı, tilkilerle oynaşmayı, bağ bozumundan sonra cıngıl toplamayı çok ama çok severdik. Koruğundan yetkin üzümüne, kara üzümden, gül üzümüne birçok çeşidi yetişirdi. Bağ bozumu geldi mi, bizim evde bir şenlik başlardı.Kağnı kağnı üzüm çekerdik pekmez yapmak için…
Pekmezin toprağı, şırası, pekmez köpüğü, pekmez kaynatması bizim için bir maceralı yaşamdı. Ekşisi ve çalmasıyla çanak çanak dizilen pekmez üretimi bize bir kış boyu yeterdi. Kalan üzümler de samanlıkta saklanır, kış ortasına kadar salkım üzümü olarak yenirdi.
Acıkıp evimize geldik mi, ninem Safiye hatun hemen sofrayı hazırlar, yoğurt, süt, pekmez, ekşi, turşu ne varsa seferber edip karnımızı doyururdu. Bunları beğenmeyip “Yemeyiz” dedik mi: “Gavurun dölleri size kuzu mu kızartacağım?…” demesi yok mu, benim en güzel anımdır… Bağcılık ve pekmez biz de bir kültürdü… Hele hele bağbozumu sanki kültürümüzün edebiyatımızın, bir parçasıydı.
Ülkemizde Yozgat gibi pek çok ilimiz tarımla karnını doyurabilecek konumda!..Tarımı terk edemeyiz, Tarım ürünleri bizim ekmek kapımızdır… Modern tarıma, sulu tarıma geçilerek eski usulleri terk edip alternatif ürünler denemek zorundayız. Tarım bizim olmazsa olmazımızdır.
Bugünün şartlarında bağcılıktan da vazgeçmemeliyiz.” Bağa bak izin olsun, yemeye yüzün olsun”.. “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” gibi atasözlerimiz bizi bağcılığa yönlendirir. Bağcılığımız geliştirilip teşvik edilmelidir.
Hayvan besiciliği, süt, yoğurt, kaymak ve tereyağı üretimi köylü olmanın bir göstergesidir. Bunlar olmadan köylülük olamaz. Yanılıyor muyum? Doğal ürünlerin tadını unuttuk. Hormonlu ürünler sağlığımızı tehdit eder hale geldi. Köylü dedin mi bunların hepsini bir arada yapan insan aklımıza gelmeli… Galiba çok şeyi kaybettik, kaybetmeye de devam ediyoruz. . Köye, köylüsüne, köy ürünlerine sahip çıkmayan ülkeler açlıkla, kıtlıkla krizlerle uğraşmaya mecbur kalır dersek yanlış ifade etmiş olmayız sanırım!..